Konu: erwin calloway  (Okunma sayısı 3513 defa)

#0 - 18.04.2025 22:30
                                     
Erwin Aaron Calloway
Sergeant II
Vice City Police Departmant, Commerce Headquarters, Station Street, 124, Pershing Square

Sabahın ilk ışıkları Vice City'nin turuncu ve pembeye çalan gökyüzünü boyarken, Erwin Calloway aynada kendine son bir kez baktı. Üniformasının kırışıksız durduğundan, saçlarının jilet gibi tarandığından ve Fransız parfümünün tam kararında sıkıldığından emin oldu. Koku onun için yalnızca bir alışkanlık değil, bir yaşam biçimiydi. Kötü koku, dağınıklık ve ihmalin en büyük düşmanıydı.

Erwin Calloway, Vice City'nin sert güneşi altında devriye aracının kapısını sessizce kapattı. Üniforması pürüzsüz, saçları taranmış, üstündeki Fransız parfümünün kokusu ve nikotin kokusu, Florida’nın nemli havasıyla karışıp adeta bir zırh gibi etrafına yayılıyordu.

Atandığı bu şehir, yepyeni bir başlangıç olmalıydı. Fakat ne kokular ne de üniformanın kusursuzluğu, yanında artık olmayan birini unutturabiliyordu: Michael Millhouse. Onun eski ortağı. Vice City’ye gelmeden haftalar önce, bir operasyonda kaybetmişti Michael’ı. Hâlâ, devriye arabasının yan koltuğuna her binişinde göz ucuyla boşluğu süzüyor, alışkanlıkla onun hala orada oturduğunu hayal ediyordu. Aslında o his, o boşluk, Michael Millhouse’un Vice City’ye gelmeden çok önce kaybolmuş varlığının hayaletiydi.

Michael Millhouse, Erwin’in sadece ortağı değil, yıllarını omuz omuza geçirdiği tek insandı. Eski günlerde, kasaba devriyelerinde, gece yarısı ıssız yollarda iki kişilik muhabbetler kurarlardı. Soğuk kahve, bayat donutlar, ve her zaman Michael’ın şu cümlesi:
"İnsanların en zoru, kendini anlatamayanıdır, Erwy. Suçluyu değil, hikayesini bul önce."

Erwin bu sözleri defalarca duymuştu. Ve her seferinde gülüp geçerdi. Ama Michael o cümlede ciddiydi. O, olaylara silahla değil, insanlara anlamaya çalışarak yaklaşan ender polislerden biriydi.

Bir gece, son görevlerinden birinde, şehrin sınırında terk edilmiş bir depoda bir ihbar için gitmişlerdi. İkisi de içeri girdiğinde, bir şeylerin ters gittiğini hemen hissetmişti Erwin. Silah sesleri patladığında, Michael yanındaydı. İkinci ses geldiğinde... artık değildi.

O an, Erwin'in dünyasında bir şeyler sessizce kopmuştu. Hava sessizleşmişti, kokular silikleşmişti, zaman yavaşlamıştı. Onun yerini, artık yan koltuğunda taşınan bir yokluk almıştı.

Vice City’ye geldiğinde Michael’dan kalan bu alışkanlık, bu sessizlik, onunla birlikte şehrin yeni sokaklarına taşındı.

Vice şehrinde ilk vardiyasında gelen anons beklediğinden ağırdı: "Havaalanında beyaz aracın içerisinde bomba şüphesi. Vaka bölgesine tüm ekipler yönlendirildi."Vice Şehri Uluslararası Havalimanı’na vardığında, güneşin aydınlattığı pistin kenarında, yolcu terminalinin önünde dehşet verici bir manzara onu karşıladı. Sarı şeritlerle çevrili bölgenin içinde cesetler... Çok sayıda. Kimileri patlamanın şiddetiyle tanınmayacak hale gelmiş, kimileri sanki zaman donmuş gibi hareketsizdi.
                                     

Erwin, havaya yayılan metalik kan kokusunun, tozun ve yanan plastiklerin arasında derin bir nefes aldı, cebindeki parfüm şişesine istemsizce uzandı ama vazgeçti. Bu, Michael’ın yokluğundan sonra hissettiği ikinci "gerçek dünya" tokadıydı. Havalimanındaki patlama sonrası cesetlerin ortasında dururken, Michael’ın bir zamanlar dediği bir cümle takıldı zihnine: "Bazen cesetler konuşamaz, ama etrafları hep bir şeyler fısıldar." Erwin gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı. Burnuna artık yalnızca kanın metalik kokusu değil, geçmişten gelen bir dostun hatırası da doluyordu. Vice City onun için yeni bir başlangıç değildi. Eski hikayenin devamıydı. Ve Michael’ın bıraktığı boşluğu, ne üniforma, ne koku, ne terfi doldurabiliyordu.

Vice City, belki de kokularla ve kibar sözlerle maskelenemeyecek kadar çürük bir yerdi. Ama Erwin Calloway, hem bu şehirde hem de içinde kaybolmamaya kararlıydı.

Aradan geçen onca gün, birkaç ay sonucunda Erwin Calloway, Vice Şehri Polis Departmanı içerisindeki yerini benimsemişti. İçişleri ofisinde yaptığı tek şey dosya açıp dosya sonuçlandırmaktı, bir yandan da acı kahvesinden tüketmekti. Bundan fazlasıyla keyif alıyordu ve işini severek yapıyordu. 11 Mayıs 2025 tarihi akşam saatlerinde komuta takımından birileriyle yaptığı görüşme sonrasında dedektif büro kliklerinin başına geçirildiğine dair haber aldı, bu haber ile birlikte artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının farkındaydı.

Erwin Calloway, dedektif bürosunun başına getirildiğini öğrendiği an, bir süre sessiz kaldı ve ofisine döndü. Ofisindeki loş ışığın altında kahvesinden bir yudum aldı, dudaklarının arasındaki nikotinli nefesi pencereden dışarı savurdu. Vice City'nin neon ışıkları yavaş yavaş sokağa dökülüyordu, gökyüzü artık geceye evrilmişti. Bu şehirde bir şeyler ya sonsuza dek kayboluyor ya da hiç beklenmedik şekilde yeniden ortaya çıkıyordu. O, bu gerçeği Michael’ı kaybettiği gün öğrenmişti.

Dedektif büro klikleri—şehirdeki ağır suçların, organize çetelerin ve siyasi entrikaların döndüğü yerdi. Kimi zaman çözülememiş cinayet dosyaları arasında boğulan memurlar, kimi zamansa elleri çoktan kirlenmiş ama hala rozeti taşıyan polislerin oluşturduğu bir yapıdır bu. Erwin, onların başına geçmekle yalnızca bir terfi almamıştı; aynı zamanda Vice Şehri’nin gölgeleriyle dans etmeye başlamıştı.



Alıntı yapılan: Joseph Goebbels
"Gece benim en iyi dostumdur. Ruhumdaki fırtınayı yatıştırır ve yol gösterici yıldızın yükselmesini sağlar."

« Son Düzenleme: 01.08.2025 02:26 Scealten »
100
1
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
100 tepkisini veren kullanıcı(lar):
Finisss,
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


#1 - 18.04.2025 22:31
Vice şehrinin gökyüzü sabaha doğru griye çalıyordu. Şehrin puslu silueti, havadaki nemle birlikte sanki yavaşça çürüyordu. Palmiye ağaçlarının yaprakları bile yorgun sallanıyor, sahil hattında rüzgâr taşıdığı tuzla birlikte geçmişin kokusunu da getiriyordu. Erwin Calloway, her sabah gibi penceresini aralayıp bu kokuyu içine çekti. Ama bu sabah bir fark vardı: burnuna çarpan tuzlu esintide hâlâ metalik bir koku saklıydı. Kurumuş kan gibi. Silah barutu gibi. Ölüm gibi. O an, geçmişe döndü.

06 HAZİRAN 2023 — İKİMİZİN GÜNAHINA BİR KURŞUN

Depo, Oregon’un endüstriyel mezarlıklarından biriydi. Şehir planlarının bile dışladığı bir kör nokta. Gökyüzü koyu kurşundu, ay ışığı bile içeriye girmeye çekiniyor gibiydi. Kapıdan girince nemli metalin ve eski motor yağı kokusunun ciğerlere saplandığı bir boşluk karşılardı insanı. Burası “çözümsüzlük” kokuyordu. Ve Erwin Calloway, çözümsüzlüğün neye benzediğini artık çok iyi biliyordu.

Marcus "Slug" Virelli, üç yıldır dosya dosya kirli bilgi taşıyan, çetelerle, içerideki birkaç polisle ve bazı seçilmiş siyasetçilerle kirli bağlar kuran bir sokak tilkisiydi. Ama bu gece, artık sadece bir hataydı. Geriye kalması sakıncalı bir parça. Konuşmaya niyetliydi. Erwin Calloway’i de, Michael Millhouse’u da yakacak kadar.

“Siz ikiniz…” dedi Marcus, sigarasını yakarken. “Birbirinize çok güveniyorsunuz. Bu dünyada iki şey para etmez, Calloway: biri eski dostluklar, diğeri polislerin şerefi.” Erwin hiç cevap vermedi. Ellerini cebinden çıkarmadı. Sadece baktı. Michael geride durmuştu. Gözleri Erwin’deydi, Marcus’ta değil. Çünkü Erwin’in gözlerinde tanıdık olmayan bir şey vardı: karar. Düşünmek değil, tartmak değil, sadece yapmak. “Ben konuşacağım,” dedi Marcus, dumanı Erwin’in yüzüne doğru üflerken. “Seni de anlatacağım. Millhouse’u da. Beni tehdit ettiğiniz her geceyi. Hangi dosyaları gömdüğünüzü.”

Son cümlesini bitiremeden... sesi kesildi. Çünkü o anda silah patladı. Marcus'un gözleri boşaldı, bedeni boşaldı, bir çuval gibi çöktü. Michael’ın gözleri büyüdü. Kulakları çınladı. Silah hâlâ Erwin’in elindeydi. Duman yükseliyordu. “NE YAPTIN?” diye sordu Michael. Ama sorunun cevabını zaten biliyordu. O sadece, hâlâ geri dönülebileceğine inanan bir parçayı susturmaya çalışıyordu.

Erwin soğuk bir sesle cevapladı:“Konuşmasına izin veremezdim. Konuşacaktı. İsimleri verecekti. Hem senin, hem benim. Bizi değil, kendini kurtarmak istiyordu” Michael birkaç saniye sadece baktı. Sonra başını çevirdi. Ellerini silahına değil, alnına götürdü. Gözleri dolmuştu ama gözyaşı yoktu. “Sana güvenmiştim.” İşte o an... her şeyin bittiği andı. Ama bu, asıl trajedinin başlangıcıydı.

11 HAZİRAN 2023 — İHANETİN EN SESSİZ HALİ
Michael, olay yerinden uzaklaştı. Ceset oradaydı. Ve Erwin’in önerdiği plan artık yürürlüğe girecekti: bu, bir iç hesaplaşma gibi görünecekti. Marcus, başka bir çetenin adamlarıyla çıkan çatışmada ölmüş gibi yazılacaktı. Silah, boş bir evin arkasına bırakıldı. Deliller ustaca yönlendirildi. Ama Michael susmadı. Olaydan birkaç gün sonra, vicdanı onu boğmaya başlamıştı. Bir savcıyla görüşmek istediğine dair ipuçları bıraktı. Eski notlarını gözden geçirdi. Erwin bunu fark ettiğinde her şey için çok geçti.

Michael Millhouse’un cesedi bir hafta sonra, Oregon’un dışındaki bir otoban çıkışında bulundu. Aracının içinde, kafasından tek kurşunla vurulmuştu. Olay resmi olarak “intihar” olarak kaydedildi. Ama Vice şehrindeki bir adam, bunun ne olduğunu çok iyi biliyordu.

Erwin Calloway, Vice şehrine geldiğinde arkasında yalnızca bir cinayeti değil, bir arkadaşını da gömmüştü. Gömülemeyen ise, her gece yan koltuğunda sessizce oturan hayalettir. Michael’ın ölümünden sonra ilk kez şehir ışıklarına bakarken gözlerini kısar. O eski söz kulaklarında çınlar: "İnsanların en zoru, kendini anlatamayanıdır, Erwy. Suçluyu değil, hikâyesini bul önce."

Ama bu hikâyede suçlu da, hikâye de Erwin’in kendisidir. Vice şehri, onun için bir kaçış değil, bir tür sürgündür. Üniforması ne kadar kusursuz olursa olsun, içindeki lekeleri örtmez. Michael'ın anısı, her devriye çıkışında onunla birlikte araca biner.


12 MAYIS 2025 —  BAŞLANGIÇ, SONUN BAŞLANGICIDIR
Bir akşam, beklemediği türden bir çağrı aldı: "Komutan George Kennedy hattın ucunda söyleyeceğim adrese tek başına gel, yanında kimse olmasın ve telefonunu getirme."

Erwin, telefonun karşısında bir an donakaldı. George Kennedy… Vice Şehri Polis Departmanı’ndaki en güçlü adamlardan biriydi. Herkes onu bir tür şef, bir tür babacan, ama aynı zamanda tüyler ürpertici bir otorite olarak tanıyordu. Hemen hiç kimse onun odasına girmemişti. Erwin, Michael’ın ölümünden sonra, kimseye güvenmeye cesaret edemediği için, içindeki anlık tedirginliği bastırarak komutanın verdiği adrese doğru yola çıkmaya karar verdi.

Verilen adres Vice şehrinin gözlerden uzak, terkedilmiş, kokuşmuş bölgelerinden birindeydi. Kentin merkezine uzak, rutubetli bir mahallenin köşesindeki izbe bir depo. Burada, sanki zaman bir şekilde duruyordu. Üstü başı dökülmüş, kararmış duvarların arasındaki ışıklar bile, kimseye ait bir geçmişi, kaybolmuş bir hikayeyi çağrıştırıyordu.

Depo, taş duvarlarının arasındaki kurşun lekeleri ve kirli pencerelerle, bir zamanlar en kirli işlerin yapıldığı yerlerden biriydi. Erwin içeri girdiğinde, kısık bir ışıkla aydınlatılmış odaya adımını attı. Odayı ne kadar tarasa da, hiç kimseyi göremedi. Ama bir köşede, silüeti belirginleşen bir adam vardı. O adam, George Kennedy'den başkası değildi. Ama bu sefer, bir polis komutanı olarak değil, şehrin karanlık köşelerinden biri olarak görünüyordu.

“Erwin Calloway,” dedi Kennedy, sesi deponun içine çelik gibi ağır bir şekilde yayıldı. “Birkaç gün önce, dosyalara göz attım. Yaptığın işi takdir ediyorum. Ama bununla birlikte, başka bir görevinin başladığını bilmelisin.” Erwin dikkatle dinledi, ama komutanın bu kadar doğrudan konuşması, içindeki tüm uyanıklığı uyandırmıştı.  “Vice şehrine geldiğinden beri, bir işin olduğu belli,” diye devam etti Kennedy. “Ama bu şehri temizlemek, kimsenin görmediği karanlık sokakları düzeltmek isteyen bir adam için, senin gibi biri için, bu görev basit bir devriye olmaktan çok daha fazlası olmalı. Benim de bu şehri değiştirmeye çalıştığımı sanıyorsun, değil mi?”

Kennedy derin bir nefes aldı ve ardından kısa bir sessizlikle devam etti. “Senin gibi bir adamın kalbinde hala bir şeyler var, Erwin. İçinde Michael’ın ölümünden geriye kalan hayalet. O hayalet sana her gece uyumadan önce fısıldıyor. Ama o hayaletin farkında olmak, seni buraya getirdi. Ve o, Vice şehrinin gerçekten ne kadar karanlık olduğunu sana anlatan şey.”

Erwin, bir anlığa bile olsa ne demek istediğini tam olarak anlayamıyordu. “Beni buraya çağırmanın amacı nedir?” dedi Erwin, gözleri hala komutana odaklanmış bir şekilde. Kennedy'nin yüzündeki ifadeden hiçbir şey anlamadı. Yalnızca, bir cinayet kadar soğuk ve neşesizdi. “Bize katılacaksın, gerekli yönlendirmeleri Morgan sana iletecektir,” dedi Kennedy, ardından bir dosya uzattı. “Burada seni bekleyen dosyalar var. Bu, sadece başlamak için bir teklif. Bir şehri temizlemek, bazen en kirli yöntemleri gerektirir.”

Erwin, dosyayı aldı. İçinde fotoğraflar, raporlar, isimler vardı. Hepsi, bu karanlık dünyanın bir parçasıydı. Bu, ona doğru bir yol gibi geliyordu, ama her adımda Michael’ın hatırası onu takip ediyordu. “Bu, son seçim değil,” dedi Kennedy, gözlerinde bir anlam saklıydı. “Ama başlamak zorundasın." Erwin, Kennedy’nin söylediklerini anlamaya çalışarak dosyayı incelemeye başladı. İçindeki her şey, Vice şehrinin pisliğinin derinliklerine inmeyi vaat ediyordu. Karanlık, aldatıcı ve bir o kadar ölümcül bir görev. Ama Erwin’in aklındaki tek şey, geçmişin getirdiği hayaletleri gömmekti. Michael’ı, her adımda daha da kaybediyordu.

Vice City, yeni bir katil yetiştirecekti. Ve Erwin Calloway, bu karanlık yolda yalnızca hayatta kalmak için değil, belki de kendi içindeki son kalan insani kısmı öldürmek için de adım atıyordu.

Karanlık zamanlar, bazen eski dostların geride bırakılması gerektiğini öğretir. Erwin, yeni bir şehre, yeni bir savaşa, yeni bir cehenneme adım atıyordu. Artık ne geriye bakacak zamanı vardı, ne de eski dostlarının hayaletlerini affetmeye. Ama Vice şehrinde kimse affedilmez.



20 MAYIS 2025 — GÖLGEDEN GELEN DARBE: MORGAN'IN DÖNÜŞÜ
Uzun bir süredir şehirde tek bir isim yankılanıyordu: Valachi. Gücü, nüfuzu ve kontrolüyle sokakların, pazarlıkların ve korkunun tek adresi haline gelmişti. Ancak bir zamanların efsanesi, adı fısıltıyla bile anıldığında bile sokakları titreten Ben Morgan, bu sessizliği daha fazla kabul edemezdi. Şehrin onu unuttuğunu fark ettiğinde, gölgelerin içinden bir planla geri döndü — hem de her zamankinden daha sert, daha zeki ve daha acımasız.

Son zamanlarda şehirde işler iyice karışmıştı. Özellikle de polis departmanına kaptırılan silahlar, yeraltı dünyasında ciddi bir huzursuzluk yaratmıştı. Ekipler silahsız, operasyonlar aksıyor, illegal oyuncular baskı altına alınıyordu. Herkes diken üstündeydi. İşte tam da bu noktada, içeriden bir haber geldi — C.R.A.S.H. devreye giriyordu.

Gizli bir toplantıda, oluşumların liderlerine önemli bir mesaj iletildi. Artık, yapılanmaların üst kadrosundan belirlenmiş isimlerin daha önce polise kaptırdığı silahlar, kişi başı 3 sefere mahsus olmak üzere geri alınabilecekti. Üstelik bu, sevkiyat fiyatının sadece yarısına gerçekleşecekti. Bu karar, özellikle baskı altındaki gruplar için büyük bir rahatlama anlamına geliyordu. Ama tabii ki her şeyin bir şartı vardı. Bu imkândan yararlanmak isteyenlerin, C.R.A.S.H. bağlantılarına sahip olması gerekiyordu.

Kısacası, şehirde bir denge kurulmaya çalışılıyordu. Bir yandan düzen korunurken, diğer yandan sokaklara nefes aldırılıyordu. Şimdi sıra yapılanmaların yapacağı hamlelerdeydi. Yapılanmalar bağlantılarını kurmalı ve fırsatı değerlendirmeli diye düşünülüyordu... çünkü ikinci bir şans her zaman gelmez.




13 HAZİRAN 2023 — SATRANÇ TAHTASINDA OYUNU AÇAN PİYON

Vice şehri, sabahları bile karanlık bir şehir gibiydi. Sis, denizden ağır ağır sokaklara yayılırken, gri gökyüzü yalnızca gölgeleri daha keskin hâle getiriyordu. Erwin Calloway, gün doğmadan CRASH merkezine girdiğinde, yüzündeki yorgunluk artık silinmez bir iz gibiydi. Geçen her gün, omzuna biraz daha ağırlık bırakıyor, her adımda Michael’ın yüzü biraz daha belirsizleşiyordu.

Girdiği odalarda artık herkes susuyordu. O, George Kennedy’nin gözünden düşen ama Benjamin Morgan’ın gölgesinde parlayan adamdı. Fakat kimse, Calloway’in neden bu kadar hızlı yükseldiğini sorgulamıyordu. Çünkü Vice şehrinde bir adam yükseliyorsa, mutlaka bir başka karanlığın parçası olmuştur.

Morgan’ın odası, büronun üst katındaydı. Kapısı her zaman kapalıydı ama kilitli değildi — çünkü girme cesareti olan kimse yoktu. Orası, emirlerin doğduğu yerdi. Ama yazılı hiçbir emir yoktu. Her şey sözle aktarılır, sonra yok olurdu. O sabah, Calloway içeri girdiğinde Morgan pencerenin önünde duruyordu. Dışarıyı izliyor gibiydi ama gözleri o gri ufukta bir şey görmüyordu. Yalnızca düşünüyordu. "Erwin," dedi Morgan, arkasını dönmeden. Sesi boğuk bir tınıyla odanın içine yayıldı, duvarlara çarpıp soğuk bir yankı bıraktı. "Vice şehrinde denge sağlandı mı, sence?" Calloway birkaç saniye duraksadı. Cevabın doğru olması önemli değildi — yalnızca duymak istediklerini bilmek yeterliydi. "Henüz değil," dedi. "Ama sınırları çizmeye başladık. Mafyalar, liman ve kulüpler... Artık kimse izinsiz hareket edemiyor." Morgan, yavaşça döndü. Yüzündeki ifade her zamanki gibiydi: donuk, düşünceli, ama tehlikeli bir sakinlikle örülmüş.

"İyi. Ama unutma… Sen yalnızca taşları yerleştiriyorsun. Satrançta piyonlar öne gider, tahtı onlar açar. Ama oyunu kazanan hep arkada saklı kalandır."

İşte o an Erwin bir şeyin farkına vardı. Yükseliyor gibi görünse de, aslında ilerleyen bir gölgeydi yalnızca. Benjamin Morgan’ın büyük planında bir figür, belki de en kritik taş — ama yine de taş. CRASH’in gerçek amacı çeteleri ezmek değil, onların yerine geçmekti. Devletin yetkisini kullanarak yeraltına bir devlet kurmak. Adına “temizlik” denilen her operasyon, aslında yalnızca yeni bir yapının tuğlalarıydı. Polis kimliği, sadece bir maske. Altında ise mafya ağlarından, kaçakçılık rotalarına kadar her şeyin dizayn edildiği görünmeyen bir yapı yükseliyordu. Ve bu yapının mimarı Benjamin Morgan’dı.

Erwin artık şehirde her yapıyla bağlantılıydı, ama bu bağlantıların ipleri onun elinde değildi. Bunu geç fark etti. Bir mahalleye baskın yapıldığında, o yalnızca talimatları uyguluyordu. Kimi öldüreceğini, kimi koruyacağını Morgan söylüyordu. Bir İtalyan mafya lideri infaz edildiğinde, boşalan pozisyona kimin geçeceğini de Morgan belirliyordu. Erwin Calloway, yalnızca yıkıyordu. İnşayı yapan hep Morgan’dı.

Geceleri, bürodan çıktıktan sonra sahilde tek başına oturur oldu. Bir elinde sigara, gözleri denizin karanlığında. Sigarasını bitirir daha sonra hep yaptığı şeyi yapardı. Eski, buruşuk bir polaroid fotoğraf. Michael’la yan yana, üniformalar içinde gülümsüyorlardı. Gerçekten gülümsediklerine inandığı son an buydu. Ama o gülümseme çoktan bir mezara gömülmüştü. Çünkü Michael’ı öldüren oydu. Hala bunun etkisinden çıkamıyordu.

Erwin Calloway, Michael’ı öldürdükten sonra bir daha asla aynı adam olmadı. Korku, onun içinden silinmişti. Vicdanın sesini boğan karanlık bir suskunlukla, çıkarlar uğruna can almaktan çekinmeyen soğukkanlı birine dönüşmüştü. Zamanla, yeraltı dünyasının en tehlikeli bölgelerinde bile adı bir gölge gibi yankılanmaya başladı. Nihayet, Çete ve Narkotik Divizyonu’nun başına getirildiğinde, geçmişinin karanlığından beslenen bir ekip kurdu. Bu ekipte tek kural vardı: Mutlak sadakat ve Erwin'e tam şeffaflık.

İlk bakışta ekibin yıldızı gibi parlayan genç bir isim vardı: Juvente Stewart. Erwin’in “harika çocuk” olarak gördüğü Juvente, zekâsı ve enerjisiyle kısa sürede dikkatleri üzerine çekmişti. Ancak bu genç yıldız, deneyimsizliğinin bedelini ağır bir hatayla ödedi. Yaptığı tek bir yanlış adım, bir sivilin hayatına mal oldu. Bu olay, birimin üzerine kara bir gölge gibi çöktü; medya, kurum içi denetçiler ve suç dünyası gözlerini Erwin Calloway’in birimine çevirmişti.

Erwin için artık Juvente bir tehlikeydi — hem kendisi için hem de patronları adına. Genç adamla gizlice buluştu, şehrin dışına, medeniyetin sesinden uzak bir noktaya götürdü onu. Karanlık, kelimenin tam anlamıyla üzerlerine çökmüştü. Ne sokak lambaları vardı ne de bir tanık. Sadece rüzgârın uğultusu ve geçmişte yapılmış hataların yankısı…

Orada, kimsenin duymadığı bir sessizlik içinde, Erwin Calloway, Juvente için tek yönlü bir bilet kesti. Gökyüzü bulutluydu, ay görünmüyordu. Karşılarında sadece zifiri karanlık vardı. Sessizlik o kadar derindi ki, insanın kendi kalp atışları bile suç gibi geliyordu. Tek bir kurşun, sessizliği sonsuza dek mühürledi. Juvente’nin bedeni, Erwin’in geçmişte gömdüğü diğer sırların yanına usulca bırakıldı. Erwin geri döndüğünde, rüzgâr aynı şekilde esiyor, gökyüzü aynı karanlıktaydı. Genç adamı geçmişin derinliklerine, sessizliğin sonsuzluğuna gömdü. Ama o, bir yükten kurtulmuştu. Gözleri yeniden netti. Ekip bir kez daha 'temiz'di. Ve karanlık, her zaman olduğu gibi onun en sadık dostuydu. 

Vice şehri artık düzenli görünüyordu. Sokaklar sessizdi, çeteler hizaya çekilmişti. Ama bu sessizlik, bir mezar sessizliğiydi. Morgan, şehri asla kurtarmak istemedi. O, yalnızca kendi imparatorluğunu kuruyordu. Ve Erwin Calloway… Bu imparatorluğun ilk kurbanıydı. Benjamin Morgan, Erwin Calloway'in hayatının mimarı olmuştu.



06 AĞUSTOS 2025 — ÇÜRÜYEN ŞEHRİN SESSİZ NEFESİ

Vice şehri, geceleri bile uyanık olan bir organizma gibi, kendi pisliğinin içinde nefes almaya devam ediyordu. Limanın paslı vinçleri rüzgârda gıcırdarken uzaktan yalnızca hurda yığınları gibi görünüyordu ama aslında bu şehrin damarları hâlâ çalışıyordu. Sular, depolardan çıkan kirli yağla karışıyor, kıyıya her çarptığında ağır bir koku yayıyordu.

Sokaklar, düzenin sağlandığına inandıracak kadar sessizdi. Ama bu sessizlik, bir fırtınadan önceki durağanlık gibiydi; doğası gereği tehlikeli. Çetelerin isimleri tabelalardan silinmişti ama gölgeler hâlâ aynı köşelerdeydi. Sadece yeni bir forma bürünmüş, daha görünmez, daha ince hesaplarla işliyordu.

Artık şehirdeki dengeyi tek bir çatışma değil, üç farklı güç belirliyordu. C.R.A.S.H., resmî yetkisini kullanarak sokakları hizaya sokarken, perde arkasında kendi imparatorluğunu kuruyordu. Valachi, yıllardır yeraltını yöneten ağını sessizce büyütüyor, her mahallede görünmez bağlarını güçlendiriyordu. Ve en tehlikelisi, binanın en üst katından sızan yeni bir baskı: başsavcılığın yürüttüğü gizli soruşturmalar. Bu üç yapı, artık birbirinin varlığına tahammül edemez noktaya gelmişti. C.R.A.S.H., Valachi’nin köklerini kazımak isterken, başsavcılığın hamleleri kendi faaliyetlerini de açığa çıkaracak kadar keskinleşiyordu. Valachi ise hem adliye koridorlarında hem de devriye araçlarının gölgesinde sessizce kuşatılıyordu.

Tüm bu karmaşanın merkezindeyse Erwin Calloway vardı. Calloway, başsavcının Vice’a gelmesiyle birlikte geceleri daha sık uyanır olmuştu. Kimi zaman CRASH’in iç yazışmalarını gözden geçiriyor, kimi zaman ise duvarda asılı olan şehir haritasına bakarak yeni rotalar çiziyordu. Çünkü biliyordu: Bu şehirde asıl tehlike kurşun değil, belgelerdi. Kurşun iz bırakmazdı — dosyalar bırakırdı.

İlk önlem olarak, CRASH içerisindeki tüm saha bağlantılarını gözden geçirdi. Hangi memur hangi noktaya gidiyor, kimin kime borcu var, kim hangi gece kiminle kayıplara karıştı — hepsi tek tek not edildi. Hiçbir hamle artık tesadüfe bırakılmayacaktı. Başsavcının açtığı soruşturmalara karşı içeride "kayıp dosya" sistemini başlattı. Kritik evraklar, sahte raporlarla değiştirildi. Operasyon tarihleri geri çekildi, silah sevkiyatlarına dair belgeler bilinçli olarak çelişkili hâle getirildi. Calloway için artık tek amaç vardı: CRASH’i her cephede görünmez tutmak. Valachi’yle doğrudan bir savaşa girmek yerine, bilgi akışını kesmeye yöneldi. Liman bölgesindeki muhbirleri birer birer ortadan kaldırmak yerine, susturdu. Para, korku ve bazen yalnızca bir bakış… Bu şehirde konuşmamak, yaşamaya eşdeğerdi.

Ama Calloway’in asıl savaşı kendi içinde büyüyordu. Çünkü her aldığı önlem, Michael Millhouse’un yüzünü biraz daha yaklaştırıyordu rüyalarına. Geceleri, o eski polaroid fotoğrafa daha uzun bakar oldu. Eskiden bir vicdanı olduğunu hatırlatan tek şeydi. Vice şehri, şimdi üç başlı bir canavara dönüşmüştü. CRASH, Valachi ve başsavcılık arasında sıkışan her şey, kanla ya da sessizlikle sonuçlanıyordu. Ve Erwin Calloway, bu üç yapıdan ikisini tanıyordu: Biri için çalışıyor, diğerini gömüyordu.

Üçüncüsüyse, kapısını çalmaya hazırlanıyordu.

« Son Düzenleme: 06.08.2025 17:47 Scealten »
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


#2 - 18.04.2025 22:32
 :palmiye: :o
100
1
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
100 tepkisini veren kullanıcı(lar):
Scealten,
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


#3 - 18.04.2025 22:35
Skeltın
Haha
1
Tepki yok
Tepki yok
Haha tepkisini veren kullanıcı(lar):
Scealten,
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


#4 - 18.04.2025 22:38
imparator.
100
1
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
100 tepkisini veren kullanıcı(lar):
Scealten,
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


#5 - 19.04.2025 00:59
 :-[
100
1
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
100 tepkisini veren kullanıcı(lar):
Scealten,
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


#6 - 19.04.2025 01:42
 :o
100
1
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
100 tepkisini veren kullanıcı(lar):
Scealten,
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


#7 - 19.04.2025 01:50
                                     
Erwin Aaron Calloway
Sergeant I
Vice City Police Departmant, Commerce Headquarters, Station Street, 124, Pershing Square

Sabahın ilk ışıkları Vice City'nin turuncu ve pembeye çalan gökyüzünü boyarken, Erwin Calloway aynada kendine son bir kez baktı. Üniformasının kırışıksız durduğundan, saçlarının jilet gibi tarandığından ve Fransız parfümünün tam kararında sıkıldığından emin oldu. Koku onun için yalnızca bir alışkanlık değil, bir yaşam biçimiydi. Kötü koku, dağınıklık ve ihmalin en büyük düşmanıydı.

Erwin Calloway, Vice City'nin sert güneşi altında devriye aracının kapısını sessizce kapattı. Üniforması pürüzsüz, saçları taranmış, üstündeki Fransız parfümünün kokusu ve nikotin kokusu, Florida’nın nemli havasıyla karışıp adeta bir zırh gibi etrafına yayılıyordu.

Atandığı bu şehir, yepyeni bir başlangıç olmalıydı. Fakat ne kokular ne de üniformanın kusursuzluğu, yanında artık olmayan birini unutturabiliyordu: Michael Millhouse. Onun eski ortağı. Vice City’ye gelmeden haftalar önce, bir operasyonda kaybetmişti Michael’ı. Hâlâ, devriye arabasının yan koltuğuna her binişinde göz ucuyla boşluğu süzüyor, alışkanlıkla onun hala orada oturduğunu hayal ediyordu. Aslında o his, o boşluk, Michael Millhouse’un Vice City’ye gelmeden çok önce kaybolmuş varlığının hayaletiydi.

Michael Millhouse, Erwin’in sadece ortağı değil, yıllarını omuz omuza geçirdiği tek insandı. Eski günlerde, kasaba devriyelerinde, gece yarısı ıssız yollarda iki kişilik muhabbetler kurarlardı. Soğuk kahve, bayat donutlar, ve her zaman Michael’ın şu cümlesi:
"İnsanların en zoru, kendini anlatamayanıdır, Erwy. Suçluyu değil, hikayesini bul önce."

Erwin bu sözleri defalarca duymuştu. Ve her seferinde gülüp geçerdi. Ama Michael o cümlede ciddiydi. O, olaylara silahla değil, insanlara anlamaya çalışarak yaklaşan ender polislerden biriydi.

Bir gece, son görevlerinden birinde, şehrin sınırında terk edilmiş bir depoda bir ihbar için gitmişlerdi. İkisi de içeri girdiğinde, bir şeylerin ters gittiğini hemen hissetmişti Erwin. Silah sesleri patladığında, Michael yanındaydı. İkinci ses geldiğinde... artık değildi.

O an, Erwin'in dünyasında bir şeyler sessizce kopmuştu. Hava sessizleşmişti, kokular silikleşmişti, zaman yavaşlamıştı. Onun yerini, artık yan koltuğunda taşınan bir yokluk almıştı.

Vice City’ye geldiğinde Michael’dan kalan bu alışkanlık, bu sessizlik, onunla birlikte şehrin yeni sokaklarına taşındı.

Vice şehrinde ilk vardiyasında gelen anons beklediğinden ağırdı: "Havaalanında beyaz aracın içerisinde bomba şüphesi. Vaka bölgesine tüm ekipler yönlendirildi."Vice Şehri Uluslararası Havalimanı’na vardığında, güneşin aydınlattığı pistin kenarında, yolcu terminalinin önünde dehşet verici bir manzara onu karşıladı. Sarı şeritlerle çevrili bölgenin içinde cesetler... Çok sayıda. Kimileri patlamanın şiddetiyle tanınmayacak hale gelmiş, kimileri sanki zaman donmuş gibi hareketsizdi.

Erwin, havaya yayılan metalik kan kokusunun, tozun ve yanan plastiklerin arasında derin bir nefes aldı, cebindeki parfüm şişesine istemsizce uzandı ama vazgeçti. Bu, Michael’ın yokluğundan sonra hissettiği ikinci "gerçek dünya" tokadıydı. Havalimanındaki patlama sonrası cesetlerin ortasında dururken, Michael’ın bir zamanlar dediği bir cümle takıldı zihnine: "Bazen cesetler konuşamaz, ama etrafları hep bir şeyler fısıldar." Erwin gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı. Burnuna artık yalnızca kanın metalik kokusu değil, geçmişten gelen bir dostun hatırası da doluyordu. Vice City onun için yeni bir başlangıç değildi. Eski hikayenin devamıydı. Ve Michael’ın bıraktığı boşluğu, ne üniforma, ne koku, ne terfi doldurabiliyordu.

Vice City, belki de kokularla ve kibar sözlerle maskelenemeyecek kadar çürük bir yerdi. Ama Erwin Calloway, hem bu şehirde hem de içinde kaybolmamaya kararlıydı.
Alıntı yapılan: Joseph Goebbels
"Gece benim en iyi dostumdur. Ruhumdaki fırtınayı yatıştırır ve yol gösterici yıldızın yükselmesini sağlar."


« Son Düzenleme: 02.05.2025 17:24 Scealten »
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


#8 - 19.04.2025 14:59
 :o :o
100
1
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
100 tepkisini veren kullanıcı(lar):
Scealten,
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


#9 - 19.04.2025 20:52
 :sampanya:
100
1
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
100 tepkisini veren kullanıcı(lar):
Scealten,
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok