AD: KLAUS
SOYAD: WIESELTIER
YAŞ: 24
IRK: ALMAN
MESLEK: POLICE
RÜTBE: POLICE OFFICER II
GESCHICHTE
Klaus Wieseltier, Bielefeld doğumlu. Yirmi dört yaşında, kısa kesilmiş kumral saçlı, dik yürüyen, fazla konuşmayan bir adam. Gözleri gri; bakan çoğu insan bir şey hissedemez, çünkü Klaus bir şey hissettirmez. Ama orada, derinde, hareket etmeyen bir ağırlık var. Genç yaşta Almanya’nın askerliğini tamamlamış, Irak’a gönderilmiş. Orada geçen zaman, Klaus’u şekillendirmiş. Şiddet, yıkım, beklenmeyen anlarda alınan kararlar... Bunlar onun için artık olağan. Emir almadan da iş yapmayı biliyor. Gerekiyorsa emir vermeyi de.
Irak’tan döndüğünde kısa süreliğine babasının kasap dükkânına girdi. Etin nasıl kesileceğini zaten çocukluktan beri biliyordu. Her şeyi ölçüyle yapar: kesim, tartım, paketleme. Ne bir gram fazla, ne bir parça eksik. İşini konuşmadan yapar, insanlara fazla karışmaz. Kasabın camına “hafta içi 6-18 arası” yazmış, ne bir dakika erken açar ne geç kapatır. Müşteri fazla soru sorarsa cevap verir, sessizse daha da iyi. Ona göre herkes işini bilirse dünya düzgün işler. Fazla konuşma gereksizdir.
Ama içten içe, daralıyor. Bielefeld artık küçük geliyor. Her şey sıradan, her şey aynı. Savaşın karanlığıyla gelen düzen ihtiyacı, bu sokaklarda tatmin olmuyor. Almanya’nın kuralları bile fazla öngörülebilir geliyor ona. Özgürlük değil, sorumluluk arıyor. Kendini başka bir sınavın içine atması gerektiğini fark ediyor.
Florida’ya taşınma kararı ani değil, hesaplanmış. İngilizcesi fena değil, ama aksanı her cümlede hissediliyor. Polis akademisine kaydoluyor. Alışık olduğu disiplin burada da işine yarıyor. Sıra dışı değil; ama hatasız. Silah kullanımı, fiziksel yeterlilik, olay yeri yönetimi... Hepsinde dengeli, sakin ve kontrollü. Kimseyle yakınlık kurmaz ama düşman da edinmez. Akademide "Alman" diye çağıranlar oluyor. Gülümsüyor, geçiyor. Bazıları ondan çekiniyor, bazıları saygı duyuyor.
Staj döneminde küçük bir uyuşturucu baskınında, ekibi kaçarken içeride kalan bir çocuğu kurtarıyor. Yangın çıkmak üzereyken çocuğu sırtlayıp dışarı çıkarıyor. Üstleri onu bu olaydan sonra not ediyor. Klaus’un içinde katı bir sorumluluk duygusu var: özellikle çocuklara karşı. Sert ama koruyucu. Sokakta yoksul çocuklar gördüğünde cebinde ne varsa çıkarıp veriyor. Kimsesizlere yiyecek götürüyor ama kimseye bundan bahsetmiyor. Reklam sevmez. Yardım ederken görülmek istemez. Bir çocuk ağlıyorsa, konuşur. Belki ilk defa sesini yükseltmeden. Oyuncak vermez, ama diz çöküp göz teması kurar. Ciddiye alır. Çünkü o da bir zamanlar ciddiye alınmak istemiştir.
Stajyerliğini tamamladıktan sonra Memur II oluyor. Üniformayı giydiğinde kendini daha net hissediyor. İnsanların ona baktığında bir şeyleri ciddiye aldığını bilmeleri hoşuna gidiyor. Florida’nın sıcağı, alıştığı kasvetli Almanya’dan farklı. Ter içinde kalıyor, ama şikayet etmiyor. Her sabah saat beşte kalkıyor. Egzersiz, temizlik, kahve. Sade. Sade yaşar, sade konuşur. Ama içinde fırtına yok değil. Geçmişi kolay değil, ama onunla barışık. Bazen gece vardiyasından sonra çocuk parklarında oturuyor. Çocukların oyununu izliyor, tek başına. Belki kendi kayıp çocukluğuna bakıyor, belki sadece sessizliği dinliyor.
Memur II olduktan sonra Klaus’un kafasında tek bir hedef kalmıştı: Çete birimine geçmek. Sokakların gerçek yüzünü, işin pis kısmını istiyordu. Çürümüş yapıları içeriden görmek, doğrudan çatışmaya girmek. Uyuşturucu trafiği, yasa dışı silahlar, insan kaçakçılığı… Ne varsa merkezinde olmak istiyordu. Sıradan devriye işi onun için fazla yüzeysel, fazla steril kalıyordu. Klaus sonuçlarla değil, nedenlerle uğraşmak istiyordu. Suçun köküne inmek. Yalnızca sokaktaki torbacıyı değil, onun patronunu, patronunun finans kaynağını, arkasındaki çürük polisleri öğrenmek istiyordu. Yüzleşmek. Parçası olmak değil — karşısında dimdik durmak.
Klaus biliyordu, çete masası kanlıydı, tehlikeliydi, kirliydi. Ama ona göre gerçek mücadele oradaydı. Kurşunlar orada gelişigüzel sıkılırdı, güven diye bir şey yoktu. İttifaklar yarım ağızlıydı, herkes bir şey gizlerdi. Ve bu, onu rahatsız etmiyordu. Aksine, tam da içine girmek istediği yer buydu. Açık savaş. Göz göze. Gerçek yüzleşme. Çünkü onun gibi adamlara, ancak kaos karşısında yer bulunurdu. Klaus, o yeri istiyordu. Hazırlanıyordu. Sessizce. Adım adım.