Konu: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler  (Okunma sayısı 456 defa)

0 Üye0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

#10 - 09.04.2020 18:50
Yunan mitleri ile ilgili 2 tane tragedyam var. Bir tane de antik yunanda geçen mitolojik diyaloglar içeren sokratik yöntem ile yazılan kitabım var. Ben Türk mitolojisi kaynağı bulamadığından yunan ile devam ettim. Türk mitolojisi ile ilgili terimler paylaşırsanız hem insanlar kültürünü öğrenir hemde belki bilinçlenirler ve yok olmak üzere olan şaman kültürü devam eder
Türk Mitolojisinden ve oluşumundan bahseden birkaç yazı bulmuştum. Onları da paylaşırım.
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


#11 - 09.04.2020 18:55
Kızıl Tamu Nedir? -

İki ev yarattı bu halka kamug, biri atı uçmak birining tamug. - İki ev yarattı Tanrı, birinin adı cennet diğerininse cehennem.

                                Eski Türklerin inancına göre bugünkü cehennem kelimesinin eş anlamlısı. "Tamu, tam, tamag, tamuk" olarak da adlandırılır. Öldükten sonra suçluların cezalandırılmak üzere gittiği yerdir. İslam inancıyla birlikte geniş betimlemeler yapılmış ve nasıl bir yer olduğu hakkında değişik fikirler ileri sürülmüştür. Fakat tüm görüşlerdeki ortak nokta ateş ile ilgili olduğudur.

                                Oğuz Türkleri ve Chou hanedanına bağlı Türkler, Kızıl Tamunun yerin altında olduğuna inanırlardı. Onlara göre Tamu'nun efendisi Erlik Han'dır ve günahkâr kişileri cezalandırmak için vardır. Tamuda günahkar kişilere çeşitli işkenceler edilir, ateşle sınanır ve ruhları yer altına hapsedilir. Tamunun içerisinde Kazırgan vardır. Kazırgan  Kötü ruhların doğruluğa gelmesi için, geçici bir süre kaldığı ateş çukurudur. Çukur anlamı taşır. Kazımak ve kazık sözleri ile aynı kökten gelir.



Erlik Han Kimdir?


                                Türk ve Altay mitolojisinde kötülük yapan Tanrı ruhudur. Erlik Han Gök Tanrı'nın oğlu ve eski Türklerin inancı Tengricilikte yeraltı aleminin efendisidir. Günümüzde "kötü cin" olarak kullanılan bir tür cin olmasına rağmen kötülüğü simgeleyen bir tanrı ruhudur. Altayların bir yaradılış efsanesine göre Erlik Han, dünyanın yaradılışında Tengri'ye karşı fenalık yapmış ve Tengri onu ceza olarak yeraltı âleminin efendisi yapmıştır. Erlik Han, yeraltı Âleminin en alt katında yeşil demirden bir sarayda, gümüşten bir tahtın üzerinde oturur. Orada kendine koyu kırmızı parlayan ve çok az ışık veren bir güneş yaratmıştır. Emirinde dokuz semerli boğası vardır.

                                Erlik Han lanetlenmiştir, Tanrı [Ülgen] ve yarattığı karada dokuz dallı çam ağacının dokuz dalından kendi halkını türetir. Erlik bu halk benim olsun der tanrıya.tanrı da ona git kendi halkını kendin bul deyip Erlik'i geri çevirir. Tanrının halkının bu agacın yalnız doğuya bakan 5 dalından istifade etmelerine izin verilmiştir. Kalan dört dal yasaklamıştır. Erlik gidip bu halkı baştan çıkarır. Erkek olan Törüngey ile dişi olan Eje, Erlik'in şu sözüne kanarlar "Bu dört dal aslında size yasak değildir, meyveleri de pek tatlıdır. Dilediğinizce yiyin." Erlik sonra ağaca bekçi bulunan yılan uyurken ağzına girer ve ağaca çıkar, Ece'ye müsaade ettiğini söyler. Bunun üstüne Ece meyveden yer, Törüngey'in de agzına sürer. Tanrı durumu fark eder ve Erlik'i yer altına gönderir.


Şöyle bir baktığımızda Türk mitolojisinin, "Kutsal dinler" ile çok benzer olduğunu görebiliyoruz...


Türk mitolojisi hakkında bu konu altında yorumlarıma devam edeceğim.
« Son Düzenleme: 09.04.2020 18:58 akaWarfare »
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


#12 - 09.04.2020 19:52
"Türk mitolojisi günümüz Türk topluluklarının İslam öncesi din, inanış olarak benimsediği bir görüştür." Çok uzun olduğunu siz açmadan ben söyleyeyim, umarım sıkılmadan okursunuz.

Peki bu Mitolojik evren nasıl yaratıldı ? Bölüm 1:
Spoiler: GösterGizle
Yaratılış efsanesine göre; Yerin, göğün, hayvanların ve insanların olmadığı bir zamanda kaos hüküm sürüyordu. Her taraf su ile kaplanmıştı ne güneş ne yer ne de yıldızlar vardı her taraf karanlıktı. Ancak yaşamın ve hayatın temeli olan Ak Ana adlı bir varlık suda yaşıyordu. Henüz hiç bir şey yaratılmamışken ve sadece uçsuz bucaksız sular varken sonsuz sulardan çıkarak hayatın başlangıcına dair ne varsa hepsine ruh vererek yaşam döngüsünü başlatmıştır. Ak Ana ansızın suyun yarsına kadar çıktı ve şöyle dedi "Yap o zaman yaptıklarım olucak de yoksa yaptığım olmadı deme." Bunları söyledikten sonra Ak Ana suda kayboldu ve bir daha asla geri dönmedi. Ülgen'de insanları yarattıktan sonra onlara şöyle bir talimat verdi "Olan şeye yok deme eğer yoktur dersen var olan şeyde yok olur." Ülgen sudan çıkan Ak Ana'nın talimatı ile önce yeri sonra sırası ile güneşi, ayı, yıldızları ve insanları yarattı. Ancak Ülgen ilk önce ne yapması gerektiğini bilmediğinden şaşıp kaldı. Yeri yaratmak için toprağa ihtiyacı vardı. Toprağın olmadığın bu çağda sadece su vardı. Ülgen'de yeri yaratmak için suya indi bu vakit Erlik adlı biri Ülgen'e yaklaştı. Ülgen ona; "Sen kimsin ?" dedi ve Erlik cevap verdi; "Ben toprak bulup karayı yaratmak için geldim." Ülgen'de sinirlenip şöyle dedi; "Benim yaratamadığımı sen nasıl yaratacaksın ?" Erlik ise cevap verdi; "Ben şimdi toprağı nasıl ve hangi maddeden yaratıldığını bulucam." Ülgen'de; "Toprağı yaratmayı sen nasıl bilebilirsin ?" dedi. Eğer sen toprağı bulabilirsen ben de öfkemi engelleyeceğim ancak çabuk bul diye ekledi Ülgen. Erlik Ülgen'e şunu dedi; "Eğer öfkelenmezsen suyun birinden sana toprak bulurum." ve Erlik vakit kaybetmeden suya daldı. O suyun dibinde bir dağ buldu ordan bir parça toprak koparıp ağzına aldı sonra sudan çıkarak ağzındaki toprağı Ülgen'in eline tükürdü. Ülgen toprağı suyun üzerine attı ve Ak Ana'nın öğrettiği gibi "Yaptıklarım olacak." dedi. Toprak büyümeye başladı suyun üzerinde bir kara parçası oluverdi.


Türk Mitolojisi Yaratılış Bölüm 2:
 
Spoiler: GösterGizle
Ülgen ikinci kez Erliği suyun dibine çamur getirmeye gönderdi. Bu defa Erlik kendine has bir dünya kurmak için çamurdan bir kısmını Ülgen'e verse de bir kısmını ağzına gizledi. Yaptıklarım olacak deyince toprak büyümeye başladı. Tam boğulacağı sırada Erlik ağzında olan toprağı yere tükürdü ve dümdüz olan kara Erliğin tükürdüğü toprakla alçaklı yüksekli oldu. Dereler, tepeler böylece yaratılmış oldu.

Bunu gören Ülgen kızarak şöyle dedi; "Sen neden böyle bir şey yaptın ?" Ülgen onu azarladıkça orda biten bir ağaca yaslanarak onu dinleyen Erlik şöyle cevap verdi; "Ben kendime özgü bir dünya yaratmak istedim." Ülgen ise hala onu azarlamaya devam ediyordu. Nihayet Ülgen bir karara vardı ve kararını bildirdi; "Sen bir daha yeryüzünde kalmayacaksın." Erlik ise onu dinleyerek şöyle cevap verdi; "O halde bana bu ağacın biteceği kadar yer ver." Ülgen ise cevabında; "Sana hiçbir şey vermem." dedi Erlik ağaca yaslanmış bir şekilde ağlamaya, sızlamaya, yalvarmaya başladı. Kalbi yumuşayan Ülgen dedi ki; "Tamam bu yeri götürebilirsin. Ancak bu yerde sen ne yapacaksın onu bana söyle." Ülgen'den bu sözleri duyar duymaz Erlik o saat yerin altına girerek kayboldu. Ülgen ise çimleri çimenlikleri yaratacağını düşünmeye başladı. O anda bir Kırlangıç ağızında çimenlerle uçarak Ülgen'in yanına geldi. Kırlangıç ağzındaki çimenleri yere attı. Çıplak olan yer bir anda çimenlerle kaplandı. Sonra Ülgen ormanı yarattı daha sonra da insanı yaratmaya karar verdi. Kadim Türkler Ülgen'in ilk insanları Altın dağın doğu ve batı taraflarında yarattığına inanıyordular. Ülgen insanlardan önce kendine bir çok hizmetçiler yaratmıştı. Onlardan sonra kemikleri kamıştan, bedenleri kilden olan 7 erkek insan yarattı. Onların kulak ve burunlarından onlara ruh ve akıl üfledi.


Türk Mitolojisi Yaratılış Bölüm 3:

Spoiler: GösterGizle
Ülgen 8. insanı yarattıktan sonra kulağına şöyle dedi; "Sen bil, sen bil." bunu diyerek bu insanı diğer insanlardan daha üstün bir duruma getirdi. Bu 8. insanın ismi Maydere idi. Maydere "Sen bil" emrini tekrarlayarak kamıştan kemiği, kilden'de vücudu olan bir kadın yarattı. Ancak Maydere kadını yaratsada ona nasıl can vereceğini bilmiyordu. Bu yüzden de Ülgen'in gelmesini beklemeye başladı. Erlik'de bundan yararlandı yeraltından çıkan Erlik Maydere'nin yokluğunu fırsat bilip. Kopuz çalıp 9 dilde şarkı söyleyerek kadına can verdi. O günden beri kadınlar 7 çeşit huya 9 çeşit dile sahip oldular.

Anlatılana göre Maydere yalnız kadını değil erkeği de yaratmıştır. Ama Maydere insana şekil verse de ona can veremedi o zamanda Ülgenin yardımına başvurdu. Bundan yararlanan Erlik insanın yanında bekçi olarak kalan köpeği kandırdı. Köpekte onu Maydere'nin yarattığı yeni insanların yanına bıraktı. Maydere'nin Erlik'i; "Neden insanları yanına bıraktın ?" soruna köpek şöyle cevap verdi; "Ben sana yazda, suda ıslanmaz kışta, soğukta donmaz kürk veririm. Sana altı yırtılmayan ayakkabı veririm. Sana açken ölmeyeceğin doyarken semizlemeyeceğin tatlı yemek veririm." dedi. Erliğin köpeği kandıran bu vaatleri Maydere köpeği lanetlemeden önce şöyle açıkladı; "Erliğin kürkte dediği şey senin derini örtecek tüyler, ayakkabı dediği şey tırnaklar pençeler, tatlı yemek dediği her türlü kötü kokan yiyecek." bunları dedikten sonra Maydere köpeği lanetledi ve; "Bundan sonra sen insanların evlerinin dışında yaşayacak, onları ve mallarını koruyacak, insanlar ne verirse onu yiyeceksin." dedi.


Türk Mitolojisi Yaratılış Bölüm 4 (Final) :
Spoiler: GösterGizle
Maydere Ülgen'in yarattığı 7 insanı bir araya toplayarak onlardan birinin Erliğin ruh ve akıl verdiği kötü kokan kadın ile evlenmesini istedi. Maydere'in elinden tutup kadının yanına getirdiği ilk insan; "Bu yaratığın görünüşü ve kokusu farklıdır, kötüdür." dedi. Sırası ile ikinci ve üçüncü insan aynı cevabı verdi ve her üçü oradan uzaklaşarak Altın Dağına gizlendiler.

Ülgen geriye kalan 4 erkekten birinin onun her iki tarafından iki kaburga alarak bu kaburgaları kadına çevirdi ve bu kadını da erkeklerden biri ile evlendirdi. İnsanlık bu sonuncu çiftlerden meydana gelmiştir. Anlatıya göre Ülgen dünyayı 6 günde yarattı 7.gün uyudu, 8.gün uykudan kalktı. Kadim Türkler insanın yaratılışını başka şekilde de anlatırlar. Anlatıya göre Ülgen insanın vücudunu topraktan kemiklerini de taştan yarattı. En sonda Ülgen insanın kaburgasından bir kadın yarattı. O yarattığını erkek ile kadını toprağın üstüne bıraktı ve onlara nasıl ruh vereceğini düşünmeye başladı.

O zamanda o tüysüz canlı bir köpek yarattı ki erkek insan ile dişi insanı korusun. Kendi ise onlara ruh getirmek için gitti. O sırada Erlik çıkıp geldi köpek havlamaya başladı bunu gören Erlik şöyle dedi; "Ben senin bedenin soğukta üşümeyesin, sıcakta yanmayasın diye tüy ile kaplamaya geldim ve bu iki insana da ruh vermeye geldim." Köpek şöyle dedi; "Eğer dediklerini yapacaksan ben sana izin veririm." Erlik sonra şöyle söyledi; "Sana ne verirsem ye." Köpek Erliğin pisliğini yedi ve onun vücudu tüyle kaplandı. Erlik sonrasında insanlara dediği gibi ruhlarını verdi ve ortadan kayboldu.

Başka bir anlatıya göre Ülgen bu durumu nasıl telafi edeceğini düşünürken bir kurbağa yaklaşıp ona şöyle dedi; "Neden insanları mahvetmek istiyorsun ? Bırak istedikleri gibi yaşasınlar. Ölenler ölecek, kalanlar ise yaşayacak." dedi Ülgen kurbağayı dinledi ve insanların yaşamasına izin verdi sonra Ülgen düşündü ki insanların yaşaması için ateşi yaratmak lazım. İnsanlar çıplaktılar soğuktan donuyor ve yiyeceklerini çiğ çiğ yiyorlardı. Kurbağa Ülgene şöyle dedi; "Dağın üzerinde kavak ağacı var git ondan ateş al." Ülgen ağacın kovuğunu soydu ve taş yardımı ile ateşi yaratıp insanlara verdi. Ülgen bu çifte ki adları Törüngey ile Eje idi şöyle dedi; "Bütün gördüklerinizden yiyebilirsiniz ancak bu ağacın meyvesini yemeyin." Ülgen bunları dedikten sonra kayboldu. Kaybolmadan önce insanları ve meyveleri korumak için bir yılan yarattı. Törüngey ile Eje mutluluk içinde yaşamaya başladılar onların istediği bütün yiyecekler doğada vardı. Doğa ise ne soğuk ne de sıcaktı. Ancak Ülgen'in yokluğunu fırsat bilen Erlik gelerek insanlara şöyle dedi; "Ülgen size kötü meyveleri yemeyi yasaklamayıp iyi meyveleri yemeği yasaklıyor. Çünkü iyi meyveleri kendine saklıyor." Törüngey ile Eje Erliği dinlediler onu sözün tuttular ve yasak meyveyi yediler. İlk olarak Eje meyveyi ısırdı çok tatlı olan meyveyi yemekle kalmayıp kocasının ağzına sürttü.

Her ikisinde meyveyi yemeleriyle tüyleri döküldü ve çıplak olduklarının farkına vardılar kaçıp ağaçların arkasına saklandılar insanları meyveden ve Erlikten koruyamayan yılan lanetlendi. Ülgen geri döndüğünde insanları bulamadı ve ne olduğunu öğrenmek için seslenmeye başladı saklanan çift onun sesine ses verdi Ülgen onlara; "Neden yanıma gelmiyorsunuz ?" diye sordu onlar ise; "Biz utanç duyuyoruz." dediler. Ülgen bunu üzerine; "Utanç duymanıza gerek yok, gelin." dedi.

 Erkekle kadın bir kaç yaprak koparıp ayıp yerlerini kapayarak Ülgenin karşısına çıktılar. Ülgen her şeyi anladı ve sinirlenerek şöyle dedi; "Ben size bu ağacın meyvesini yasaklamıştım. Neden beni dinlemeyip yediniz ? Madem ki beni dinlemediniz o zamansa yeryüzüne inin ve ölüm saatinizi bekleyin." Yalvarsalarda Ülgen son hükmünü verdi ve şöyle dedi; "Bundan sonra Eje sen çocuk doğuracaksın, canından can ayrılacak, doğum acılarını, sancılarını sen çekceksin. Sen Törüngey kadına kandığın için elinin zahmeti ile kendine yiyecek bulacaksın soğuk, sıcak demeden çalışacak rızkını kendin kazanacak ailene bakacaksın ve siz bunlardan sonra ölümü tadacaksınız." dedi.

Aradan yıllar geçti Ülgen hayvanları, kuşları, balıkları yarattı içinden "Yer olsun" deyip yeri yarattı. "Gök olsun" deyip göğü yarattı. Törüngey ile Eje'nin 9 oğlu ve 9 kızı oldu erkek kardeşler kendi kız kardeşleri ile evlendiler onlardan da ilk insanlar türedi. İnsanlar kendi rızkını kazanmaya başladılar. Ürediler, çoğaldılar, savaştılar, ilk kanı döktüler, öldüler, öldürdüler, yaşlılığın, hastalığın ölümün ne olduğunu bildiler.
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


#13 - 10.04.2020 06:47
Erlik Han ayrıca Türk mitolojisinden Marvel çizgi romanlarına konu olan tek karakterdir. Aşağıda Doctor Strange ile bir kapak görseli yer almaktadır.

Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


#14 - 10.04.2020 15:48
Kamlar ile ilgili hikaye & efsanelere başlamadan önce onlar hakkında bilgilendirmek istedim.

Kam ve Kam davulu


KAM



Kam kelimesi, Türk, Altay ve Moğol halk kültüründe büyücü din adamı, topluluklarda doğaüstü güçlerle iletişime geçtiğine inanılan din adamı olarak adlandırılır. Ayrıca şamanlar için "Toyun" kelimesi de kullanılır, efendi / sahip anlamı taşımaktadır. İki tür kam vardır. Nom ve kam. Nomların Kamları bilgileriyle mağlup ettiklerinden bahsedilir.

Akkam (Aktoyun): İyi Ruhlarla iletişime geçtiğine inanılan şaman.
Karakam (Karatoyun): Kötü Ruhlarla iletişime geçtiğine inanılan şaman.


                    Kamın görevlerinden bahsedecek olursak; ruhlarla irtibat kurabilir, dualarıyla hastaları sağaltabilir ve törenlerle kötü ruhları kovabilir. Aynı zamanda büyücü ve hekimdir. Değişik ritüelleri / ayinleri yerine getirir. İnanışa göre Tanrı ilk şamanı yarattığında onun evinin önüne sekiz dallı bir ağaç dikmiştir. Bu nedenle her şaman kendisini temsil eden bir ağaç diker. Bu ağaca “Turuğ” adı verilir.  Rivayete göre Tanrı Ülgen ilk şamana “Senin adın bundan böyle Kam olacak” diyerek adını vermiştir.  Gök Tanrı tarafından bu göreve getirildiğine ve üstün güçlerle donatıldığına ve ruhlar alemi ile insanlar arasında aracı olduğuna, bazı gizli bilgiler taşıdığına inanılır. Şaman kendi özel yöntemiyle ulaştığı coşa (vecd) yani kendinden geçme halinde, ruhunun göklere yükselmek, yeraltına inmek ve oralarda dolaşmak gibi yetenekleri bulunur. Coşku halinde ruhlarla iletişim kurar. Bu coşkuya ulaşabilmek için müzik ve ritim büyük öneme sahiptir. Dans ederek kendinden geçer. Maddi dünya ile olan bağlar zihnen kopar. Bu aslında bir çeşit delilik halidir. Bütün kamların çok derin sezgileri, geniş düş güçleri vardır. Derin bir coşkunluğa kapılarak kendinden geçer. Gökleri ve uzayı, yeraltı dünyasını gezdiğine, ruhları gördüğüne, bütün gizli alemleri dolaştığına inanılır. Şaman ruhları egemenliği altına alarak, ölüler, doğa ruhları ve şeytanlarla ilişki kurar. Şaman, gerektiğinde yardımcı ruhları dünyanın her yanına dağılmış olsalar bile olsalar çağırabilir. Bu çağrıyı davul veya tefini çalarak yapar. Şamanizmde tanrı-doğa-insan arasında sürüp giden ve hiç kopmayan bir bağlantının bulunduğu öngörülür.


Kamlar ile ilgili bazı kelimeler:

Coşa: Coşa, Şamanın kendinden geçmesidir. Vecd, trans hali. Şamanların, evliyaların yaşayabileceği bir deneyimdir. Maddi dünya ile olan bağlar kopar. Deliliğin geçici bir türü olarak dahi görülebilir. Müzik ve ritim ile sağlanır.

Turuğ:Tanrı ilk şamanı yarattığında onun evinin önüne sekiz dallı bir ağaç dikmiştir. Bu nedenle her şaman kendisini temsil eden bir ağaç diker. Bu ağaca “Turuğ” adı verilir.

Emegey:Altay şamanizminde ve halk inancında şaman ruhudur. "Emeget" veya "Emeket" de denir. Şamanın varlığında kök salar. Kel ve parmak kadardır. Bu ruh olmadan şaman olunamaz. Şamana yol gösterir. Şaman öldüğünde kuş görüntüsünde dışarı çıkar. Şamanın mezarının yanında veya üstünde büyüyen ağacının üzerinde mezarın saygınlığını ve temizliğini korur.

Keltegey:Altay şamanizminde Kam’ın (şamanın) koruyucu ruhudur. Keleni olarak da söylenir. Şaman kaçan ruhları geri getirmesi için Keleni’yi gönderir.



KAM DAVULU(TÜNGÜR)



Bir kamın vazgeçilmez kutsal çalgısı davuldur. Türk kamlarının ritüellerde kullandığı davulun ismi Tüngür'dür. Bu iletimde birazda tüngürden bahsedeceğim. Ayrıca Altay kamların obru dedikleri bir de tokmak vardır. Bu tokmak tıpkı davul gibi kutsal kayın ağacından yapılır.

                    Şamanlıkta coşa; insanlar ve ruhlar arasındaki bağlantıyı kurmak için kamlar tarafından icra edilmesi gereken en önemli ritüeldir. Bir kamın coşa tekniği uygulamasında kullandığı başlıca enstürman tüngür dediğimiz kam davuludur. Tüngürü bir kamın kullanması gerekir. Tüngür olmadan da coşa yapan Türk kamlarda vardır. Örneğin kam olan Kırgızlar, Lebed Tatarları ve bazı Saka boyları da ok ve asa ile coşa gerçekleştirebilirler. Türk kam davullarının yapısı hemen hemen aynıdır ve geçmişten gelen sembolleri barındırır, bu semboller atalarımızın mesajlarını iletmektedir. Tüngür insanların isteklerini ruhlara ileten, öteki alemin iradesini de insanlara çattıran  tek kutsal enstürman olarak algılanır. Tüngür şamanın manevi eşidir.


Tüngürün üstünde bulunan figürler:

1. Yer ile gök arasındaki bağlantıyı kurar. Dünya'yı 2 parçaya, bu çizgiyle çakışık çizgi ile toplamda 4 parçaya böler.
2. Yer ile gök arasına girmiş çelik.
3. Uçmağ, ölenlerin gittiği bugün ki manada Cennet.
4. Yer altı alemi ve Kızıl Tamunun efendisi Erlik Han'ın söz sahibi olduğu kötülükler alemi.
5. Gök 17 kattır, kam buraya ancak bir kurban ve ruh aracılığıyla çıkar. Atlar Gök-Tanrı inancında en önemli kurbandır. Ayrıca ruhları gök alemine atların çıkardığına inanılır.
6. Türklerde kuşlar kutsaldır. Yine gök alemi ile yer arasında bağlantı kurabilen canlılar olarak anılır. Kuşlar kamlara yardımcı olur.
7. Geyikler, Gök-Tanrı inancında kutsal canlılardır. Yine kamın en önemli kurbanlarındandır.
8. 3 çizgi, eğer ağacın altındaysa dağ demektir. Eğer gök alemine yakınsa gök kuşağı olduğu var sayılır. Burada bulunan üç çizgi, dağ ve üstünde bulunan ağaç da yaşam ağacı.
9. Burada kama yardımcı ruhlar bulunuyor. Eğer 7 insan varsa Tanrı Ülgen'in kızlarıdır. Kamlara yardımcı ruhlar burada yer alır.
10. Gök alemi, Tanrı Ülgen'in oturduğu yer. Burada ay, güneş ve yıldızlar vardır.
11. Gök alemi, Tanrı Ülgen'in oturduğu yer. Burada ay, güneş ve yıldızlar vardır.


Sanıskan közi sekte, kanı közi kazanda. - Saksağanın gözü leşte, Kâmın gözü kazanda.
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


#15 - 10.04.2020 20:09
Ergenekon Destanı


Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk’e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleştiler, Türkler’in üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma da başladı. On gün savaştılar. Sonuçta Türkler üstün geldi.
Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları, beğleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki:
“Türkler’e hile yapmazsak halimiz yaman olur !”
Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Türkler,
”Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar” deyip artlarına düştüler. Düşman, Türkler’i görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yenildi. Düşman, Türkler’i öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler.
O çağda Türkler’in başında İl Kagan vardı. İl Kagan’ın da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Kagan’ın bir de Tokuz Oguz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz Oguz tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: “Dörtbir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım.” Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler.
Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu.
Türkler’in vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı’ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye “ERGENEKON” dediler.
Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oguz’un birçok çocukları oldu. Kayı’nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oguz’un daha az oldu. Kayı’dan olma çocuklara Kayat dediler. Tokuz’dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon’da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüz yıl geçti.
Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon’a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki:
“Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtlar varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon’dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım.”
Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon’dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki:
“Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir.”
Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun-kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tanrı’nın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu.
Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk’ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt’un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon’dan çıktılar.
Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türkler’in bayramı oldu. Her yıl o gün büyük törenler yapılır. Bir parça demir ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kaganı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar.
Ergenekon’dan çıktıklarında Türkler’in kaganı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi. Börteçine bütün illere elçiler göderdi; Türkler’in Ergenekon’dan çıktıklarını bildirdi. Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türkler’in buyruğu altına gire. Bunu kimi iyi karşıladı, Börteçine’yi kagan bildi; kimi iyi karşılamadı, karşı çıktı. Karşı çıkanlarla savaşıldı ve Türkler hepsini yendiler. Türk Devleti’ni dört bir yana egemen kıldılar.
Türk Beğleri, Ergenekon’dan Çıkış Gününü Kızgın Demir Döğerek Kutluyorlar.
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


XIV

*
v2 Oyuncusu
#16 - 10.04.2020 20:10
Ergenekon Destanı


Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk’e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleştiler, Türkler’in üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma da başladı. On gün savaştılar. Sonuçta Türkler üstün geldi.
Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları, beğleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki:
“Türkler’e hile yapmazsak halimiz yaman olur !”
Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Türkler,
”Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar” deyip artlarına düştüler. Düşman, Türkler’i görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yenildi. Düşman, Türkler’i öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler.
O çağda Türkler’in başında İl Kagan vardı. İl Kagan’ın da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Kagan’ın bir de Tokuz Oguz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz Oguz tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: “Dörtbir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım.” Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler.
Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu.
Türkler’in vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı’ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye “ERGENEKON” dediler.
Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oguz’un birçok çocukları oldu. Kayı’nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oguz’un daha az oldu. Kayı’dan olma çocuklara Kayat dediler. Tokuz’dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon’da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüz yıl geçti.
Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon’a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki:
“Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtlar varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon’dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım.”
Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon’dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki:
“Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir.”
Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun-kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tanrı’nın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu.
Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk’ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt’un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon’dan çıktılar.
Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türkler’in bayramı oldu. Her yıl o gün büyük törenler yapılır. Bir parça demir ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kaganı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar.
Ergenekon’dan çıktıklarında Türkler’in kaganı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi. Börteçine bütün illere elçiler göderdi; Türkler’in Ergenekon’dan çıktıklarını bildirdi. Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türkler’in buyruğu altına gire. Bunu kimi iyi karşıladı, Börteçine’yi kagan bildi; kimi iyi karşılamadı, karşı çıktı. Karşı çıkanlarla savaşıldı ve Türkler hepsini yendiler. Türk Devleti’ni dört bir yana egemen kıldılar.
Türk Beğleri, Ergenekon’dan Çıkış Gününü Kızgın Demir Döğerek Kutluyorlar.


İşte bu okunmalı.
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


#17 - 12.04.2020 04:09
Iskandinav mitlerini çok okudum, mitoloji merak uyandıran bir şey
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


#18 - 12.04.2020 04:40
Degei
Degei, Dengei Fiji halkının inanışında Kauvadra tepelerinde yaşayan bir yılan tanrının adıdır. Fiji halkının inandığı en büyük tanrılardan biridir. Fiji adalarının ve adalarda yaşayan tüm erkeklerin yaratıcısı olduğuna inanılıyor. O, insanları öldüklerinde ruhları yargılayan ve öbür dünyada nereye taşınacaklarına karar veren kişidir. Bir insan öldüğünde ruhu güneşli dünyadan sisli ve soğuk ölüler diyarına gider ve orada Degei tarafından sorguya çekilir. Uzun tırnaklarından tanınan tembel insanlar cezalandırılır, çalışkan ve üretken olanlar ödüllendirilir.

Fiji mitolojisinde ilk insanlar: Efsaneye göre, başlangıçta her yerde sadece su ve alacakaranlık vardı ve sadece bir ada vardı, dünyanın kenarında bir yerde yüzen ve gündoğumu sırasında görülebilen Tanrıların adası. Degei yalnızdı ve yaşayan tek canlı Turukawa adlı dişi şahindi. Turukawa konuşamıyordu ve yaptığı tek şey, bir yuva oluşturmak için yaprak ve ot toplayarak Dünya'nın etrafında uçmaktı. Ve sonunda iki yumurtası oldu. Büyük Tanrı Degei iki yumurtayı evine götürdü, burada onlar için bir yatak yaptı ve onları vücudu ile sıcak tuttu. Yumurtalardan iki küçük insan çıktı, onlar onun çocuklarıydı. İlk insanlar doğduktan sonra, Degei'nin onlar için bir sığınak inşa etti, besledi ve doğanın sırlarını öğrettiği. İlk insanlar büyüdüğünde birbirleriyle tanıştılar ve Degei'den ateşin gücünü nasıl kullanacaklarını ve Tanrıların yiyeceklerini nasıl yiyeceğini göstermelerini istediler ve böylece Degei onlara öğretti. Ve bir süre sonra ilk insanlar Degei'den ayrıldı ve kendi başlarına yaşamaya başladı ve ilk çocuklarına sahip oldu.
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


#19 - 12.04.2020 14:03
Minotor
Karakterler:
Theseus: Minotor’u öldüren Atina’nın veliahtı, daha sonra kralı.
Ariadne: Theseus’a âşık olan kral Minos’un kızı.
Aigeus (Egeus): Theseus’un babası, Atina’nın kralı.
Aithra (Ethra): Theseus’un annesi.
Minos: Girit Kralı.
Pasiphae: Minos’un karısı.
Daidalos: Labirenti inşa eden mimar.
Poseidon: Yunan mitolojisinde denizler, depremler ve atlar tanrısı.

Girit’te hüküm süren güçlü kral Minos, gücünü kanıtlamak için denizler tanrısı Poseidon’dan ona kurban etmek üzere bir boğa vermesini ister. Poseidon boğayı Minos’a verir. Fakat hayvan, Minos’un hoşuna gider ve Minos, boğayı kurban etmez. Bunun yerine başka bir boğayı kurban eder. Poseidon bunu fark ettiğinde çok sinirlenir ve Eros'tan okuyla Minos’un karısını boğaya âşık etmesini ister. Minos’un karısı Pasiphae, boğayla çiftleşir ve yarı insan yarı boğa bir çocuk doğar.İnsanlar bir süre sonra çocuğa "Minotor" yani "Minos'un boğası" derler. Minotor herkese zarar veren bir yaratıktır ve bunun üzerine mimar Daidalos’un yaptığı Labyrinthos adlı, içinden kimsenin çıkamayacağı yapıya kapatılır.


Girit kralı Minos’a yenilen Atinalılar, haraç olarak yedi yılda bir en güzel yedi genç erkek ve yedi genç kızı Minotor’a kurban olarak göndermek zorundadırlar. Kurbanları götüren gemi, siyah yelkenlidir. Theseus, Minotor’u yenip, bu kurban işine bir son vermek istemektedir. Babası vazgeçirmeye çalışsa da, sonunda bir şartla buna izin verir. Eğer Theseus, Minotor’u öldürebilirse, Atina’ya dönerken, gemiye siyah yelkenler yerine beyaz yelkenler takacaktır.
Kurbanlar ve Theseus, Girit’e geldiklerinde, onları labirente götürürler. Minos’un kızı Ariadne, kurbanlar halka gösterilirken Theseus’a âşık olur ve Theseus’a labirentten çıkabilmesi için basit bir strateji önerir. Buna göre Theseus, kızın verdiği ipliği labirentin girişine bağlayacaktır ve dönerken ipi takip ederek çıkışı bulabilecektir. Theseus labirente girdiğinde Minotor ile başa baş bir savaşa girer, Ariadne'nin dediği gibi Minotor'a eski adıyla seslenerek Minotor'u bir süre şaşırtır ve durumdan yararlanarak Theseus, Minotor'u öldürür. Theseus, Atinalı kurbanlar ile ipi takip ederek çıkışa ulaşır ve Ariadne’yi de yanına alıp Atina’ya doğru yola koyulur. Ancak beyaz renkli yelkenleri açmayı unutmuştur. Kıyıdan siyah renkli yelkenleri gören babası Egeus, oğlunun öldüğünü düşünerek aşağıdaki denize atlayarak intihar eder ve sonra insanlar onun adını anmak için atladığı denize onun adı yani "Ege Denizi" denir. Böylece Theseus, Atina kralı olur.
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok