Sokağın ucundaki lambanın altında takılan üç eşofman takımlı orta yaşlı adam her zamankinden daha tedirgin görünüyordu. Etrafta
boccio oynayan suç ortakları veya arabasını yıkarken karısının ailesinden sızlanan gangsterler ortalıkta görünmüyordu. Yıllardır filmlere, dizilere ve belgesellere konu olan İtalyan Amerikan gangsterlerin rutini, teknolojinin artması ve insanların daha lokal ortamlarda bulunup sosyalliği teknoloji çağı ile harmanlamasıyla beraber bozulmuştu. Eskiden araba ile birini kovalayıp, alacaklılarının bacaklarını kırarak cebindeki paranın kendilerine olan borcu kadarını alan gangsterler, yerlerini
Bitcoin zengini gençlerin çevrimiçi partilerine uyuşturucu satan sıska satıcılara bırakmıştı.
Sokak lambası titremeye başladığında, altındaki şişman adamlardan biri kafasını kaldırıp sigarasından dertli bir nefes çekti. "
Siktimin Sally'si." dedi. "
Bunun için belediyedeki dostlarımızla konuşacaktı." Karşısındaki deri
FILA eşofman takımlı ve göğüs kılları gür olan orta yaşlı adam boğazının altını iki parmağıyla kaşıdı.
"Şey... artık Sally'den bahsetmiyoruz, Dom." diye imalı bir şekilde baktı. "
Onunla olan işlere artık benim kuzenim Vinnie bakıyor." Dominick bu imalı bakışa hafif şaşkın ama olacaklarını önceden tahmin etmiş bir ağız mimiği ile karşılık verdi. "
Eh, bilmiyorum Paulie, görünüşe göre kuzen Vinnie de belediyedeki dostlarımızla konuşmamış. Işık eski metresimin göğüsleri gibi titriyor." diye gülerken, ağzına giren merminin etkisiyle dişleri kaldırıma saçıldı.
Ateş sesi mermi girdikten hemen sonra geldi. Paulie göğüs kıllarına kadar bulaşan beyin parçalarının arasından elini soktu ve tabancasını bir hışımla çekerken bağırdı:
"Baskın!" Üçüncü eşofman takımlı İtalyan Amerikan genç olduğu yerde donup kalmıştı. Hayatında ilk kez birini ölürken görmemişti ama böylesine ani ve rastgele bir kayıp onu adeta bir heykele çevirmişti. Sokağa giren üç zenci etrafa ateş saçarak ilerlerken, Paulie, donakalmış genç adamı bir
Oceanic'in parlak kapısının arkasına doğru yıkarcasına çekti ve yüzük taktığı eliyle suratına koca bir tokat patlatıp kendine getirdi.
"Uyku vakti değil, Rosato!" diye haykırdı siyahilerden birini iki omuzundan vururken. Ardından sipere geri çekildi ve genç adamın eline bir anahtar sıkıştırdı.
"Kulübe gir, deskin altından tüfeği al. Sana söylediğimde! Bir... iki... Üç!" Paulie koruma ateşi açarken Martin Rosato mermilerin arasından hayatında hiç koşmadığı kadar hızlı koşarak
Benny's Social Club tabelalı dükkanın kapısından içeri daldı.
Etraftaki bar taburelerini dağıta dağıta koşarken içeride kimsenin olmadığını farketti. Normalde burada bir tabur yeminli gangster olması gerektiğini düşündü ama buna ayıracak vakti yoktu. Bar masasının üstünden atlarken barın arkasındaki aynadan içeri giren iki pompalı tüfekli siyahiyi görmesiyle kendisini deskin altına atması bir oldu. Derken açılan ateşle paramparça olan ayna üzerine döküldü. Her tarafı kan içinde kalmış bir halde deskin altındaki pompalı tüfeği aldı ve duvara dayalı olan kırık bir ayna parçasından kendisine en yakın olan tetikçiyi gördü. Ayağa kalkmadan yerde yuvarlanarak fırladı ve ateş açmaya başladı. Tetikçilerden birinin göğsüne giren saçmalar sırtından çıkarken iç organlarını da beraberinde tavana bir boya gibi fışkırttı. İkinci tetikçi deli gibi ateş ederken birden mermisinin tükendiğini farketti. Martin bütün bir nefretle tetiği çekerken çıkan ses patlama sesi değil, boş tetiğin çıkardığı sesti. İki mermisi bitik adam birbirine baktı ve insanlık tarihinin başından beri içlerinde olan vahşiliği ortaya çıkarırcasına birbirine girdi. Kulaklar koparıldı, parmaklar kırıldı, dişler çatladı ve deriler lime lime edildi. Kavganın sonunda Martin ayağa kalkıp dışarıya doğru sendelerken, kapıdan içeriye bir adam düştü. Beyaz eşofman takımı kıpkırmızı olmuş Paulie adeta kan ile banyo yapmış gibiydi. Arkasından bir sürü adam girmeye ve etrafın kargaşasına bakmadan Martin ve Paulie'yi dışarı çıkarmaya başladı. Paulie ile Martin'i arka koltuğa oturttuklarında yaşlı adam çoktan ölmüştü ancak bunu tek fark eden Martin'di. Derken birden Paulie'nin yüzü beyazlamaya başladı, ardından aracın iç lambaları parlaklaştı. Direksiyondaki adam bir yandan arkasına bakıyor, bir yandan da son hızla sürmeye çalışıyordu. Yüzü seçilemez halde bulanıklaşmaya başladı ve Martin Rosato, fren ve siren sesleri arasında gözlerini kapatırken kulağı sadece radyoda çalan eski bir şarkıyı algılayabiliyordu.
Televizyondaki kanalda
Flying Lizzards'tan Money çalarken, Martin sigarasından bir nefes çekti. Bu olayın üzerinden neredeyse iki yıl geçmesine rağmen sürekli aklına geliyor olmasına bir anlam yüklemeye çalıştı ancak bulamadı. Derken eşi arkasından sarıldı ve bütün sıkıntılarını unuttu. Karnına sarılan iki eli tek eliyle tuttu ve sigarasını küllüğe bastırdı.
"Takım elbisem kuru temizlemeden geldi mi?" diye sordu ve eşi ellerini karnından aşağı kaydırırken başını sallayarak cevap verdi.
"Geldi, gitmek zorunda mısın?" diye sordu. Martin erkekliğine yaklaşan bu ince elleri istemeden de olsa yukarı çekti ve eşini onayladı.
"Zorundayım. Ama hissedebiliyorum, takım çekmeme az kaldı." Eşi sabırla ellerini çekip saçlarını düzeltti. O sırada pencerenin dibindeki Oceanic'ten korna sesi geldi ve Martin deri ceketini üzerine geçirip kadınını bir kez öptü. Kapıdan dışarı çıktığında onu iki arkadaşı karşıladı. Üstü açık arabalarından eşi Susan'a selam vermekten de geri kalmadılar. Martin arabaya bindi ve artık bir üstü olan Paulie'nin kızının evine doğru yola çıktılar. Kırmızı ışıklarda arabadaki herkesten zarflarını aldı ve onlar adına vereceğini söyledi. Henüz sadece bir suç ortağı olmasına rağmen, iki sene önceki çatışmadan sonra aile içinde sevilen ve otoritesini koruyabilen biri haline gelmişti.