Christian, gecenin en sessiz saatinde yazıhaneye girdi. Kapıyı kilitlemeden kapattı; burası onun mekânıydı, içerideyken dış dünya yoktu. Loş ışığın altında masasının çekmecesini açtı, önceden hazırlattığı evrakları dikkatle çıkardı. Bu sevkiyat kusursuz olmalıydı; yalnızca sorunsuz değil, şüpheye yer bırakmayacak kadar akıllıca. Eski Mercedesler... Parçalarına ayrılmamış, hâlâ çalışır durumdaki bu araçlar, dışarıdan bakıldığında sıradan görünmeliydi ama hedef ülkede altın değerindeydi. Kağıt üstünde ise hepsi, tarım makinelerinin birer yedeğiydi. Evraklarda biçerdöverler, traktör aktarma organları, sulama sistemleri yer alıyordu. İmzalar, mühürler ve sevk belgeleri en ince ayrıntısına kadar gerçeğe sadıktı.
Yükleme saatler önce tamamlanmıştı. Ocean Docks’taki adamları, araçları konteynerlere yerleştirmiş, üzerlerini paslı metal yığınları, kırık paletler ve yıpranmış çuvallarla örterek tam bir kamuflaj sağlamıştı. Her konteynerin dışı, hafif yağlı bir tabakayla kirletilmişti, özenle yapılmış bir özensizlik. Gümrükte görevli memurların dosyaları incelerken içlerinden “bir tonluk eski hurda daha” deyip geçeceği şekilde hazırlanmıştı her şey. Christian sahte değil, inanılır belgeler düzenlemişti. Bir belge sahte olabilir, ama inandırıcıysa gerçek gibi işlem görürdü. Farkı yaratan buydu.
Sevkiyat, gece yarısı sessizce yola çıktı. Tam vardiya değişiminin ortasıydı; liman kontrolü gevşek, kameraların bakışları yorgundu. Konteynerler Arnavutluk’un Dıraç limanına doğru ilerlerken Christian, yazıhanede kalan son sigarasını yaktı. GPS ekranındaki yeşil noktalar hareket halindeydi; şüphe çekmeden, gürültüsüz. Bu bir nakliyat değildi sadece; bu, zekânın mühürle buluştuğu, sistemin açıklarının soğukkanlılıkla okunduğu bir operasyondu. O an düşündü: “Kusursuzluk, görünmez olmaktır. Ve biz şu an görünmüyoruz.”

