JOSEPH VILLACRES
CHAPTER I — "Tetiğin Ucundaki Geçmiş."
19 AĞUSTOS 2009 KAYBOLAN RİTİM, DUVARIN GÖLGESİNDE—
Sıcak, ince toz zerrecikleri çadırların içinde bile nefes almayı zorlaştırırken, helikopter pervanelerinin uzaktan gelen uğultusu yaklaşan operasyonun sinyallerini veriyordu. Joseph Villacres ve John Pearson, askeriyeye birlikte yazılmış, birlikte eğitim almış ve birlikte savaş alanına sürülmüş iki yoldaştı. San Antino'ın kenar mahallelerinden buradaki çölün ve denizin ortasına kadar aynı çamurlu ayakkabılarla yürümüşlerdi. Ama artık adımlar aynı ritimde atmıyordu.Onlar piyade birliklerinde yetiştirilen bir timin parçasıydılar. Görev, terk edilmiş bir köy yerleşkesindeki sivil varlığı doğrulamak ve duşman unsurların gizlenip gizlenmediğini tespit etmekti. Rutin gibi görünüyordu ama rutin, savaşta asla garanti demek değildi. Köyün içlerine doğru ilerlerken Joseph harita koordinatlarını takip ediyor, diğerlerine yönlendirmeleri yapıyordu. John ise o gün garip şekil de sessizdi. Normalde esprili, gevşek davranan John'ın gözlerinde bu kez kararsızlık vardı ya da bu bir tereddüttü. Joseph bunun neye işaret ettiğini bilmiyordu ama hissediyordu, bir şeyler yanlıştı. Dar sokaklı yerleşkenin içine girildiğinde bir çatışma patlak verdi. Beklenmedik şekilde iki noktadan çapraz ateş açıldı. İlk birkaç saniye sadece hayatta kalma içgüdüsüyle geçti. Takım komutanı siper emri verdi ve telsizle üst birimi çağırmaya çalıştı. Takımdan biri omzundan yaralandı ve onun çekilmesi gerekiyordu. Joseph, düşman pozisyonlarını bastırmak için sol kanada yönelirken John'ı sağdan sarmakla görevlendirildi. Fakat birkaç saniye geçti, ardından dakikalar.. ve John'ın bulunduğu pozisyondan hiçbir karşılık gelmedi.Joseph pozisyon değiştirip dostunun yanına ulaştığında John'ın bir duvar gölgesinde yere çökmüş, tüfeği yanına bırakmış olduğunu gördü. Ellerini titreyerek yüzünü kapatmıştı. Donmuştu. Gözlerinde korkudan öte bir şey vardı. "Teslimiyet." Joseph o an içinde büyük bir hayal kırıklığıyla birlikte başka bir şey daha hissetti. "Sorumluluk." Birlikte görevlendirilerek gittikleri bu yerde John kendini, dostunu ve arkadaşlarını korumayı reddetmişti. Bu savaş alanında affedilmeyen bir zaafın ispatıydı. Çatışmadan kurtulmayı başardılar. Tüm bunlardan sonra takım komutanı resmi rapora John'ın durumunu "posikolojik çöküş" olarak yazmak zorunda kaldı. John'ın bu kariyeri resmek bitmişti. Tıbbi gerekçelerle tahliye edilerek San Antonio'ya döndü ve kısa süre sonra tekrar sokaklara karıştı.
26 MAYIS 2010 FEDA EDİLEN GÜVEN—
Aylar sonra başka bir operasyonda Joseph, artık çelik gibi bir lidere bürünmüştü. Ama ger gece çadırına döndüğünde o gün duvarın dibinde çöküp kalan John'ı düşünürdü. O an şunu anlamıştı. "Bazı insanlar birlikte yaşar ama hayatta farklı yönlere savrulurlar. Ve bazen, en iyi dostun bile seni yarı yolda bırakır." Ama Joseph asla affetmedi ve affetmeyecekti. Joseph, sonraki sabah yine çadırını terk ederken gözlerindeki o karanlığın izini silmeye çalıştı. Dışarıda güneş, çölün üzerine acımasızca iniyordu; kum zerrecikleri rüzgârla birlikte her yere doluyordu. Kahramanlık nutukları artık uzak birer yankıydı; geriye kalan tek gerçek, kıyıya dönük moralinin neredeyse kaybolmuş olmasıydı.Görev üssüne yürürken, diğer bölükten takıma yeni dahil olmuş genç erlerden Ramirez, sessizce yanına yaklaştı. “Sizce John...” diye başladı, cümlesini tamamlayamadan gözlerini kaçırdı. Joseph, çenesini sıkarak yere baktı: “John burada değil, Ramirez. Geçen aylarda tahliye edildi.” Genç asker, tereddütle devam etti: “Peki onu hiç görecek miyiz? Nasıl olduğunu merak ediyorum.” Joseph başını hafifçe salladı, ama içinden geçeni söylemedi: “Bazı yaralar görülmez, Ramirez. Onlar, insanın içine işleyen sessiz çığlıklardır.”O akşam möbetten döndüklerinde, Joseph inzivasına çekildi. Eski bir kitap çantası çıkardı çadırının köşesinden; içindeki tek armağan, bir dönem John’ın hediye ettiği küçük pusulaydı. Pusulanın iğnesi, kuzeyi gösteriyor ama Joseph’in kalbi, yıllar önce John’la paylaştığı güvenden çok uzak bir yerde duruyordu. Bir radio mesajı aniden sessizliği bozdu: “Acil çağrı bulunuyor. Uzak bir sivil yerleşkeden kurtarma operasyonu talebi.” Joseph, telsizden gelen koordinatlara baktı ve derin bir nefes aldı. Sorumluluk duygusu, tekrar omuzlarına çökmek üzereydi. O an aklına John geldi: siperin dibinde titreyen dostu, teslimiyeti seçmişti. Peki ya John’ın hikâyesi başka bir noktasında yeniden yazılmayı bekliyorsa?
20 AĞUSTOS 2017 SAVAŞÇIDAN SUÇ DÜNYASINA, JOHN PEARSON—
John, San Antonio’ya ayak bastığında kendini yabancı bir şehirde hissediyordu. Bir zamanlar omuz omuza savaştığı arkadaşlarının yüzleri zihninde bulanıklaşmıştı; artık geriye yalnızca suçun çekiciliği kalmıştı. Sokak köşelerinde, toz tutmuş tabelaların altında duyduğu fısıltılar onu aranan bir çeteye yönlendirdi: “Los Hijos de la Sombra.” Polis kayıtlarında ‘gölge çocuklar’ olarak geçen bu grup, organize suç dünyasının en sinsi ve en profesyonel halkalarından biriydi.İlk etapta John, küçük görevlerle başladı: gözetleme, silah taşıma, arazi keşfi. Her işin sonunda çeteden aldığı küçük paylar, ona savaş günlerindeki "görev” duygusunu hatırlatıyor; hayatta kalmak için ne gerekiyorsa yapması gerektiğini fısıldıyordu. Zamanla zekâsı ve disiplinli tavrı dikkat çekti. Bir seferinde rival bir grubun mal sevkiyatını gecenin kör vaktinde kesintisiz üslenip kontrol ederek, muhbir polislerin bile geri toplamasına engel oldu. Bu başarısı, Los Hijos de la Sombra’nın lideri “El Lobo”nun gözüne girmesini sağladı. El Lobo, John’ın asker geçmişini ve çatışma altındaki soğukkanlılığını seziyordu. Ona özel bir teklif sundu: çeteye ait aşırı riskli bir banka soygununda “planlayıcı ve saha koordinatörü” rolü. Görev basitti ama hataya yer yoktu. John, harita koordinatları, zayıf polis devriye noktaları ve kaçış rotalarını hafta boyunca çalıştı; cephede kazandığı stratejik sabrı şimdi sokaklara taşıyordu. Soygun gecesi, polis helikopterlerinin uğultusu aynı savaş alanındaki kadar keskin geldi; fakat John zamana hükmediyordu. Vurdulu kırdılı çarpışma olmadan, tam on dakikada banka kasasına ulaşmayı, parayı almayı ve ekipmanları enkaz halindeki atölyesine taşımayı başardı.
Bu başarı John’ı çetenin ikinci adamı konumuna yükseltti. Artık sadece talimatlar almıyor, talimat veriyordu. Gündüzleri çamurlu asker botlarını hatırlatan siyah botları, geceleri caddelerde dolanıyor; kamuflajı yerini şık ceketler, askeri üniforması yerini keskin bir bakışa bırakıyordu. Polis dosyalarında adı, “yüksek düzey organize suç faaliyeti” şerhiyle anılıyordu. Tepedeki El Lobo bile zaman zaman John’ın soğuk hesaplarını kıskanıyordu. Fakat her ne kadar başarı basamaklarını tırmanırken bir süre gurur duysa da içindeki boşluk, işlettiği karanlık işten daha derindi. Bir zamanlar omuz omuza savaştığı dostlarının yüzleri, her gece rüyalarına giriyor; vicdanıyla hesaplaşmasının sesi giderek yükseliyordu. Yine de çetenin hiyerarşisinde yukarılara tırmanmak, John’ın kendini kanıtlama arzusu, ondan geri adım atmasını engelliyordu. San Antonio’nun karanlık sokaklarında, bir zamanlar savaş meydanında cesur asker olan John Pearson, şimdi acımasız bir suç örgütünde yükselmenin bedelini ödemek üzereydi.
22 HAZİRAN 2025 GÜNÜMÜZ, JOHN PEARSON— John Pearson, Villacres’ın soğukkanlı elleri tarafından kelepçelendiği an, geçmişteki tüm savaşların ve sadakat yeminlerinin ağırlığı omuzlarına çökmüştü. O an, teslim oluşuyla bir savaş daha sona ermişti. Ama bu kez silahlarla değil, yürekle kazanılan ya da kaybedilen bir savaştı. Üzerinden günler geçti. San Antonio’dan yüksek güvenlikli bir cezaevine nakledildiğinde, başı hâlâ öne eğikti. Hapishanenin gri duvarları, dış dünyadan değil, daha çok onun içindeki karmaşadan bir duvar örüyordu. John, geçmişte birçok adamı diz çöktürmüş bir isimdi. Ama şimdi, çöküşe en yakın olan kendisiydi. Gardiyanlar onun bir zamanlar özel eğitimli bir asker, daha sonra ise bir “gölge adam” olduğunu bilmiyordu belki, ama içlerinden biri göz göze geldiğinde şöyle fısıldadı: “Bunların çoğu burada oyuncak gibi. Ama sen farklısın. Bakalım ne kadar dayanırsın.” John, yeni bir düzenin içinde hayatta kalmayı öğrenmeye çalışıyordu. Kendine bir köşe çekip kimseyle konuşmadı. Bazı mahkûmlar onun eski hayatına dair söylentileri duymuştu ama saygı mı yoksa korku mu duydukları belli değildi. Geceleri uyumakta zorlanıyordu. Villacres’ın bakışları gözlerinin önünden gitmiyor, “Bu senin son şansın” deyişi kulaklarında çınlıyordu. O söz, bir emirden çok bir çağrıydı: “Ya şimdi değiş ya da sonsuza kadar kaybol.”
John Pearson, hüküm giyip yeni getirilmiş olduğu yüksek güvenlikli cezaevinin soğuk duvarları arasında hâlâ kendine alışmaya çalışıyor. İçeri adımını attığı ilk saatlerde, tek tip gri tulumların ve metal kapıların yarattığı kasvet, onun gözlerinde tuhaf bir karışımla şaşkınlık, öfke ve çaresizliğin beraberinde yansımıştı. Şimdi ise her sabah 05:30’da çalan alarm ziliyle uyanıyor; hücresindeki küçük pencereden süzülen buğulu ışık, onu hâlâ dışarıdaki hayatı düşünmeye zorluyor. Soygun çetelerinden tanıdığı birkaç eski dostu ayrı bloklarda olsalar da aracı vasıtasıyla haberleşiyor. Çoğu, John’ın niyetini ve karakterini bildiği için ona saygı duyuyor, ancak her an güven bunalımı yaşanabilecek bu ortamda, ilişkiler ince iplerle örülü. John günbegün vicdanının yükünü daha derinden hissediyor. O eski suç dünyasında “zorunlu” olduğuna inandığı her adım, şimdi serbest kaldığında ardında ağır bir pişmanlık bırakacakmış gibi belirdi. Yastığının ucunda dizleri çekip oturduğu anlarda, kaçırdığı kurbanların çığlıkları zihninde yankılanıyor. “O gün başka bir yol seçebilirdim” diye geçiyor aklından. Ailesinden uzak kalmak en çok kalbini sızlatan şey. Tek sorun, köprüleri onarmak için geç kalmış olması: ailesiyle görüşmeye geldiğinde, soğuk bir sessizlikle karşılaşıyor.
Bir gün, kütüphanede askeri psikoloji üzerine yazılmış bir kitap aldı eline. Sayfaları çevirdikçe, kendine ait cümleleri bulur gibiydi. Özellikle altını çizdiği bir satır vardı:
“Bir asker sadece savaşmayı değil, savaş bittikten sonra kim olacağını da öğrenmeli.” John ilk defa ağladı. O gözyaşları yılların yükü, pişmanlığın ağırlığı ve bir adamın karanlıktan kurtulma çabasıydı. Günlük tutmaya başladı. Yazdıkları arasında Villacres’a hiç değinmedi. Ama her satırda ona söyleyemediklerini fısıldar gibiydi. “Adaleti temsil eden adam, beni düşman bellemedi. Bana bir şans verdi. Bu şansı cezaevinden çıkmak için değil, içeride bir insan olarak kalmak için kullanmalıyım.” Kendi isteğiyle rehabilitasyon programına yazıldı. Uyuşturucu suçlularına yönelik bir oturumda, hikâyesini paylaştı. Kimseye “Ben değiştim.” demedi. Ama o gün sessiz bir mahkûm, yanına yaklaşıp şöyle dedi: “Senin gibilerin değişebildiğini görmek… insana umut veriyor.”
Cezaevinin sert kuralları ve sürekli gözetimi John'ı yıkmak yerine ona bir çıkış kapısı aratıyordu. Peki ya John, Villacres'ın kendisine verdiği bu şansı iyi değerlendirebilecek mi?
20 HAZİRAN 2025 GÜNÜMÜZ, JOSEPH VILLACRES. VICE CITY'IN GÖLGELERİ, GÖLGE KANUNLARI — Florida’ya varışının ilk günü. Şehrin nemli gecesinde hâlâ S. Antonio’dan kalan kabus seslerini düşünüyordu. Sirenlerin uzak uğultusu, gökyüzünü delen helikopter pervanelerinin gürültüsüyle buluşuyor; şehrin karanlık sokakları, içindeki karmaşayı yankılıyordu. Tayin kağıdındaki imza hâlâ tazeydi. Bir kurtuluş mu, yoksa sürgün mü olduğunu çözemediği… Florida’ya vardığı sabah, nemli hava ona bir kez daha o geceyi hatırlattı. Havaalanının dışına adımını attığı anda çöl sıcaklığını anımsatan bir nem dalgasıyla karışan deniz kokusu, kulaklarında hâlâ zayıf bir siren uğultusuna dönüşüyor gibiydi. Joseph çantasını almadan önce derin bir nefes çekti; omuzlarında taşıdığı ağırlık, Florida güneşinin kavurucu ışınlarıyla daha da belirginleşmişti. Rıhtımdaki çatışmanın görüntüleri zihninden kaybolmamış, her an göreceği yeni vakalarda iz bırakacağı korkusunu içinde koruyordu. İlk gününü saha hizmeti devriyesinde geçirdi. Dar sokaklarda, neon ışıklarıyla aydınlanan barların arasında devriye attı, çayır çimenin verdiği huzurdan uzaktı burası. Gece yarısına doğru, eski dostuna kelepçe vurmanın verdiği huzursuzlukla bir trafik kontrol noktasına yönlendirildi. Arabasında ter kokan genç bir çift durdurdu; gerginlikleri, Joseph’in o meşum limandaki anlarının yankısını taşıyordu. Adamın elindeki silindir çantayı fark edince, gözlerindeki titreme ona bir tercihin eşiğinde olduğunu hatırlattı. Kuralları hatırlayan o ses, “Elden bırakırsan pişman olursun,” der gibi göğsünde çarpıyordu. İşaret parmağı yumuşakça tetik yakınındaki düğmede durdu. Çantayı açmakla, erkek ceplerindeki cızırtılı banknotların kime ait olduğunu sorgulamak bir oldu. Gri alanlardan daha çekici bir şey yoktu belki de.
Çifti araçlarından indirdi, ellerini kaportaya dayayıp soğukkanlılıkla arama yaptı. İçeriden bir miktar nakit ve cep telefonu çıktı. “Neden bu kadar paranız var?” diye sordu. Kadının titreyen sesi, “Düğün hediyesi,” dedi. Joseph bir süre öylece durdu; adalet terazisinin kefesini, bir kez daha kendi elleriyle oynuyordu. Devriye ortağı kısa bir ses vererek yanına yaklaştı ve “Her şey yolunda mı, çavuş?” diye sordu. Joseph, aradaki sessizlikten güç alır gibi, “Her şey kontrol altında,” yanıtını verdi. Fakat içindeki huzursuzluk, siren sesiyle yarışıyordu. O gece, devriye aracından inip evine döndüğünde, Florida’nın sıcak rüzgârlarına rağmen teni ürperiyordu. Televizyonda, Vice City sakinlerinin kaçamak bakışlarla izlediği haber bülteni dönmekteydi. Şehrin başka bir noktasında kar maskeli üç kişinin kuyumcu soyarak cebini doldurduğu anons ediliyordu. Joseph, sanki kendi geçmişinin yansımasıymış gibi haberleri izledi. “Bu şehirde düzen bazen yasal sınırları zorluyor,” diye mırıldandı kendi kendine. O an, kurallarla adalet arasında çizdiği çizginin, Florida sokaklarındaki karanlığın içinde kaybolmaya başladığını fark etti.
Yatağına uzandığında, rüyalarında yeniden o limanın arka kapısında başlayan çatışmanın yankılarıyla doldu. Sabahın ilk ışıklarıyla uyanmak, ona yeni bir şans mı sunacaktı yoksa bu kez de sınırlarını daha ileriye iteceği bir deneme mi? O bunu bilmiyordu. Tek bildiği, Vice City’de adalet dağıtmanın bedelinin bazen kendi vicdanından çok daha ağır olabileceğiydi. Florida’daki görevini devam ettirirken, Villacres görev tanımını artık resmî sorumluluklar üzerinden değil, vicdani sınırlar üzerinden tanımlamaya başladığını fark etmişti. Geceleri devriyeye çıktığında karşılaştığı her suçlu profili ona geçmişindeki bir yüzü hatırlatır ve artık suçun sadece sokak köşelerinde yaşanmadığını hissederdi. Tüm bu düşüncelerinin daha büyük kötülüklerin önüne geçmek için olduğunu düşünürdü. Çünkü Florida’da sadakat de her şey gibi sorgulanabilir bir kavram almıştı ya da Joseph öyle sanıyordu.
LAW ENFORCEMENT MOTORCYCLE CLUB —
Vice Şehri’nin kalabalık sokaklarında adaletin sesi yalnızca sirenlerle değil, aynı zamanda güçlü motorların homurtusuyla da duyulur. — Joseph Villacres’ın Florida’daki yeni yaşamı, yalnızca polis üniformasından ibaret değildi. Her hafta sonu istisnasız o sabahın erken saatlerinde güneş doğmadan önce garajından çıkarıp binasına ittiği siyah-krom kaplamalı chopper’ına kavuşmak isterdi. Şehrin nemli havası altında motoru çalıştırdığında çınlayan çift egzoz, Villacres’ın damarlarına adeta elektrik pompalar; o sesi duydukça tüm gerginliklerinden arınırdı. Atandığı ilk günlerde çok geçmeden bölgedeki bazı motor kulüplerinden polis arkadaşları, onu Florida Eyalet Polisi’nin “Law Enforcement Motorcycle Club”ına (LEMC) Road Captain olarak davet ettiler. Kurumsal kimliğiyle motosiklet tutkusu arasında köprü kuran bu kulüp, yalnızca bir araya gelip tur atılan bir grup değildi; her üyesi tıpkı Joseph gibi hem yasayı koruyor hem de adrenalin arıyordu. Kulüpteki ilk sürüşünde, deneyimli Road Captain’lar onu koruyucu hattın en önüne öncü olarak yerleştirip hız ayarını kontrol etme sorumluluğu verdiler. Villacres, birkaç tur boyunca kulübün kilit noktalara varış rotalarını planladığı, hızlı iniş-çıkış virajlarında grubun düzenini sağladığı bu pozisyonda başarılı olmayı becerip kıdemine layık görünebilmeye başlamıştı bile, Villacres’ın chopper tutkusu, ona sadece hız değil, iç huzur da sunuyordu
Zamanla ______ _________ ______ _______ sadece o olmayacak.
Başkaları da ______.
Ama herkes nedenleriyle.
______ eğildiği yerde, bazen _____ _____ anlaşılmaz.
Gündüzleri ____ _____ ________paylaşanlar, ______ farklı _____ _____.
Villacres, artık sadece neye ______ değil,
kime _________ de _______ başlar.
Ve Florida _____, artık ______ _____değil,
_____ göz ______ __ ____ ________ doludur.