İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Batuhan Erbay

Sayfa: [1] 2 3 ... 6
1
Arşiv / Ynt: 32. Gün Arşivleri
« : 09.09.2020 01:32 »
12 eylül belgeseli'ni derste döküman olarak kullanmıştık vaktiyle. fazlasıyla yararlı bir arşiv, türkiye nasıl bir yer diye merak eden bilinçli gençlerin kesinlikle izlemesi gerekiyor.

her bölümü değme korku filmine taş çıkartan efsane bir belgesel serisidir. Dikkatli olun hocam, böyle ders müfredatına filan sokup insanları zorla komanist yaptıklarına dair hikayeler duyulmuştur.

2
Arşiv / Ynt: 2020 YKS Genel Konu
« : 28.06.2020 04:43 »
Sınavın içeriğini bilmiyorum ama şunu söylemek zorundayım, Üniversitede ilk girdiğim sınav Üniversite sınavından daha zor ve daha stresliydi, yarın okulumun uzayıp uzamayacağının belli olacağı bir sınavım var. Stresimi hayal bile edemezsiniz, 1 yıl hazırlanma fırsatınız yok, maksimum 3 haftada konular belli, konuların da tüm derslerle beraber en az bir TYT konuları kadar yoğun olması zor. Evet, üniversite sınavı inanılmaz stresli ve inanılmaz kötü. Ancak emin olun üniversitede zor bir bölüm yazacaksanız, girdiğiniz ilk "baba ders" sınavı Üniversite sınavınızdan zor olacak. Bu yılki talihsizlikler çok üzücü olsa da eğer seneye bırakacaksanız oturup çalışmaktan başka bir seçenek yok. Her yıl daha da zor ve daha da boktan olacak bundan sonra zaten, o yüzden hayırlısı diyip devam.

3
Öncelikle Meriç’e yüksek seviye tartışma için teşekkür ediyorum.

Türkiye hukuk tarihi, Türkiye siyasi tarihi ve bunların hukuk ve ardından sosyal yaşama etkileri benim bir tür hobim. Hatta evimde Atatürk’ün Samsuna çıktığında yazdığı istifa mektubunun orijinali bulunmaktadır. Böyle ufak tefek hukuki/siyasi anıları toplamayı severim. Bir dönem Fidel Castronun “vurulmadan” önce içtiği ve üstünde hala parmak izlerinin seçilebildiği bir bardağı bile koleksiyoner bir arkadaşımın evinde görmek nasip olmuştu.

Ancak, ben bugün Türkiye’den ziyade Amerika’daki ve AB’deki sistemi biraz anlatarak aslında bahsi geçen illüzyonu kırmak istiyorum. Amerika’ya ve AB’ye özenmemiz gerektiğine katılıyorum. Ama bu ülkelerin “problemsiz” olduğu ilüzyonuna zinhar katılmamaktayım.

Adaletsiz biraz yukarıda AB’den bahsettiğinden üstünde çok durmayacağım. Evet, AB demokratik değil çoğu zaman da hukuktan ziyade politika ile yönetiliyor.

Ancak AB vatandaşı olan kimseler bir çok haktan yararlanırlar ve bunu bütün AB’de kullanırlar örneğin Almanya’da dükkanı olan bir kimse gidip İtalya’ya aynı gün taşınıp orada bir dükkan açabilir. Mallarını AB’de vergisiz dolaştırır, her yediği içtiği çok sıkı kontrol edilen standartlara tabiidir. Gümrük birliği sebebi ile birliğin dört bir yanından en kaliteli ürünleri “ek” vergi olmadan yer. Yani Fransız adam akşam şarabını yudumlarken yanında İspanyol jamon de ibericosu ve İtalya’nın zeytin bahçelerinden gelen zeytinini keyifle tüketebilir. Bu kurallar dolanılmaya çalışıldığında da EC (Avrupa Konseyi sanırım Türkçesi) Rekabeti (Gucci davası), malların serbest dolaşımını (Casis de Dijon davası) veya kişilerin serbest dolaşımını engellediği için ülkelere sağlam tazminatlar ödetir.

Ancak Avrupa’nın bir çok yerinde sidik kokusundan yürüyemeyeceğiniz kadar kötü, saat sabahın onunda haptan cayır cayır patlayan insanların gece kulübü önünde dans ettiği bir çok mahalle vardır. İşin kötüsü gettolar şehirlere, garlara yakındır ve bu orada yaşayan ve belirli saatlerde gezmesi gereken insanlar için tehlikelidir. Örneğin sabah 5’te işe gidenler tırsarak gider. Gece vardiyası maaşları bu yüzden ultra yüksektir, toplu taşıma yirmi dört saat çalışmaz vb. Avrupa güvenlidir algısı göreceli yalandır. Türkiye’de İstanbul’da girmeniz/gezmeniz gereken yerler alenen belliyken. (Ankarada Çin Çin’e gitmezsin, İstanbulda Dolapdereye gidip millete sövmezsin vb) Avrupanın benim gezdiğim bir çok kentinde bu çizgiler aniden silikleşebilir Madrid’te merkeze aşırı yakın bir yerde gasp edilebilirsiniz, İtalya’da kapkaç o kadar sık yaşanır ki dikkat kapkaçcı var tabelaları önce koyulmuş sonra kaldırılmıştır. (Kapkaçcılar bu tabelaların altında bekleyip tabelayı görüp de turistlerin nerelerini ellediğini izliyor ve değerli malların yerini anlayıp cukkalıyorlarmış bu yüzden kaldırılmışlar.) Güvenlik ile ilgili örnekler tabii ki çeşitlendirilebilir. Avrupanın bir diğer sorunu da gençlerinin büyük kayıplarda olmasıdır, gençler partileri, uyuşturucuyu ve alkolü çok severler. Hatta bir çoğu okul yerine bunu tercih eder, Avrupa’da alkolizm bir çok ülkeye göre 2-3 İslam’a inanan ülkelere göre ise yaklaşık 10 kat daha fazladır (Bu veriyi nereden aldığımı hatırlayamıyorum kusura bakmayın) çok ciddi sokakta bayılan/ayılan tripten tribe koşan gençleri görmeniz mümkündür.

Velhasıl kelam Avrupa sizin orta direk, orta-üst veya üst bir yaşam standardı sürdürdüğünüz varsayımında AŞIRI iyi bir konsepttir. Hayalinizdeki her yemeğe büyük olasılık ulaşabilir, ekstrem olmadığı sürece her şeye sahip olabilirsiniz. Düşük yaşam standardına sahipseniz de daha insanca yaşarsınız. Ancak çok düşük yaşam standardına sahipseniz, illegal göçmenseniz veya ilk kuşak kalifiye olmayan işçiyseniz kendi etnisitenizin yoğunlukta bulunduğu gettolarda yaşar ve büyük olasılık buralarda ölürsünüz. Gettonuzun iyi veya kötü olup olmadığı tamamen komünün kültürüne bağlıdır, benim gözlemim Türk gettolarının görece temiz, Zencilerininkininse iğrenç olduğu yönünde oldu. Ancak Lyonda da durum bunun tam tersiydi. Yani tamamen orada yaşayan kişilerin insafına kalmış bir temizlik/toplum algısı. Ancak mesela besinsiz kalmazsınız, Avrupa’da insanlar nadiren kendilerini parasızlık sebebiyle vururlar ve bunu yaptıklarında ceplerinden 2 euro gibi bir para çıkmaz, çok daha fazla paraları olur en fakir olan dilenci bile 0 euroya sahip değildir. 

Üniversitede de yemekler subsidizeddır yani orada okuyorsanız ücretsiz yemek bir çok üniversitede vardır, seçenekler hep aşırı fazladır ve şinitzelden, falafele, pizzaya her gün geniş bir yelpaze sunulur. Hatta orada bulunduğum süreçte döner bile gördüm. Üniversite öğrencileri yemek yiyemeyecekleri için intihar etmezler. Çünkü: yemek zaten bedavadır. Bununla beraber eğitim dünyadaki bir çok konuda en profesyonel kişilerce verilir ve haklar da çoğu zaman eşittir.

Yani kimse kusura bakmasın ama Avrupa “İnsancıl” değil eleştirisi yanlıştır. Avrupa öyle özgürlükçü ve insancıldır ki bunun sıkıntısını çekmektedir (şehrin ortasında getto, kayıp gençlik örneklerini hatırlayalım. Türkiye’de roman mahallelerinin yıkılması örneği ile destekleyelim) ancak Avrupa soğuktur yani kurallar ve bunların takibi vardır ve insanlar hemen hop yerim moruk seni şeklinde arkadaşlıklara girmezler, dolayısıyla Türkler sıklıkla Avrupayı ve insanını “insanlıktan” uzak adlederler ancak böyle bir durum yoktur, siz onlara çok ters bir tepki bile verseniz çoğu özür diler gülümser ve işlerine bakarlar. Ancak soğuk oldukları için sosyal yaşam/komün hayat pek Avrupa realitesi değildir bireysel ve içe kapanık bir yaşam hüküm sürer. İnsanlarından ziyade ülkelerine gelirsek Avrupa’da bir kaç ülke hariç hepsi ekonomik olarak stabildir. Bunun dışında her ülkenin belirli sistemleri kanunları ve AB’nin kendisi de aşırı stabildir dolayısıyla hiç bir ülke iktidar değişimiyle 50 yıl geriye gitmez, ülkelerin stabil programları vardır ve AB bunların bir kısmını “seve-seve” yaptırdığından ilerleme/gelişme şart gibidir, bu gelişme de genelde ülkenin yüzlerce yıldır belirlediği çizgide olur ve sabittir yani bir anda sağcı olan bir ülke solcu olmaz, örnek vermek gerekirse yeni bir Hitler vakası görmek şu sıralar imkansız gibidir. Bu sebeple AB’nin değişiyor olduğu iddialarına katılmıyorum, AB herhangi bir “güç gaspı” veya “karar alma organı” olma peşinde değil. Bu yetkilerin her biri tek tek ülkelerce kendilerine verilmekte. Ülkelerin çok çok büyük bir çoğunluğu da bundan feci derecede memnun, Federal tek bir devlet yapılanması onlar için çok güçlü olacakları bir alternatif sunmakta. Üstelik AB kültürleri bastırma çabası içerisinde olmadığından sadece “Hukuki” bir birleşme olacaktır bu. Yetki konusuna gelirsek Milletlerarası Genel Hukukta bir ülkenin izni alınmadan hiç bir şey yapılamaz. Yani AB bir gecede gücü gasp edip yepyeni bir ülke olamaz.  adaletsiz’in iddia ettiği ve ülkeler arası hukukun anarşi ile yönetildiği tuhaf bir dünyada yaşıyor olsaydık, bu doğru olabilirdi ancak şunu unutmamak gerekiyor, düşünceler bazı kuralların varlığını etkilemiyor. VCLT, UN Charter gibi farklı anlaşmalar ile Milletlerarası Genel Hukuk son 50 yılda ciddi değişimlere uğramış ve şuanda dünyada en saygı duyulan hukuk dallarından biri haline gelmiştir. Güçlünün borusu öter mantığı çok yanlış olmasa da belli kuralların ve kılıfların olduğu, anarşi olmayan bir ortam olduğunu söylemekte yarar var. Özetlemek gerekirse, AB sui-generis bir hayvandır çözümlemesi de imkansızdır ancak artı ve eksileri elimden geldiğince yukarıda belirttim.



Amerika’ya gelirsek, Amerikan rüyası veya Amerika filmlerde görüldüğü gibi değildir. Halkın çok az bir kısmı nakit ile alışveriş yapar. Neredeyse HERKES hem soyulma korkusundan hem de gerçekten aylık yaşadığından kredi kartı ile alışveriş yapar. Cebinizde 30 dolar gibi cüzi bir miktar bile bulundursanız kendinizi  korkak hissedebilirsiniz. Halkın bir kısmı öyle fakirdir ki onlara bozmanız için 100 dolar verdiğinizde onunla fotoğraf çekilebilirler. Amerika eğitime sadece “hak eden” tayfa bakımından önem verir. Herkes okumaz/okumak için cesaretlendirilmez. Okumak için cesaretlendirilenler ya çok zekilerdir ya da zenginlerdir ve notları ortalama üstüsür. Bir çok iş lise mezunları için mümkündür, ücretler de gayet makuldür. Örneğin bir polis memuru yıllık 80.000-90.000 dolar kazanır ve bu para çoluk çocuk “refah” içinde yaşamalarına yeter. Ancak okullar ateş pahasıdır, Üniversiteye gitmek bir evin iki katı fiyattır ve çoğu orta direk Amerikalı bir evi 30 yıl Mortgage ödeyerek alabilmektedir. Yani teorikte orta direk bir aile tasarruf fonu gibi bir yatırımı çocukları doğar doğmaz yapmazsa çocuk üniversite hayalini çok nadiren çıkan burslar olmadan kuramaz bile. Bunun dışında herkes kredi borçlusudur, sürekli bir borç
söz konusudur, ülkede işsizlik de yüksek orandadır. Eğitimli kesim az olduğundan yüksek maaş alır ancak göç fazla olduğundan da bazı eğitimli kesimler iş bulamayabilirler. İş ve üniversite imkanı fazla olduğundan “kariyer” yapmak Türkiye’de görece kolay girilen bir kurumsal şirkette kariyer yapmaya benzemez. 72 saat straight çalışan tipler vardır ve bu kimseye tuhaf gelmez. Hatta 72 saat çalışan adam aşırı verimli ise onun yanındaki kişiyi işten çıkarıp, nasıl olsa tek yapıyor bu eleman bile denilebilir. Amerika vahşi kapitalizmin doruklarını yaşar. Evet, hayat güzel gözükebilir. Evet, güzel de olabilir. Elinizden basit işler geliyor şse ustalık/elektrikçilik gibi meslekler ile kendi şirketinizi kurabilecek kadar para bile kazanabilirsiniz. (İdris usta örneği, şirket değil ama bir işletme sayılabilir. )Gerçekten çok çalışırsanız da görece ekonomik stabiliteye ulaşabilirsiniz.

Ancak zaten bunların hepsi Türkiye için de geçerlidir. Şuan girip kurumsal bir şirkete girseniz ve manyakça çalışsanız zaten 5 yıl sonra iyi paralar kazanırsınız. Aynı şekilde eğer kendi şirketinizi iyi bir fikirle kurarsanız yine piyasayı domine edersiniz. Evet, Amerikada seçenek daha fazladır, yemek beslenme daha ucuzdur. Ancak hiç aklınıza gelmeyecek şeyler ateş pahasıdır ve Türkiye’de rahatlıkla alabileceğiniz sebze meyveyi orada kolay kolay alamayabilirsiniz. 

Özetle aslında Amerika locked-in societal level ile çalışır. Yani orta direk kolay kolay üste çıkamaz, üst adam da kolay kolay düşemez. Alttaki adamın çıkması ise mucize olarak adledilebilir. (Örnek vermek gerekirse, bir polis memurunun oğlu çoğu zaman yine polis memuru olacaktır. Bir doktorun veya avukatın oğlu/kızı zaten aşırı zengin bir aileden geldiğinden kolay kolay kendine orta direk bir kariyer seçmeyecektir. bu yüzden de bu kast sistemi ve döngü Amerika’da hep devam eder.)

Bununla beraber Amerika da güvenli değildir ve hatta toplu bir tecavüzü ve cinayeti bir apartman dolusu insan seyredip, hiç bir şey yapmayabilir. Polisi bile aramayabilir. Türkiye’de öyle bir şey olsa ve bir apartman dolusu adam duysa failin sabahı görüp göremeyeceği meçhuldür. Gece gezemeyeceğiniz mahalleler vardır, insanlar size kırmızı ışıkta durmamanızı söylerler vb vb. Özetle Amerika da Türkiye gibi belirli yerlerde güvenli belirli yerlerde değildir çizgiler de aşırı silik değildir.

Son olarak, söylemek istediğim şey aslında açık ancak Meriç ve Tunç’un da söylediklerine katılarak “yanlış batılılaşma” konseptine karşı olduğumu söylemem gerekiyor. Yani çok iyiyiz batılıyız hadi
götümüze buzlu badem sokalım kafasındansa Türkiye’nin de iyi yanları olduğunu kabul etmeli ve önümüzdeki iyi örneklere öykünmeliyiz.

Not: Konu çok ilgi alanım olduğundan kaptırmışım.

tl,dr: batılılık iyi yanlış batılılaşma kötü, paran varsa her yer müthiş.

4
Arşiv / Ynt: horizon's pd stories
« : 26.05.2020 01:14 »
PD videoları hep çok hoşuma gidiyor nedense, başarılar.

6
Arşiv / Ynt: Toksikleşen SAMP kitlesi.
« : 26.05.2020 01:02 »
12 yıl önce bu oyuna başladım. Dile kolay 12 yıl.

SAMP'ta free-roamda fazla vakit harcamadım dürüst olmak gerekirse. O zamanlar İstanbul-RP diye bir sunucu vardı, SanAndreas da çıkalı çok vakit olmamıştı. Bir çok şey değişikti, bir çok oluşum OOC alımdan başka türlü alım pek yapmazdı. Zaten player kitlesi de çok azdı. Herkes birbirine elinden geldiğince öğretmeye çalışırdı. Egemen Şan (Kendisinin karakter adı ve gerçek adı aynıydı gibi hatırlıyorum ama yanılıyorsam düzeltin lütfen.) bana rol öğreten kişidir. Ben de sayısız insana karşılığında rol öğretmişimdir. Yeni player geldikçe aşırı derecede sevinirdik. Sunucu 100 kişiyi görünce havalara uçardık. Eğer "Rol yapıyor muydunuz?" diye sorarsanız size cevabım "Pek değil" olur. Ancak yine de kapıda 8 saat nöbet tutar, gelen geçene kapıaç komutu ile kapıyı açar, bahşiş filan alır diğer güvenlik arkadaşlar ile elimden geldiğince rol kovalardım. Tamamen senaryo üzerine savaşlar yapılırdı, ancak ben bunu anlamayacak kadar ufak olan 11 yaşındaydım. Forum imzamdan defalarca karşıdaki oluşuma hakaret etmiş, haklarında "En iyi Umarov ölü Umarovdur" gibi şeyleri forum imzama eklemiştim. Defalarca uyarılmıştım ancak hiç banlanmadım. İşin garibi bunu yaptığım insanlar beni hiç bir zaman şikayet etmediler. Event gibi bir yarış sistemi vardı, kazanan büyük para alıyordu. Rakip çetenin başı bu yarışı -1 saniye süreyle kazanınca foruma oyuncu şikayeti açıp bug abuse ile şikayet edip onu banlatmaya çalışmıştım. Kendisi bana gayet masumca oyunda bir hata olduğunu anlattı, polemiğe girmedi şikayet etmedi. Ben de özrümü diledim. 11 yaşındaydım bakın tekrar ediyorum, açık bulup şikayet açtığımda 11 yaşındaydım.

Bu benim SAMP dönemi boyunca açtığım sondan bir önceki şikayetti. Çünkü: Şikayet sisteminin anlamsız olduğunu düşünmeye başlamıştım, insanlar beni şikayet etmek yerine oyunu oynamama yardımcı olmaya çalışıyorlardı, zaten çocuk olduğum için de genel algı kimsenin bana bulaşmasının mantıklı olmadığı yönündeydi. Velhasıl kelam, bir şekilde büyüdüm ve ben de hep kucaklayıcı yardımsever olmaya çalıştım. Yıl 2014'teyken benzer bir olayı yabancı bir sunucuda yaşayarak gasp edildim ve OOC hırsımla bir anda şikayet konusu açtım. Karşı tarafın yaptığı rol hatalı olduğundan ceza aldılar ancak benim kaybettiğim maddi herhangi bir şey ve o gün içine edilen oyun zevkim geri gelmedi. Ayrıca devamlı olarak role uyup "he" deyip geçmek gerektiğini o gün öğrendim ve insanlara daha çok öğretmek daha çok kavratmak istedim. Sonra da fark ettim ki bir çok insan bunu istemiyor. Bir çok insan öğrenmektense, kendilerine ne yapılması gerektiğinin söylenmemesini ister. Benim düsturum bunun tersi olduğundan bu bana hep çok garip geldi hala da geliyor. Vaktiyle yaptığım açıklamaların altından "Bunu senden öğrenecek değiliz, zıbış" tarzı cevaplar geldiğinde moralim feci şekilde bozuldu. Benim için bilgiyi yaymak, "cahillikle" "rol bilmemezlikle" savaşmak görev gibiydi. Hala da öyle ve bana böyle cevaplar gelmesine rağmen buna da devam edeceğim.

Bence SAMP kitlesinin toksikleşmesinin bir sebebi de bizim gibi görece "çok" eski oyuncuların ya bırakması ya da olaylar ile ilgili olarak X bir oluşuma. "Bakın, bu rol yanlış siz bunu şöyle yapsanız çok iyi olur." ya da "Gel seni aramıza alalım." dendiğinde insanların verdiği ters cevaplar ile birlikte bizim de tilt olmamız ve tersliğe terslik ile cevap vermemiz. Kimse, hiç bir şeyi "en iyi" bilemez ancak bana kalırsa insanlık olarak ilerlememizin yolu "daha iyi bilen" birini dinlemektir. Mesela, bunu SAMP'a uyarlarsak biri bana ne zaman Sırp Mafyası/Polak Mafyası veyahutta benzeri Arnavut gibi eski SSCB mafyası yapacağız dese hayırlı olsun derim, ardından da konsept hakkında hiç bir fikrim olmadığını söylerim. Vaktiyle MBK'nın oluşumunda polak mafyası rolünü 3-4 ay kadar icra ettim, ancak kimseye akıl verecek kadar rolü araştırmadım, onlardan öğrendiğim kadarıyla kendi karakterimi "en iyi" şekilde şekillendirmeye çalıştım. Ancak özel olarak eski SSCB ülkelerinde veya spesifik olarak Polonyada hayat nasıl, bunu hiç bir zaman öğrenmedim. Yıllar sonra bunları okul kapsamında bir ders ile öğrenince, rolde gerçekten yanlış yaptığım bazı şeyler olduğunu fark ettim. Ancak bana yıllar önce biri çıkıp "Paşam bak bu yanlış doğrusu böyle" deseydi ve önüme kanıtlarını da getirseydi sanırım "Adam haklı" derdim. Benim inancıma göre bu "Adam haklı" konsepti ortadan maalesef kalktı. İki taraflı düşünme, birbirinin rolünden zevk alma, IC olarak rakip olduğun adama OOC gerek rol öğretme gerekse de rol konsepti öğretmek ortadan kalktı. Benim kendi tabirimle "Deal with itcilik" ortaya çıktı. Yani "Ben bu rolü böyle icra ediyorum, bak yoluna." diyen adam sayısı arttı. Dolayısıyla ortalama rol kalitesi de realizmden uzağa itildi.

Realizm konseptinden uzağa itildikçe, bir çok şeyi yapmakta kendinde cesaret bulan adamlar da türedi, özetle bir kar topu etkisi ile bu günlere geldik. İnsanlar artık birbirine öğretmekten, uzun yazıları okumaktan (Buna bu yazı da dahil, eğer buraya kadar geldiyseniz en içten şükranlarımı sunuyorum.) araştırmaktan, yaptıkları rolü öğrenmekten sıkıldılar. Rolde o adamı yansıtmak onlara "banal" gelmeye başladı. Çünkü: Kültür umurlarında bile değildi.

Cosa Nostra'yı oturup kahve içen italyanlar sandılar, bana Cosa Nostra rolü yapanlar arasında Colombus gününün ve Mayflower olayının İtalyan-Amerikalılar için önemini anlatacak adam bir elin parmaklarını geçmeyecektir. İşte böyle böyle ufak şeyler ile rollerimizden gerçekçilik eksildi.

Realizm rollerimizden eksildikçe de en sonunda şuan bu aşamaya geçtik, "paravan" oluşumlar türedi. Yani adamın aslında ne olduğu önemli değil "Çeteci" veya "Mafya" rolü yapmak istiyor. Rolüne hafif bir "X köken" baharatı katıyor. Açıyor bir oluşum çekiyor silahını, patara patara sıkıyor yok bu adam gerçekte nasıl davranırdı, işte bu adamın kültürel backgroundu buna uygun mu? Bir çok insanın artık bu umru değil. Çeker silahı patara patara sıkar kardeşim, "Deal with it". Şimdi bu adama sen rol öğretmeye çalışırsan, yardım etmek istersen, ne faydası olacak, kendisi de çok özür dilerim ama neden bu rolü yaptığını bilmiyor ki. Rolü yapamadığı ve amacı da özünde "sıkmak" olduğu için de kendisine IC olarak bir yamuk yapılınca olaya OOC kuruluyor ve karakteriyle cevap vermek yerine oyuncu şikayeti açıyor, yani aslında bu bilgisizlik ve bilgisizliğin getirdiği konuya hakim olamama bir nevi toksisiteyi beraberinde getiriyor. Yoksa mesela sağlam bir sokak çetesi kendisine yamuk yapıldığında kalabalık değilse "He" deyip geçtikten sonra güzel bir drive-by ile karşıya gereken cevabı verebilir. Ancak adam belki drive-by'ın kendisi için ne kadar önemli bir konsept olduğundan habersiz veya drive-by sırasında araçtan iniyor filan. Çünkü: Amaç vurmak paşam, amaç vurmaksa her şey mübah, her şey okey, deal with it.

tl,dr: Toksisite büyüdü çünkü: bilgisizlik de genişledi, insanlar öğrenmek istemiyor. Oluşumlar, paravan oldu amaç çoğu zaman DM. Bunun bir kısım suçlusu da eski playerlar çünkü biz öğretmek yerine salmayı seçtik.

P.S: Bu yazıda anlattıklarım hiç bir şekilde ÖZEL bir oluşuma yöneltilmemiştir. Bu genel 2008'den beri rol ortamında yaptığım gözlemlerdir ve bu sıkıntılar isim vermek yanlış olsa da ilk olarak Anıl Altın'ın sunucusunda ilk kendini göstermeye başlamıştır, geldiği son nokta da budur. Bu noktaya kadar okuyanlara çok teşekkür ederim.

P.S 2: SAMP'ın bana yazıda bahsettiğim "ağabeylerim" sayesinde kattığı en büyük şey, okumak, genel kültür ve araştırmak olmuştur. Keşke herkese de bu alışkanlığı getirse diye sık sık dua ederim. Farklı arkadaşlarıma, çok çok daha iyi alışkanlıklar kazandırdı. Ancak benim için hep bu okumak ve araştırmak alışkanlığı dünyadaki en iyi şey gibi geliyor. Tabii ki iddiam "Her şeyi biliyorum, bilgi akışını sağlamayalıyım." gibi değil. Ancak, ben biliyorken veya sen biliyorken ne bok yemeye tekrar öğrenelim? Anlat işte bana, söyle veya ben sana anlatayım. Niye işler bu kadar zor olmak zorunda?

We made our bed, now we sleep in it.

9
Arşiv / Ynt: Underground Det. Hakeem
« : 20.05.2020 16:39 »
3 kişi öldü be, kalpsizsin Det. Hakim bey amca :(

Sayfa: [1] 2 3 ... 6