Kendisine olan inancını kaybetmişti sanki, her şey, her şey ama her şey üstüne geliyor ve ıssız karanlığın etrafında boğuluyordu resmen. Ölüyor muydu, mezar da mıydı? Etrafına bakarken zorlanıyor, çaresiz çaresiz kendine sayıklanıyor. Lakin bir ışık doğdu gözlerine. Bir masada oturmuş, kendisini bir siyaset tartışmasında bulmuştu. Ne o, o da ne? Masanın diğer tarafında Neşet, yan tarafında Oğuz. Ha bir de Orhan var. Orhan'ı unutmayın. Siyasetin konusu: kendisine edindiği yaşam biçimi; konusu hayatı, sonuçları hataları. Asla ne için hayatta olduğunu, niçin burada olduğunu bilmiyordu, konuşuyordu: "Ne olduğumu bilmiyorum, iyi miyim, kötü müyüm? İyi sayılabilecek çok şey yaptım fakat kötü olan çoğu şeyi de yaptım. Evet. Yaptım... 'Bu beni iyi birisi mi yapar yoksa kötü mü? Kendime iyi diyecek kadar yüzsüz değilim lakin kötü diyecek kadar nankör de değilim. Neyim, kimim ben, neresiyim?'
Işığın arkasında saklanmış gölgeler... Uyanıyordu yavaştan. Her şey bir rüyaydan ibaretti onun için, inanmak istemiyordu, nasıl olduğuna inanamıyordu. Tek bir şans gecelerine ay ışığı vuran o narin kadını görme umudunu kaybetmişti. Kadın dedi. Dedi ve iç çekti, bir dörtlük yazdı.
Gözlerinde kaybolurum uçsuz bucaksız şiirler gibi
Kıta sonlarında anlarım benzerliklerini
Mısra sonlarında anlarım olmayışını, ölürüm hasretine
Yokum ki gönlünde, görsem ne olur gözlerimde .
Elinde kitabı, gözünde kalemi. Pencereye oturmuş kahvesini içiyor. Öylece bakıyor, bakıyor ve bakıyor. Onu bekliyor. O gelmeyecek, inanmak istemiyor.