Öncelikle Meriç’e yüksek seviye tartışma için teşekkür ediyorum.
Türkiye hukuk tarihi, Türkiye siyasi tarihi ve bunların hukuk ve ardından sosyal yaşama etkileri benim bir tür hobim. Hatta evimde Atatürk’ün Samsuna çıktığında yazdığı istifa mektubunun orijinali bulunmaktadır. Böyle ufak tefek hukuki/siyasi anıları toplamayı severim. Bir dönem Fidel Castronun “vurulmadan” önce içtiği ve üstünde hala parmak izlerinin seçilebildiği bir bardağı bile koleksiyoner bir arkadaşımın evinde görmek nasip olmuştu.
Ancak, ben bugün Türkiye’den ziyade Amerika’daki ve AB’deki sistemi biraz anlatarak aslında bahsi geçen illüzyonu kırmak istiyorum. Amerika’ya ve AB’ye özenmemiz gerektiğine katılıyorum. Ama bu ülkelerin “problemsiz” olduğu ilüzyonuna zinhar katılmamaktayım.
Adaletsiz biraz yukarıda AB’den bahsettiğinden üstünde çok durmayacağım. Evet, AB demokratik değil çoğu zaman da hukuktan ziyade politika ile yönetiliyor.
Ancak AB vatandaşı olan kimseler bir çok haktan yararlanırlar ve bunu bütün AB’de kullanırlar örneğin Almanya’da dükkanı olan bir kimse gidip İtalya’ya aynı gün taşınıp orada bir dükkan açabilir. Mallarını AB’de vergisiz dolaştırır, her yediği içtiği çok sıkı kontrol edilen standartlara tabiidir. Gümrük birliği sebebi ile birliğin dört bir yanından en kaliteli ürünleri “ek” vergi olmadan yer. Yani Fransız adam akşam şarabını yudumlarken yanında İspanyol jamon de ibericosu ve İtalya’nın zeytin bahçelerinden gelen zeytinini keyifle tüketebilir. Bu kurallar dolanılmaya çalışıldığında da EC (Avrupa Konseyi sanırım Türkçesi) Rekabeti (Gucci davası), malların serbest dolaşımını (Casis de Dijon davası) veya kişilerin serbest dolaşımını engellediği için ülkelere sağlam tazminatlar ödetir.
Ancak Avrupa’nın bir çok yerinde sidik kokusundan yürüyemeyeceğiniz kadar kötü, saat sabahın onunda haptan cayır cayır patlayan insanların gece kulübü önünde dans ettiği bir çok mahalle vardır. İşin kötüsü gettolar şehirlere, garlara yakındır ve bu orada yaşayan ve belirli saatlerde gezmesi gereken insanlar için tehlikelidir. Örneğin sabah 5’te işe gidenler tırsarak gider. Gece vardiyası maaşları bu yüzden ultra yüksektir, toplu taşıma yirmi dört saat çalışmaz vb. Avrupa güvenlidir algısı göreceli yalandır. Türkiye’de İstanbul’da girmeniz/gezmeniz gereken yerler alenen belliyken. (Ankarada Çin Çin’e gitmezsin, İstanbulda Dolapdereye gidip millete sövmezsin vb) Avrupanın benim gezdiğim bir çok kentinde bu çizgiler aniden silikleşebilir Madrid’te merkeze aşırı yakın bir yerde gasp edilebilirsiniz, İtalya’da kapkaç o kadar sık yaşanır ki dikkat kapkaçcı var tabelaları önce koyulmuş sonra kaldırılmıştır. (Kapkaçcılar bu tabelaların altında bekleyip tabelayı görüp de turistlerin nerelerini ellediğini izliyor ve değerli malların yerini anlayıp cukkalıyorlarmış bu yüzden kaldırılmışlar.) Güvenlik ile ilgili örnekler tabii ki çeşitlendirilebilir. Avrupanın bir diğer sorunu da gençlerinin büyük kayıplarda olmasıdır, gençler partileri, uyuşturucuyu ve alkolü çok severler. Hatta bir çoğu okul yerine bunu tercih eder, Avrupa’da alkolizm bir çok ülkeye göre 2-3 İslam’a inanan ülkelere göre ise yaklaşık 10 kat daha fazladır (Bu veriyi nereden aldığımı hatırlayamıyorum kusura bakmayın) çok ciddi sokakta bayılan/ayılan tripten tribe koşan gençleri görmeniz mümkündür.
Velhasıl kelam Avrupa sizin orta direk, orta-üst veya üst bir yaşam standardı sürdürdüğünüz varsayımında AŞIRI iyi bir konsepttir. Hayalinizdeki her yemeğe büyük olasılık ulaşabilir, ekstrem olmadığı sürece her şeye sahip olabilirsiniz. Düşük yaşam standardına sahipseniz de daha insanca yaşarsınız. Ancak çok düşük yaşam standardına sahipseniz, illegal göçmenseniz veya ilk kuşak kalifiye olmayan işçiyseniz kendi etnisitenizin yoğunlukta bulunduğu gettolarda yaşar ve büyük olasılık buralarda ölürsünüz. Gettonuzun iyi veya kötü olup olmadığı tamamen komünün kültürüne bağlıdır, benim gözlemim Türk gettolarının görece temiz, Zencilerininkininse iğrenç olduğu yönünde oldu. Ancak Lyonda da durum bunun tam tersiydi. Yani tamamen orada yaşayan kişilerin insafına kalmış bir temizlik/toplum algısı. Ancak mesela besinsiz kalmazsınız, Avrupa’da insanlar nadiren kendilerini parasızlık sebebiyle vururlar ve bunu yaptıklarında ceplerinden 2 euro gibi bir para çıkmaz, çok daha fazla paraları olur en fakir olan dilenci bile 0 euroya sahip değildir.
Üniversitede de yemekler subsidizeddır yani orada okuyorsanız ücretsiz yemek bir çok üniversitede vardır, seçenekler hep aşırı fazladır ve şinitzelden, falafele, pizzaya her gün geniş bir yelpaze sunulur. Hatta orada bulunduğum süreçte döner bile gördüm. Üniversite öğrencileri yemek yiyemeyecekleri için intihar etmezler. Çünkü: yemek zaten bedavadır. Bununla beraber eğitim dünyadaki bir çok konuda en profesyonel kişilerce verilir ve haklar da çoğu zaman eşittir.
Yani kimse kusura bakmasın ama Avrupa “İnsancıl” değil eleştirisi yanlıştır. Avrupa öyle özgürlükçü ve insancıldır ki bunun sıkıntısını çekmektedir (şehrin ortasında getto, kayıp gençlik örneklerini hatırlayalım. Türkiye’de roman mahallelerinin yıkılması örneği ile destekleyelim) ancak Avrupa soğuktur yani kurallar ve bunların takibi vardır ve insanlar hemen hop yerim moruk seni şeklinde arkadaşlıklara girmezler, dolayısıyla Türkler sıklıkla Avrupayı ve insanını “insanlıktan” uzak adlederler ancak böyle bir durum yoktur, siz onlara çok ters bir tepki bile verseniz çoğu özür diler gülümser ve işlerine bakarlar. Ancak soğuk oldukları için sosyal yaşam/komün hayat pek Avrupa realitesi değildir bireysel ve içe kapanık bir yaşam hüküm sürer. İnsanlarından ziyade ülkelerine gelirsek Avrupa’da bir kaç ülke hariç hepsi ekonomik olarak stabildir. Bunun dışında her ülkenin belirli sistemleri kanunları ve AB’nin kendisi de aşırı stabildir dolayısıyla hiç bir ülke iktidar değişimiyle 50 yıl geriye gitmez, ülkelerin stabil programları vardır ve AB bunların bir kısmını “seve-seve” yaptırdığından ilerleme/gelişme şart gibidir, bu gelişme de genelde ülkenin yüzlerce yıldır belirlediği çizgide olur ve sabittir yani bir anda sağcı olan bir ülke solcu olmaz, örnek vermek gerekirse yeni bir Hitler vakası görmek şu sıralar imkansız gibidir. Bu sebeple AB’nin değişiyor olduğu iddialarına katılmıyorum, AB herhangi bir “güç gaspı” veya “karar alma organı” olma peşinde değil. Bu yetkilerin her biri tek tek ülkelerce kendilerine verilmekte. Ülkelerin çok çok büyük bir çoğunluğu da bundan feci derecede memnun, Federal tek bir devlet yapılanması onlar için çok güçlü olacakları bir alternatif sunmakta. Üstelik AB kültürleri bastırma çabası içerisinde olmadığından sadece “Hukuki” bir birleşme olacaktır bu. Yetki konusuna gelirsek Milletlerarası Genel Hukukta bir ülkenin izni alınmadan hiç bir şey yapılamaz. Yani AB bir gecede gücü gasp edip yepyeni bir ülke olamaz. adaletsiz’in iddia ettiği ve ülkeler arası hukukun anarşi ile yönetildiği tuhaf bir dünyada yaşıyor olsaydık, bu doğru olabilirdi ancak şunu unutmamak gerekiyor, düşünceler bazı kuralların varlığını etkilemiyor. VCLT, UN Charter gibi farklı anlaşmalar ile Milletlerarası Genel Hukuk son 50 yılda ciddi değişimlere uğramış ve şuanda dünyada en saygı duyulan hukuk dallarından biri haline gelmiştir. Güçlünün borusu öter mantığı çok yanlış olmasa da belli kuralların ve kılıfların olduğu, anarşi olmayan bir ortam olduğunu söylemekte yarar var. Özetlemek gerekirse, AB sui-generis bir hayvandır çözümlemesi de imkansızdır ancak artı ve eksileri elimden geldiğince yukarıda belirttim.
Amerika’ya gelirsek, Amerikan rüyası veya Amerika filmlerde görüldüğü gibi değildir. Halkın çok az bir kısmı nakit ile alışveriş yapar. Neredeyse HERKES hem soyulma korkusundan hem de gerçekten aylık yaşadığından kredi kartı ile alışveriş yapar. Cebinizde 30 dolar gibi cüzi bir miktar bile bulundursanız kendinizi korkak hissedebilirsiniz. Halkın bir kısmı öyle fakirdir ki onlara bozmanız için 100 dolar verdiğinizde onunla fotoğraf çekilebilirler. Amerika eğitime sadece “hak eden” tayfa bakımından önem verir. Herkes okumaz/okumak için cesaretlendirilmez. Okumak için cesaretlendirilenler ya çok zekilerdir ya da zenginlerdir ve notları ortalama üstüsür. Bir çok iş lise mezunları için mümkündür, ücretler de gayet makuldür. Örneğin bir polis memuru yıllık 80.000-90.000 dolar kazanır ve bu para çoluk çocuk “refah” içinde yaşamalarına yeter. Ancak okullar ateş pahasıdır, Üniversiteye gitmek bir evin iki katı fiyattır ve çoğu orta direk Amerikalı bir evi 30 yıl Mortgage ödeyerek alabilmektedir. Yani teorikte orta direk bir aile tasarruf fonu gibi bir yatırımı çocukları doğar doğmaz yapmazsa çocuk üniversite hayalini çok nadiren çıkan burslar olmadan kuramaz bile. Bunun dışında herkes kredi borçlusudur, sürekli bir borç
söz konusudur, ülkede işsizlik de yüksek orandadır. Eğitimli kesim az olduğundan yüksek maaş alır ancak göç fazla olduğundan da bazı eğitimli kesimler iş bulamayabilirler. İş ve üniversite imkanı fazla olduğundan “kariyer” yapmak Türkiye’de görece kolay girilen bir kurumsal şirkette kariyer yapmaya benzemez. 72 saat straight çalışan tipler vardır ve bu kimseye tuhaf gelmez. Hatta 72 saat çalışan adam aşırı verimli ise onun yanındaki kişiyi işten çıkarıp, nasıl olsa tek yapıyor bu eleman bile denilebilir. Amerika vahşi kapitalizmin doruklarını yaşar. Evet, hayat güzel gözükebilir. Evet, güzel de olabilir. Elinizden basit işler geliyor şse ustalık/elektrikçilik gibi meslekler ile kendi şirketinizi kurabilecek kadar para bile kazanabilirsiniz. (İdris usta örneği, şirket değil ama bir işletme sayılabilir. )Gerçekten çok çalışırsanız da görece ekonomik stabiliteye ulaşabilirsiniz.
Ancak zaten bunların hepsi Türkiye için de geçerlidir. Şuan girip kurumsal bir şirkete girseniz ve manyakça çalışsanız zaten 5 yıl sonra iyi paralar kazanırsınız. Aynı şekilde eğer kendi şirketinizi iyi bir fikirle kurarsanız yine piyasayı domine edersiniz. Evet, Amerikada seçenek daha fazladır, yemek beslenme daha ucuzdur. Ancak hiç aklınıza gelmeyecek şeyler ateş pahasıdır ve Türkiye’de rahatlıkla alabileceğiniz sebze meyveyi orada kolay kolay alamayabilirsiniz.
Özetle aslında Amerika locked-in societal level ile çalışır. Yani orta direk kolay kolay üste çıkamaz, üst adam da kolay kolay düşemez. Alttaki adamın çıkması ise mucize olarak adledilebilir. (Örnek vermek gerekirse, bir polis memurunun oğlu çoğu zaman yine polis memuru olacaktır. Bir doktorun veya avukatın oğlu/kızı zaten aşırı zengin bir aileden geldiğinden kolay kolay kendine orta direk bir kariyer seçmeyecektir. bu yüzden de bu kast sistemi ve döngü Amerika’da hep devam eder.)
Bununla beraber Amerika da güvenli değildir ve hatta toplu bir tecavüzü ve cinayeti bir apartman dolusu insan seyredip, hiç bir şey yapmayabilir. Polisi bile aramayabilir. Türkiye’de öyle bir şey olsa ve bir apartman dolusu adam duysa failin sabahı görüp göremeyeceği meçhuldür. Gece gezemeyeceğiniz mahalleler vardır, insanlar size kırmızı ışıkta durmamanızı söylerler vb vb. Özetle Amerika da Türkiye gibi belirli yerlerde güvenli belirli yerlerde değildir çizgiler de aşırı silik değildir.
Son olarak, söylemek istediğim şey aslında açık ancak Meriç ve Tunç’un da söylediklerine katılarak “yanlış batılılaşma” konseptine karşı olduğumu söylemem gerekiyor. Yani çok iyiyiz batılıyız hadi
götümüze buzlu badem sokalım kafasındansa Türkiye’nin de iyi yanları olduğunu kabul etmeli ve önümüzdeki iyi örneklere öykünmeliyiz.
Not: Konu çok ilgi alanım olduğundan kaptırmışım.
tl,dr: batılılık iyi yanlış batılılaşma kötü, paran varsa her yer müthiş.