Black Bandit Boys
Üyelerinin yaş ortalaması 18-22 olduğundan, diğer çetelere kıyasla daha genç bir yapıya sahiptir.
WBBB, 232 Street ve 248 Street olmak üzere iki ana gruba ayrılmıştır.
En aktif yapılanması 232. Cadde’de bulunur. Nesil yapısı Insane Crips’e benzer; eski üyeler Outlaw’dan ayrıldığından, Haydutlardan kopan daha genç üyeler bu yapılanmaya katılmıştır.
Blacc Bandit Boys’un Batı sahillerinde oldukça aktif olduğu biliniyor. Çoğu çatışmadan galip çıkmaları, rap kariyerlerini güçlendirmiş ve onlara yeni üyeler kazandırmıştır. Bölgeden KnoccOut gibi birçok rapçi geniş bir takipçi kitlesine ulaşmış, grubun adını Los Angeles çete sahnesinde duyurmuştur. Hatta bazı şarkıları Batı yakasında oldukça popüler hale gelmiştir. Vice şehrinde ise yine toparlanma sürecine geçmiş ve kendilerini bölgede kanıtlamaya çalışmaya devam etmişlerdir.
"Hiçbir Yol Geriye Gitmiyordu" – Vice'a Kaçış Hikayesi
Los Angelas arka sokakları, birçok genci ya toprağa ya da demir parmaklıkların ardına gömmüştü. Bu sokaklar ne masumiyet barındırıyordu, ne de ikinci bir şans. Tristan, Darius ve Rayquan, işte bu sokaklarda büyümüştü. Üçü de farklı ailelerden, farklı mahallelerden gelmişti ama kader onları çocuk yaşta sokaklarda kardeş etmişti. Aralarında kan bağı yoktu belki, ama paylaştıkları hayatta kalma mücadelesi, onları birbirine kenetlemişti.
Yıllar boyunca küçük işler yaptılar. Ufak tefek soygunlar, sokak satışları, arada bir çıkan mahalle kavgaları… Ancak hiçbir zaman büyük oynamadılar. Çünkü büyük oynamak, büyük düşmek demekti. Ama hayat, her zaman kontrollü kalmazdı. Özellikle o gece gibi...
Bir sonbahar gecesiydi. Hava Los Angelas için bile fazlasıyla gergindi. Üçü de parasız, umutsuz ve daralmış hissediyordu. Artık ne bir çıkış planları vardı, ne de bekleyecek sabırları. Rayquan, “Bu şehir bizi ya mezara sokacak ya da hapse,” demişti. Ve işte o an, ip koptu.
Üçlü, bölgede adı bilinen ama çok da sevilmeyen bir "torbacı"yı hedef aldı. Adam yalnız geziyordu, arabası da modifiyeli bir Sultan’dı — hızlı, güçlü ve kaçmak için ideal. Plan basitti: Adamı etkisiz hâle getirmek, arabasını almak ve bir daha Los Angelas'a dönmemek. Ama işler hiçbir zaman planlandığı gibi gitmezdi.
Darius adamı gözcülük yaptığı köhne bir sokakta kıstırdı. Tristan, soğukkanlı bir şekilde yaklaşıp onu konuşturmaya çalıştı. Rayquan ise aracı çalıştırmakla meşguldü. Ama adam direnince, kısa sürede iş kavgaya döndü. Tristan bıçak çekti, adam boğuşmada omzundan yaralandı. Kan aktı. Sessizlik bozuldu. Vicdanlar susmak zorunda kaldı. Adamı orada, kanlar içinde bıraktılar ve araca atlayıp Los Angelas'ın lanetli sokaklarını arkasında bıraktılar.
Gece boyu sürdüler. Yol boyunca kimse konuşmadı. Aracın içini sadece motorun uğultusu ve geçmişin ağırlığı dolduruyordu. Her biri içten içe ne yaptıklarının farkındaydı. Artık dönüş yoktu. Sıradan hayatlar çoktan arkada kalmıştı. Sabahın ilk ışıklarında Vice şehrinin tabelası gözükmeye başladığında, üzerlerinde yorgunluk değil, garip bir hafiflik vardı. Kaçtıkları şehir artık görünmüyordu, önlerinde ise neyle karşılaşacaklarını bilmedikleri bir hayat uzanıyordu.
Vice şehri, dışarıdan renkli neonlarla süslenmiş bir cennet gibi görünüyordu ama iç yüzü çok daha karanlıktı. Yeni gelenlere kucak açmaz, acımasız bir sınav sunardı. Onlar da bunun farkındaydı. Ama bu şehirde kaybolmak, Los Angelas'ta ölmekten iyiydi.
Bir süre sokaklarda takıldılar, geçici yerlerde kaldılar. İş bulmak kolay olmadı, çünkü üzerlerinde hâlâ eski günlerin kokusu vardı. Ama üçü de zorluklara alışkındı. Hayatlarını tekrar kurabilecekleri, dikkat çekmeyecek bir yer aradılar. Böylece, Vice’ın güney taraflarında bulunan Willowfield adlı mahalleye geldiler.
Willowfield, Vice’ın arka yüzüydü. Gösterişli ışıkların ulaşmadığı, gerçek sokakların konuştuğu bir bölge. Burada kimse soru sormaz, kimse seni tanımak istemezdi. Mahalle; yoksulluğun, suça karşı duyarsızlığın ve hayatta kalma güdüsünün birleşimiydi. Tam da onların aradığı yerdi.
Üçü de burada küçük bir ev kiraladı. Eski, dökülen ama güvenli. Günlerini dikkat çekmeden geçiriyor, gece olunca yavaş yavaş şehrin damarlarını keşfe çıkıyorlardı. Geçmiş hâlâ peşlerinden geliyor olabilir, ama Vice’ta her yeni gün yeni bir kimlik, yeni bir fırsat demekti.
Sokak Ambiansı
Vice şehrinin en karanlık köşelerinden Willowfield, yoksulluğun, uyuşturucunun ve şiddetin iç içe geçtiği bir mahalleydi. Yıllar boyu süren büyük göç dalgaları bölgenin sosyoekonomik dengesini iyice bozmuştu. Suç ve istikrarsızlığı fırsat bilen çete sokak sakinleri üzerinde büyük bir baskı kurarak kendini resmen ilan etti. Kısa zamanda kazanılan insan gücünü paraya çevirip sokaktaki gençlerin gözünü boyadılar. Fuhuş partileri, Uyuşturucu ticareti, Silah kaçakçılığı çetenin başlıca geçim kaynaklarından oldu. Mahallenin sahile olan yakınlığıda çete için bir fırsat haline geldi, Faaliyetlerini sahil boyunca yaymak isteseler bile bir kaç girişimden sonra küçük çaplı işlerine
devam ettiler.
Vice Şehiri: Serseri Mayınlar
Darius çoğu zaman evden kaçar, babasının sarhoş bağırışlarından uzaklaşıp mahalle parkında zaman geçirirdi. Tristian ise abisiyle kavga edip evden çıktığında aynı parka gider, saatlerce basket topunu yere vururdu. Rayquan ise annesinin uzun vardiyalarında tek başına kalmamak için sokaklarda gezerdi. O günlerin birinde, parkın köşesinde paslanmış demir potanın altında yolları kesişti. Zamanla aralarındaki bağ güçlendi. Bakkalın önünde beraber kavga ettiler, sokak köşelerinde beraber sigara denediler. Mahallede diğer çocuklarla dalaştıklarında her zaman sırt sırta durdular. Her birinin evinde ayrı dert vardı ama sokakta yan yana geldiklerinde hepsi kendini güçlü hissediyordu. Yılların pekiştirdiği bu dostluk sokaklarına terör ve gözyaşı olarak geri dönecekti. Gençlikte artık başka bir boyuta taşınmıştı. Paslı potanın altında başlayan birliktelik, zamanla uyuşturucu paketleri, çalıntı kasetçalarlar ve gece yarısı kırılan camlarla anılır oldu.
İlk ciddi adımı attıklarında henüz on altı yaşındaydılar. Mahalledeki bir market sahibinin “sizden alışveriş yapanı istemem” demesiyle öfkelendiler. Bir gece dükkânın kepengini taşlarla paramparça edip, içeri dalarak kasadaki parayı aldılar. Çaldıkları para büyük değildi, ama mahallede fısıltı halinde yayılan “bu işi Darius, Tristian ve Rayquan yaptı” cümlesi, onların sokaklardaki ilk gölgesiydi. Onlar için geri dönüş yoktu. Sokaklarda bıraktıkları ilk kan, gelecekte Willowfield’ın tamamını kana bulayacak bir fırtınanın habercisiydi. Darius artık daha sertti. Arkadaşlarını örgütleyen oydu. Tristian kafası çalıştığı için planları kurguluyor, kimin nereden girip nereden çıkacağını hesaplıyordu. Rayquan ise işi en gözü kara şekilde yapıyordu; kavga çıkacaksa ilk yumruğu o atıyordu, kurşun sıkılacaksa ilk parmağı o tetikteydi.
Birlik İçi İşleyiş – Willowfield Çetesi
Gecenin sessizliğini delen siren sesleri, paslı metal çatılardan sekip kaybolurken, Willowfield çoktan karanlığın örtüsüne gömülmüştü. Burada düzen vardı — dışarıdan bakıldığında karmaşa sanılırdı ama içeride işler ince bir dengeye dayanırdı. Herkes yerini bilir, herkes haddini bilmek zorundaydı. Willowfield sokaklarında dönen her şey, bu çetenin kurduğu işleyişin bir parçasıydı.
En tepedeki adama "Söz" derlerdi. Konuşmazdı çoğu zaman, ama suskunluğu bile anlaşılırdı. O ne derse, öyle olurdu. Lafı dolandırmazdı, doğrudan da söylemezdi. Ne yapılması gerektiğini bilenler çoktan anlamıştı. Altındakiler sadece emir almaz, aynı zamanda sezmek zorundaydı. Çünkü burada emir açık verilmezdi, ima edilir ve uygulanırdı.
Hemen onun altında "Denge"ler vardı. Bunlar sokakta düzeni sağlayanlardı. Kuralları onlar koyar, ihlali olanı onlar kaldırırdı. Sokakta kan akmasın diye önce konuşurlar, ama gerektiğinde ilk tetiği de onlar çekerdi. Denge adamları, çetenin nabzını tutanlardı. Birlik içeride onlar sayesinde ayakta kalırdı.
Günlük işleri çeviren, sokakta gezen, topladığı parayı eksiksiz getirenler ise "Yürüyenler"di. Ne gerekiyorsa yapanlardı. Sadık, sessiz, hızlı. Onların işi çoktu, ama söz hakkı yoktu. Kendi içlerinde hiyerarşi yaşanmazdı. Görev verilir, yapılır, geçilirdi. Her yürüyenin hedefi belliydi: bir gün yukarı çıkmak. Ama oraya çıkan azdı, kalanların çoğu ya duvar dibinde biterdi ya da toprak altında.
Willowfield’a yeni giren biri için hayat bir sınav gibiydi. Dostunu da düşmanını da önce içeride tanırdı. Hiç kimse bir anda “bizden” olmazdı. Önce küçük görevlerle başlardı: "O köşeyi tut", "Şunu bırak", "Şunu getir". Her biri bir ölçüydü. Her hareketin bir bedeli, her sessizliğin bir anlamı vardı.
Bu mahallede konuşmalar kısaydı ama bakışlar çok şey anlatırdı. Yanlış bir adım, tüm zinciri oynatırdı. Ve zincirde zayıf halka yoktu — olan da fazla yaşamazdı. Willowfield sokaklarında yükselmek isteyen çoktu, ama o yol terle değil, çoğu zaman kanla döşenirdi.
Ama her şey emirle yürümezdi. Burada kardeşlik vardı. Sırtını dönebileceğin bir omuz, sırrını taşıyacak bir göz. Willowfield Çetesi sadece bir suç örgütü değil, bir sığınaktı. Dışarıda ismi unutulanlar, burada bir kimlik kazanırdı. Ama o kimlik kolay verilmezdi. Kazanılırdı. Korunurdu. Gerekirse uğruna ölünürdü.
Birlik içindeki işleyiş, dışarıdan karmaşık görünürdü ama içeride bu düzen kutsaldı. Willowfield için en büyük tehdit dışarıdan değil, içeriden gelirdi. Çünkü dış düşman belliydi. Ama içteki hain, tetiği en yakın mesafeden çekerdi.
Bu yüzden çete içinde sadakat konuşarak değil, yaşanarak ispat edilirdi. Ve Willowfield'da herkesin gözleri konuşurdu. Gerisi gereksizdi.