Şah İsmail, mahlaslarında kullandığı adıyla Hatayi, 1487'de doğmuş ve 1524'te ölmüştür. Venedik'li bir tüccar sarışın ve bıyıklı olduğunu kaydetmektedir. Çok kısa olan hayatına onlarca savaş, yüzlerce şiir ve nicesini sığdırmıştır. Dedesi Şeyh Cüneyt girdiği siyasi mücadelelerde, babası Şeyh Haydar da Şirvanşahlar ile yaptığı savaşta ölmüştür. Abisi Sultan Ali ise Akkoyunlu hanedanının entrikaları arasında ölmeden önce, tarikatı daha bebek olan İsmail'e devretmiştir. Kızılbaş(?) reisleri ise en ufak bir karşılık vermeden İsmail'e bağlanmışlardır. İsmail'i şehir şehir kaçırmış ve gizlemişlerdir. Daha yedi yaşında iken Gilan bölgesinde sığındığı vakitlerde yerli bir alimden Alevi'lik ve Bektaşi'lik öğretileri almış ve hafız olmuştur. Kaçak hayatı sürerken Akkoyunlu tahtında çıkan karışıklıklar üstüne reisler, Şeyh'lerini Şah yapma zamanının geldiğini düşünmüşlerdir. Bunun üzerine dört bir yana haber salınmış ve dipdedesi Şeyh Safiyüddin zamanında Anadolu, İran, Halep civarlarına gönderimiş müritler dalgalar halinde onun himayesine girmeye başlamışlardır. 7 iken 70, 70 iken 700, 700 iken de 7000 gibi bir sayıya ulaşıp Tebriz'e girmiş ve 12 yaşında Şah'lığını ilan etmiştir. Alevi görüş içerisinde olmasına rağmen, İran'daki Şii grupların da desteğini almak amacıyla Şii'liği resmi mezhep ilan etmiştir fakat beklediği destekten çok muhalefet görmüştür.(Muşhaşa Beyleri vb. bu sırada iktidar isteğindedirler.)Şah İsmail, beylerine ilk cuma hutbesiyle mezhebin değiştirilmesini ve ilk üç halife ile Ayşe'ye lanet okumayanların katledilmesini emretmiştir. Beyler sayılarının çok az olduğunu ve olası bir isyanda karşı koyulamayacağını söylese de Şah İsmai "Ben bu yola baş koydum, Ali ve 11 evladı benimledir. Ya yola gelirler ya da kan dökülür" gibi çok emin bir cevap vermiştir. Bu sürelerde göçler devam etmiştir. Babası ve dedesine karşı düşman olan Şirvanşah ordusunu büyük bir zaferle imha etmiş ve büyük bir ganimet elde etmelerine rağmen(ordu bu sırada yarı çıplak, kılıcı olmayanlardan oluşuyordu) tüm hazineyi nehre döktürmüş ve kimse buna karşı bir harekete kalkışmamıştır. Bu da Şah'a karşı duyulan sevginin bir göstergesi olmuştur. Yaklaşık on bin kişiyken (ordu hala aynı durumdadır) Akkoyunlu Elvend Bey'in teçhizatlı ordusunu müthiş bir imha savaşına dönüştürmüş ve çok az kayıpla muharebeyi kazanmıştır. Yavuz'la Şah İsmail arasında olduğu zannedilen/uydurulan satranç ve mektuplaşmalar ise büyük bir yalandır. Yavuz'un kalkıpta İran'a gitmesinin ne kadar süreceği ve Osmanlı kayıtlarında böyle bir yokluğun geçmediğinin farkındasınızdır. Annesi Halime Begüm'ü (Uzun Hasan'ın kızıdır.) Sunni düşünceleri olduğu gerekçesiyle çok büyük bir baskı altında tutmuştur. Özbek Han'ı Şeybani'ye karşı giriştiği savaşta çok fazla kayıpla da olsa büyük bir zafer kazanmış ve Osmanlı'yı da yeneceği düşünülmeye başlamıştır. Fakat sadece dini temeller üzerine kurulmuş bu ordunun çok ileri teknoloji ve askeri bilgideki Osmanlı ordusuna karşı koyması çok mantıklı bir görüş değildir ki Çaldıran Savaş'ı kaybedilmiştir. Ordunun "Şah Şah" nidalarıyla savaşması da bunun göstergesidir(Kast edilen Şah İsmail değil, Hz.Ali ve diğer dini büyüklerdir.) Osmanlı tarihçileri Çaldıran Savaş'ı üzerine Hatayi mahlasını aldığını ve bunun bir hata olduğunu öne sürerler fakat altında daha dini ve batıni gerekçeler yatmaktadır ki şu an isteğim bunları anlatmak değil. Şuan İran'da bulunan karışık düşüncelerin kaynağı ise aslı Sunni olan ve zorla Şii'liği kabul etmiş olan bir hakkın. İki taraftan da vazgeçmemesi üzerine oluşmuştur. Şuanda en büyük yobazlıkların yaşandığı ülkelerden biri olarak görüyorum ki şahsi fikrim. Gelelim Yavuz 40bin aleviyi katletti meselesine. Elbet iki tarafta da katliamlar olmuştur ve bu birbirlerine karşı yaptıkları güç gösterileridir. Şah İsmail'in Yazd'da ve İsfahan'da yaptığı katliamların büyüklüğü İran kaynaklarında geçmektedir ve fanatik bir tutum sergileyip, birini tutup diğerini ötelememiz "bu konu için" doğru değil diye düşünüyorum. Eğer bunlardan bahsedilmesi forum kurallarına aykırı ise lütfen bildirin.

Tamamen düzenli sayılabilecek ilk ordu Şah Abbas döneminde kurulmuştur ve Osmanlı'nın o zamanki haliyle kafa kafaya sayılabilir bir durumdadır. Şah İsmail'den sonra Safeviler'i bölgede ismi geçen bir hale getirmiş ve Bağdat'ı Osmanlı'dan geri almıştır. İran'ın tamamen Şiileşmesi de bu dönemde olmuş ve Tufan Gündüz'ün Türkçeleştirdiği Tarih-i Kızılbaşan da bu dönemde yine Şah Abbas tarafından yazılmıştır.
Şah Hatayi'nin kaleminden;
Şah'ın bahçesinde bir garip bülbül
Efkarım artmakta halim pek müşkül
Koparmadım asla kokladım bir gül
Gafil oldum ise imana geldim.(Şu dizelerin sadece 37 yıllık bir yaşamı olan biri tarafından yazıldığını tekrar hatırlatmak istiyorum)
Metni tamamen aklımda kalmış bilgiler ile oluşturdum. Çoğu da Tufan Gündüz'ün kaynaklarından alınmıştır. Bir kaç eksik ve kopma var farkındayım ancak ben bir olayda tek bir detaya girersem, devamında da tüm detayları vermek zorunda hissediyorum kendimi. Normalde beş/altı sayfalık bir makale oluşturmuştum. Vermediğim detay yoktu:d.
İyi forumlar
