 | Rise of Bronx Bronx uzun süre boyunca başkalarının masalarında, başkalarının mekanlarında iş çevirmişti. Parası vardı, adı biliniyordu ama gerçek güç için bir köşe başına değil, kendi kalesine ihtiyacı vardı. Sokakların haraç kovalayan biri olmaktan daha fazlasını istiyordu. Gözünü diktiği yer, Ganton’un tam kalbindeki otoparktı. Gündüzleri hurda arabaların gölgesinde tamircilerin uğrak noktası, geceleri boş şişelerin ve kavga seslerinin yankılandığı bir beton çukur. İlk bakışta değersizdi ama Bronx’un gözünde bambaşka bir anlam taşıyordu. Otopark, sokakların kesişiminde bir kavşak gibiydi. Gelen gideni görür, dedikodusu kulağa çalınır, paranın izi asla kaybolmazdı. İlk adımda Bronx oraya takılmaya başladı. Yanına Carl Mikeyson’u aldı, Lil Spade’i köşeye dikti. Arabanın kaputunda oturup geleni gideni izliyorlardı. Başlangıçta kimse bir şey anlamadı. Bronx burada vakit öldürüyor dediler. Ama zamanla herkes fark etti ki o vakit öldürmüyor, mekanı sahipleniyordu. Bronx ve kardeşlerinin çöktüğü otoparkın sahipleri adına iri yarı ayak takımları otoparka geldi. Bronx’a yaklaşarak "Bu meskene ben sıçıyorum, sen de kendine başka köşe bul” dedi. Bronx hiç yükselmedi, beline davranmadı. Yalnızca ayağa kalktı, karşısındaki ahmak adamın gözlerinin içine baktı. Arkasında Carl çevreyi çoktan yoklamış, ihtimalleri göze almıştı, bir kıvılcım bekliyordu. Lil Spade ise sessizce ana kapının yanına geçmiş, gelen olursa yolu kapatacak şekilde bekliyordu. Bronx ağzını yaya-yaya konuştu: “ Whats your problem fool? Para kimin elindeyse çöplükte aynı elde olur, it's non of your fucking business" Umduğunu bulamayan mekan sahipleri sanki bir şey söylemeye çalıştı ama Bronx’un tavrı, Carl’ın crack kokain etkisi altında ki şeytan gibi bakışı, Lil Spade’in elinde salladığı zincir, hepsini susturdu. Ertesi gün aynı adam tek başına geldi. O konuda sadece aracı olduğunu söyleyip terazinin ağır tarafına kendini açıklamak istedi. Oto yıkamada aracını yıkatıp aracını yıkayan Ganton gençlerine bahşiş verdi. Otopark artık Bronx’un sahasıydı. Günler geçti, beton çukurun çehresi değişti. Önceden hurda arabaların arasında sigara içen çocuklar, şimdi Bronx’un gözü önünde çalışıyor, mal taşıyor, hesap tutuyordu. Köhne bir kulübe ofise dönüştü, duvarlara harita asıldı, defterler yığıldı. Gündüzleri sıradan bir otopark gibi görünse de geceleri orası Bronx ve çetesinin kalbi oldu. İçeri giren çıkan herkes biliyordu ki o yer artık bir otopark değil, Bronx’un meskeniydi.
|
Bronx’un otoparkı ele geçirmesi sadece bir başlangıçtı. Carl Mikeyson içeriyi düzenlemişti. Köhne kulübe masa ve defterlerle doldu. Duvara çizilmiş haritalar, kimin ne zaman ne getireceği yazılı çizelgeler. Carl işin matematiğini yapıyordu. Kimden ne kadar para çıkacak, hangi sokaktan hangi mal geçecek, kimin eli temiz, kimin eli kirli bunu iyi okuyordu. Bronx güveni Carl’a teslim etti çünkü biliyordu, o defterlerdeki düzen bütün çetenin iskeletiydi. İlk günlerde sıradan bir beton çukurdan ibaret görünen yer, kısa sürede Ganton’un kalbi haline geldi. Gündüzleri arabalar girip çıkıyordu ama artık her kaportanın altında sadece motor değil, Bronx’un işinin parçası olan zulada ki paketleri de vardı. Bronx ve Carl mahalledeki kardeşlerinin teslimat arabalarına mekanizmalı zula bölümü monte ediyorlardı. Bu sayede paketler çevirmelere yakalanmadan rahatça teslim edilebiliyordu. Oto yıkama bahanesiyle mahalleye sokulan paketler başka yerlere sektiriliyordu. Lil Spade ise sahayı tutuyordu. Serserilerin gözünü korkutan, kapıya yanaşan yabancının omzuna eli ilk konan hep o oldu. Bronx onu bir pitbull gibi besledi. Sadakati arttıkça, otoparkın çevresinde Bronx’un gölgesi daha ağır basmaya başladı. Akşamları Bronx, otoparkın ortasına bir sandalye çekip otururdu, önünden geçen arabaları izler, gelen, giden mahalleyliyle selamlaşır, boy gösterirdi. Mahalleli biliyordu ki Bronx orada oturuyorsa, orası sadece bir otopark değil artık bir bağlantı noktasıydı. Kısa sürede işler büyüdü. Küçük dükkanlardan toplanan üç beş doların yerini, otoparktan dönen balya-balya yeşiller aldı. Oto yıkama bahanesiyle mahalleye sokulan paketler başka yerlere kaydırıldı. Gece yarısı giren araç sabaha çıkmadan yükünü bırakıyor, yerine Bronx’un parası kasaya giriyordu.
At the Present Time
Ganton’un dar sokakları, geceyle gündüz arasında bir nabız gibi atıyordu. Gri beton, grafitiler ve kırık sokak lambalarının titrek ışığı bunların hepsi Bronx’un dünyasının renk paletiydi. Onun için bu sokaklar harita değil bir zamanların çürümüş düzenine yeni bir mimarlık inşa edilecek ham maddeydi. Donald Bronx, etrafında gençlerin kederini ve öfkesini sezen bir adamdı. Kulağında mahalle dedikodularının ritmi, cebinde ise yeni bir düzenin taslağı saklıydı. Wadee’nin gölgesinden çıkmıştı kralın bıraktığı taht boşluğunu kanla değil, zeka ile doldurmayı hedefliyordu. Bizim işimiz büyük laflar etmek değil derdi hep. Biz koşulları değiştireceğiz kimin ne yediğini, kimin ne kazandığını sessizce yeniden yazacağız. Onun kâğıt üzerindeki il-legal'in kitabı sivri köşelerden arınmıştı. İçinde büyük hamleler yoktu, büyük laf yoktu. Küçük, tekrar eden ritüeller, birbiriyle örülmüş bağlılıklar, günlük işler ve görünür olandan farklı bir ekonomi vardı. Bronx bunu bir günlüğe değil, mahalleye yazıyordu gençlere düzenli bir gelir, yaşlılara küçük yardımlar, dükkan sahiplerine koruyucu sözler. Karşılığında beklediği tek şey sadakat ve sessizlikti. Carl Mikeyson onun sağ koluydu gölge olarak bilirdi kendini. Bronx’un planıyla Carl’ın işi uygulatmaktı sert, ama ölçülü. Lil Spade ise enerjinin vücut bulmuş haliydi aceleci bir umut, bir el feneri gibi gençlerin karanlığına ışık tutan, bazen de alev saçan bir çocuk. Bu üçlü, mahalle ekonomisinin kıyısında yeni yollar açmaya başladı. Ama yollar banka soymaya, kitapta yazan yöntemlere benzemezdi daha ziyade, insanlara günlük ekmek verecek, kimseye doğrudan savaş ilan etmeyecek biçimdeydi. Bu serseriler, gündüzleri yasal yüzünü gösteriyordu. Eski bir oyun salonu, birkaç sivil iş, sokakta görünür işleri olan birkaç insan… Bunlar herkesin görebildiği katmanlardı. İnsanlar içeri girip oyun oynuyor, bira içiyor, dükkânın önünde aynı yüzleri görüyordu. Fakat arka odada kurulan küçük ağ, sokak gençlerini meşgul edecek işlere yönlendiriyor, geceyi çalmadan, sahadan izinsiz geçmeden bir şekilde idare ediyordu. Bronx bunun adını koymazdı o, bunun bir mekanizma olduğunu söylerdi mekanizma, insanlara rutin, bir neden ve bir aidiyet veriyordu Bunların hepsi görünür ölçeğin dışındaydı. Bronx, gürültüyü ölçecek, çıkarı ölçüp biçip ardından bırakacak adamdı. “Gürültü, polisi çeker,” derdi. O yüzden kuralları basitti gösteriş yok, acele yok, kimseyi küçük düşürecek hamle yok. Yerel halkla kurulan ilişki, çetenin en sarsılmaz sigortasıydı yaşlı bir kadın için kırılan pencere bedelinin ödenmesi, kırılan bir arabaya yapılan küçük onarım… bunlar minik yatırımlardı ama geri dönüşleri derin oluyordu. Mahalle onlara minnet duyduğu için konuşmuyordu konuşmanın asıl maliyeti, konuşanın ağzını kapatmaktı. İstihdam dediği şey de çok büyük eylemler içermiyordu. Bronx’un verdiği işler, gençlerin ellerini meşgul eden, onlara bir maaş gibi düzenli küçük kazançlar sağlayan işlevlerdi. Bazısı açıkça yasal, bazısı gri alandaydı ama hiçbir sahne, polis teşkilatına götürecek net bir iz bırakmamalıydı. Bronx gençlere yalnızca para vermez, onlara bir kimlik de verirdi “Burada çalışacak kadar güvenilir olan sensin.” Bu, sokakta daha fazla saygı demekti, saygı ise gecenin en güçlü para birimiydi. Her yeni kazanç, beraberinde yeni riskleri getiriyordu. Bronx bunu çok iyi biliyordu. Bu yüzden aklı her şeyin üstündeydi. Bir hamlenin paranın akışını değiştirmesi gerekiyorsa, önce mahalledeki fay hatları ölçülür, sonra hamle yapılır. Savaş çağrıları değil, pazarlık masaları işin merkezindeydi. Bronx’un asıl gücü, sessizce güç toplaması, rakibini kendi açmazlarına çekmesi, içindeki çürümeyi ortaya çıkararak rakibi içten çökertmesiydi. Ama bütün bunların bir bedeli vardı. Gençler, mahallenin çocukları, geceleri daha sık dışarıda görünmeye başladıkça komşuların kulakları daha da hassaslaştı. Dükkanlarda konuşulan fısıltılar, pencerelerden süzülen endişeli bakışlar, polis devriyelerinin sokakta geç kaldıkları anlar bunların hepsi Bronx’un radarındaydı. O, bu dalgayı dikkatle ölçer, gerektiğinde dalgayı kıracak yumuşak hamleler yapardı. Birincil kural: "Gözün üstünde duracak bir iz bırakma.” Ganton halkı, bir yandan Bronx’un adını konuşuyordu, diğer yandan torunlarına balkonlardan fısıldamaya devam ediyordu. Sözler onlar Ganton’un sahipleri demekten uzak, daha ziyade “onlar şimdi bizimle iş yapıyorlar” demeye yöneliyordu. Bronx, büyük bir imparatorluğun habercisi değil küçük, organize bir düzenin mimarıydı. Her yeni işe alınan genç, her düzenlenen küçük görev, grubun dokusuna işlenen yeni bir dikişti.
|  |
|