Vice Roleplay

Diğer => Genel Sohbet => Arşiv => Konuyu başlatan: venceremos - 07.04.2020 20:00

Başlık: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: venceremos - 07.04.2020 20:00
Mitolojik hikayelere ve efsanelere ilgisi olan arkadaşlarla bu başlık altında buluşalım. Bir hikaye değil de bir kelimenin kökeninden bahsedeceğim bugün sizlere.

Porselen Kelimesi Nereden Geliyor?
(https://i.hizliresim.com/IdZ7nV.jpg)


Domuz, antik Yunan, Roma ve Germen uygarlıklarında şans getiren bir hayvan ve sembol olarak kabul edilirdi. Domuz sürüsüne sahip olanlar da,  varlıklı kabul edilirdi.  Domuzun latincesi ise "porcus"dur. Hediye olarak sadece gerçeği değil, küçük topraktan pişmiş olanları da gayet makbuldü. Bu durumda domuz değil domuzcuk oldukları için de, porcusun küçültme hali olan porcellino kullanılmıştır. Bu pişmiş topraktan üretilen domuzcukların Latince ismi, günümüzde tüm dünyada porselen olarak yüksek kalitede pişmiş toprak ürünleri için kullanılmaktadır. Porselen derken, aslında 'domuzcuk'  demiş oluyoruz. Küçük domuz figürleri de günümüz Avrupa ülkelerinin çoğunda şansın ve bereketin sembolü olarak kullanılır. Örneğin kumbaralar domuz şeklindedir. 
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: Justice - 07.04.2020 20:02
bu gün de kültürlendik :-*
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: Renesmee - 08.04.2020 02:45
NYMPH ((En sevdiklerimden biridir))

Nymph (Yunanca νύμφη) Yunan Mitolojisinde genç ve güzel kadın görünümünde tabiat ruhları veya önemsiz tanrıların adı olup, yaşamlarıyla bağlı oldukları su kaynakları, dağlar ve nehirlerin koruyuculuğunu yaptıklarına inanılmaktaydı. Müziksever, şehvetperest ve zarif varlıklar olarak tasvir edilen nympler rahatsız edildiklerinde insanlara zarar verebilmekteydiler.

Nymphler yaşadıkları ortama göre 4 gruba ayrılabilmektedir:

1. Grup Kara perileri: Aldeid (Vadi), Napaea (Vadi), Auloniad (Yayla), Leimakid (Mera), Oread (Dağ), Minthe (Nane), Hesperid (Bahçe)

2.Grup Su perileri: Helead (Bataklık), Okeanid (Okyanus), Nereid (Akdeniz), Naiad (Tatlı su)

3. Grup Ağaç perileri: Dryad (Meşe), Leuke (Kavak), Meliae (Dişbudak), Epimeliadlar (Elma)

4. Grup Yeraltı dünyası perileri (Lampadeler)

Homeros’a göre Zeus’un kızları olan nymphalara insanlar tarafından saygı gösterilip dua edilmekteydi. Yunan kültüründen beslenen Romalı şairler Juturna ve Fon adını verecekleri Latin su ruhları ile Lymphae adlı su tanrıları grubunu oluşturmuşlardır.
Thetis, deniz tanrısı Nereus’un kızı olup, Zeus bu kızın bir tanrıdan çocuğu olursa kendini tahtından indireceği kehanetini duyunca kardeşi Poseidon ile birlikte Thetis’e ölümlü bir adam olan kral Peleus ile evlenmesini teklif etmişlerdir. Thetis teklifi kabul etmeyince Peleus, bilge kentaur Khiron’un fikrini alarak kıza tuzak kurmaya karar vermiştir. Kızı deniz kenarında uyurken yakalayan Peleus, Thetis’in birkaç kez şekil değiştirmesine karşın kızı tutmayı bırakmamış ve onu evlenmeye razı etmiştir. Çift oğullarına sonradan kahramanlık ve gücüyle ünlenecek Akhilles adını koymuş, Thetis çocuğunu topuğundan tutarak Styx nehrine sokarak topuğu dışında bedeninin geri kalan kısmının yararlanamaz olmasını sağlamıştır.


NIXIE((Bunu da severim))

Nixie, neck, nicor, nixie veya nokken (Almanca: Nixe; Hollandaca: nikker, nekker; Danca: nøkke; Norveççe: nøkken; İsveççe: näck; Fince: näkki; Estonca: näkk) İskandinav-Germen Mitolojisinde Almanya ve civarındaki Kuzey Avrupa ülkelerinde şekil değiştirebilen ama çoğunlukla güzel kadın formunda bulunan su perilerine verilen isimdir.

İskandinav ve Germen Su Perileri: Erkek olanları insanlara pek görünmemekle birlikte dişilerine güneş altında su kenarında otururlarken rastlanabilir. Bakire nixler uzun saçlı, mavi gözlü güzel kızlar olmakla birlikte dişi ya da erkek tüm nixler balık ve yılan şekline bürünebilirler. Eğer bir erkek, dişi Nixlerin güzelliğini gizlice gözetlerse, nixin söylediği şarkılar aklını kaybetmesine veya boğulmasına sebep olabilmektedir. Nixlerin İskandinav varyantı näcken, dere kenarlarında çaldığı keman ezgileriyle çocuk ve kadınların boğulmasına sebep olmakta bu özelliğiyle bir çeşit Kelpie formu olduğu düşünülmektedir. Usta dansçılar olan nixlerin insanlarla da dans edebildiklerine, bununla birlikte eldivenlerini çalmanın ölümlerine sebep olacağına ve aynı gün yaşadıkları nehrin kanıyla kırmızıya dönüştüğüne dair anlatılar bulunmaktadır. İnsanların nadiren de olsa nixlerle evlendiği efsane ve masallar bulunmaktaysa da su perisi evlendiği kişiye gerçek kimliğini kimseye anlatmaması için yemin ettirmekte sözün ihlali halinde bir anda ortadan kaybolmaktadır. Nixler ile Slav folklorundaki Rusalka ve Japon folklorundaki Ningyo karakterleri arasında çeşitli benzerlikler bulunmaktadır.
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: Dexter - 08.04.2020 03:17
Herr Mannelig (ya da Herr Mannerlig), Orta Çağ'da dişi bir dağ trollünün bir şövalyeye evlilik teklif etmesini konu alan İsveç baladı.
Anakronizm'le ilgili olan bu tarihi parça, Orta Çağ balad özelliği taşıyan bir parçadır. Parça, İsveç'te yaklaşık 200-250 yıl önce konuşulan konuları ve ülkenin kültürüne dair çeşitli renkleri içerisinde barındırmaktadır. Bu yıllarda yaşadışı ifade edilen troller aslına bakılırsa iskandinav mitlerinin önemli bir parçasıdır. İnsansı yaratıklar olarak büyük korkunç olarak tabir edilirler, insanları kaçırıp dağlara hapsettikleri söylenir.

Bir dişi dağ trollü, bir şövalye olan Bay Mannelig'e evlenme teklif eder. Bunun karşılığında ona hediyeler, güzel bir yaşam ve adanmışlık teklif eder. Eğer Bay Mannelig teklifi kabul ederse de troll insana dönüşecektir. Ancak Bay Mannelig, trollü Hristiyan olmadığı gerekçesiyle reddeder. Aşkı karşılıksız kalan troll yaşadığı evine kapanır ve ağlar. Onun ağlamasıyla dağlar sarsılır, ağaçlardaki kuşlar trollün yanına gelir ve onunla birlikte ağlamaya başlarlar,fakat trollün gözyaşlarını kimse dindiremez.

Sözleri ise;
Spoiler: GösterGizle
Şafaktaydı, güneşin yükselmesinden önce,
Ve kuşlar şarkılarını söylüyorlardı,
Bir trol kadını yanlış bir dil ve aldatıcı bir sesle,
Teklif etti bir beyefendiye.
Herr Mannelig Herr Mannelig, benimle evlenir misin?
Sana vereceğim tüm şeyler için.
Eğer istiyorsan sadece evet veya hayır de,
Yapacak mısın yoksa yapmayacak mısın?
On iki değirmen vereceğim sana,
Tillö ve Ternö arasında.
Taşları en kırmızı bakırdan yapılmış,
Ve çarkları gümüşle doldurulmuş.
Bir kılıç vereceğim sana,
Halkaları on beş altın yüzükten.
Ve benim istediğim gibi savaşacaksın,
Kazanmak için,savaş meydanında.
Çok yeni bir gömlek vereceğim sana,
Yıpranmamışı,en iyisi.
Dikilmemiş iğne veya tahtayla,
Ama beyaz ipekten tığ işi.
Eğer hıristiyan bir kadın olsaydın,
Hediyelerini memnuniyetle kabul ederdim.
Ama biliyorum ki sen en kötü trollsün,
Sen en kötü ruhun çocuğusun.
Dağ trolü kapıdan dışarı koştu,
Titriyor ve inliyordu.
Yakışıklı bir genç adama sahiptim dedi,
Ve o bana azap verdi.
Herr Mannelig Herr Mannelig, benimle evlenir misin?
Sana vereceğim tüm şeyler için.
Eğer istiyorsan sadece evet veya hayır de,
Yapacak mısın yoksa yapmayacak mısın?
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: venceremos - 08.04.2020 17:22
@Renesmee ve @Dexter 'a destekleri ve ilgileri için minnettarım.

Kral Midas'ın eşek kulaklarından bahsedeceğim size bu efsanede.

Midas'ın Kulakları Eşek Kulağı

(https://i.hizliresim.com/4cgZuE.jpg)

 Midas'ın sarayında gerçekleştirdiği bir eğlence sırasında Çobanların ve Ormanların Tanrısı Pan flütüyle orada bulunan insanlara müzik ziyafeti çekmektedir. Şaraplar içildikçe güzel ezgiler eşliğinde kafalar da güzelleşirken Kral Midas, sahip olduklarıyla övünerek kibirleniyormuş. Güneş ve Müziğin Tanrısı Apollon'un, Pan'dan daha güzel müzik yapamayacağını da söyleyince etrafındakiler onu bu şekilde konuşmaması için uyarmış çünkü herkes Apollon'a şirk koşanların akibetini çok iyi biliyormuş ancak kral bu durumu umursamayarak Apollon'dan karşısına çıkmasını istemiş. Herkesin şaşkın bakışları arasında öfkeli bir şekilde Apollon, bir anda Midas'ın karşısında belirmiş. Midas, Apollon'a müzikte o kadar çok iddalıysa eğer Pan ile yarışmasını ve ondan yeteneğini herkese ispat etmesini istemiş. Bütün bu olanları korkulu gözlerle izleyen Pan Tanrı olmasına rağmen Apollon'dan korkuyormuş ve bu talebi Apollon kabul etmiş ve yarışma başlamış. Kazananı açıklayacak jüride Midas, baş yargıçmış ve yarışma başlamış Apollon'un lirinden dökülen ezgiler herkesi büyülemiş ve tam sonuç açıklanacakken Midas bir anda kalkarak kazananın Pan olduğunu duyurmuş. Bu adaletsiz karara Apollon bir hayli sinirlenmiş ve Midas'a dönerek ''Müziğin iyisinden anlamayan kulak insan kulağı olamaz, sana eşek kulağı yakışır.'' diyerek onu cezalandırmaya karar verip salonu terk etmiş. 


Ertesi gün uykudan uyanan Midas kulaklarının üzerinde bir çift eşek kulağını görünce dehşete kapılmıştır. Bu halde halkın arasına çıkamayacağından berberini saraya çağırmıştır. Kulaklarının görünmemesi için berberine bir peruk yapmasını söyler ve bu durumu herhangi birine söylerse onu öldüreceğini de ekler, bu durumdan korkan berber hayatı için sessiz kalmaya mecbur kalmıştır. Söylentiler, dedikodular yayıldıkça berberin tutmaya mecbur olduğu bu hayati sır da günden güne berbere ağır gelmektedir. Bu sırrı saklamaya daha fazla dayanamayan berber kimseye söyleyemeyeceğinden bir kuyuya (veya kazmış olduğu bir çukura) haykırmaya karar vererek ''Midas'ın kulakları eşek kulağı! Midas'ın kulakları eşek kulağı!'' diye bağırmıştır. Ancak kuyunun yanındaki kamışların rüzgarla birleşerek yankı yapan bu sesi yayabileceğini düşünememiştir. Böylece bu büyük sır herkes tarafından öğrenilip alay konusu haline gelince Midas kulaklarını kestirmeye karar verir ve kestirir, ancak kulakları tekrar uzar ve daha kötü bir hale bürünür. Kral Midas bu kulaklarla baş edemeyeceğini anlayınca Tanrıya yalvarmaya başlar. Tanrı da bu yakarışa cevap verir ve onu affeder, ancak canını almak şartıyla. Sonra da kimse görmeden onu mezara gömer.


Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: Elvi$ - 08.04.2020 18:14
Böyle konular gördükçe seviniyorum kültürleniyoruz teşekkürler @venceremos  :o :o :) :)
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: Renesmee - 09.04.2020 03:00
Ragnarök Nedir ? Bölüm 1:

Ragnarök, tanrıların kaçınılmaz sonu olarak bilinmektedir hatta bu kıyamet savaşında hangi tanrıların öleceği önceden belirtilmiştir. Fakat tanrılar ne olursa olsun bu savaşa hazırlanmaya devam etmişlerdir. İskandinav tanrılarının yüceliği de bu kaçınılmaz sonu reddetmlerinden gelmektedir. Odin, Valkyrie’lerinin ve diğer seçkin savaşçılarının da içinde bulunduğu bir ordu kurmuştur. Bu ordu büyük bir felaketi önlemek için toplanmıştır. Bu felaket, kıyamet günü Ragnarök'tur.

Kıyamet günü İskandinav mitolojisinde şu şekilde anlatılmaktadır:

Dünyanın göreceği son çağ son derece ürkütücü olaylar ile başlayacaktır. İlk olarak “Korkunç Kış” anlamına gelen Fimbulvetr yaşanacak ve bu kış çok sert ve uzun geçecektir. Tek bir yaz mevsimi bile yaşanmadan ard arda üç kış birden yaşanacaktır. Nefret, kavga, gürültü gibi kötülükler dünyayı saracak, Nors kültürünün en önemli öğesi olan aile yapısı kırılacak, aile içindeki tartışmalar artacaktır. Böylece ahlaksal ilkeler çözülmeye başlayacak ve toplumsal bir yıkım yaşanacaktır.

Bu dönemde pek çok korkunç alametlerin de ortaya çıkacağı belirtilmektedir. Kurt sürüleri güneş ve ayı yemek için yarışacak; güneş ve ay onlardan kaçmak için gökyüzünün bir ucundan diğer ucuna kadar kaçıp saklanacak yer arayacaklardır: “Birinci kurt, güneşi yutacak ve insanlar bunun büyük bir felaket olduğunu düşünecekler. İkinci kurt ise ayı yutacak. Yıldızlar gökten düşecek, yer yüzü sarsılacak, dağlar sağa sola savrulacak, bütün bağlar kopacak, zincirler kırılacak ve böylece Fenrir serbest kalacak.“

Devamını gün gün paylaşırım, çok uzun gelmesin şimdi.   :o
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: Nraxy - 09.04.2020 07:07
Tüm yazıları okuyup kültürlendim teşekkürler :)
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: kaostan besleniyorum - 09.04.2020 18:37
Yeni ileti geldikçe okumak için buraya ileti bırakıyorum.
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: vor - 09.04.2020 18:45
Yunan mitleri ile ilgili 2 tane tragedyam var. Bir tane de antik yunanda geçen mitolojik diyaloglar içeren sokratik yöntem ile yazılan kitabım var. Ben Türk mitolojisi kaynağı bulamadığından yunan ile devam ettim. Türk mitolojisi ile ilgili terimler paylaşırsanız hem insanlar kültürünü öğrenir hemde belki bilinçlenirler ve yok olmak üzere olan şaman kültürü devam eder
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: Renesmee - 09.04.2020 18:50
Yunan mitleri ile ilgili 2 tane tragedyam var. Bir tane de antik yunanda geçen mitolojik diyaloglar içeren sokratik yöntem ile yazılan kitabım var. Ben Türk mitolojisi kaynağı bulamadığından yunan ile devam ettim. Türk mitolojisi ile ilgili terimler paylaşırsanız hem insanlar kültürünü öğrenir hemde belki bilinçlenirler ve yok olmak üzere olan şaman kültürü devam eder
Türk Mitolojisinden ve oluşumundan bahseden birkaç yazı bulmuştum. Onları da paylaşırım.
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: akaWarfare - 09.04.2020 18:55
Kızıl Tamu Nedir? -

İki ev yarattı bu halka kamug, biri atı uçmak birining tamug. - İki ev yarattı Tanrı, birinin adı cennet diğerininse cehennem.

                                Eski Türklerin inancına göre bugünkü cehennem kelimesinin eş anlamlısı. "Tamu, tam, tamag, tamuk" olarak da adlandırılır. Öldükten sonra suçluların cezalandırılmak üzere gittiği yerdir. İslam inancıyla birlikte geniş betimlemeler yapılmış ve nasıl bir yer olduğu hakkında değişik fikirler ileri sürülmüştür. Fakat tüm görüşlerdeki ortak nokta ateş ile ilgili olduğudur.

                                Oğuz Türkleri ve Chou hanedanına bağlı Türkler, Kızıl Tamunun yerin altında olduğuna inanırlardı. Onlara göre Tamu'nun efendisi Erlik Han'dır ve günahkâr kişileri cezalandırmak için vardır. Tamuda günahkar kişilere çeşitli işkenceler edilir, ateşle sınanır ve ruhları yer altına hapsedilir. Tamunun içerisinde Kazırgan vardır. Kazırgan  Kötü ruhların doğruluğa gelmesi için, geçici bir süre kaldığı ateş çukurudur. Çukur anlamı taşır. Kazımak ve kazık sözleri ile aynı kökten gelir.



Erlik Han Kimdir?


                                Türk ve Altay mitolojisinde kötülük yapan Tanrı ruhudur. Erlik Han Gök Tanrı'nın oğlu ve eski Türklerin inancı Tengricilikte yeraltı aleminin efendisidir. Günümüzde "kötü cin" olarak kullanılan bir tür cin olmasına rağmen kötülüğü simgeleyen bir tanrı ruhudur. Altayların bir yaradılış efsanesine göre Erlik Han, dünyanın yaradılışında Tengri'ye karşı fenalık yapmış ve Tengri onu ceza olarak yeraltı âleminin efendisi yapmıştır. Erlik Han, yeraltı Âleminin en alt katında yeşil demirden bir sarayda, gümüşten bir tahtın üzerinde oturur. Orada kendine koyu kırmızı parlayan ve çok az ışık veren bir güneş yaratmıştır. Emirinde dokuz semerli boğası vardır.

                                Erlik Han lanetlenmiştir, Tanrı [Ülgen] ve yarattığı karada dokuz dallı çam ağacının dokuz dalından kendi halkını türetir. Erlik bu halk benim olsun der tanrıya.tanrı da ona git kendi halkını kendin bul deyip Erlik'i geri çevirir. Tanrının halkının bu agacın yalnız doğuya bakan 5 dalından istifade etmelerine izin verilmiştir. Kalan dört dal yasaklamıştır. Erlik gidip bu halkı baştan çıkarır. Erkek olan Törüngey ile dişi olan Eje, Erlik'in şu sözüne kanarlar "Bu dört dal aslında size yasak değildir, meyveleri de pek tatlıdır. Dilediğinizce yiyin." Erlik sonra ağaca bekçi bulunan yılan uyurken ağzına girer ve ağaca çıkar, Ece'ye müsaade ettiğini söyler. Bunun üstüne Ece meyveden yer, Törüngey'in de agzına sürer. Tanrı durumu fark eder ve Erlik'i yer altına gönderir.


Şöyle bir baktığımızda Türk mitolojisinin, "Kutsal dinler" ile çok benzer olduğunu görebiliyoruz...


Türk mitolojisi hakkında bu konu altında yorumlarıma devam edeceğim.
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: Renesmee - 09.04.2020 19:52
"Türk mitolojisi günümüz Türk topluluklarının İslam öncesi din, inanış olarak benimsediği bir görüştür." Çok uzun olduğunu siz açmadan ben söyleyeyim, umarım sıkılmadan okursunuz.

Peki bu Mitolojik evren nasıl yaratıldı ? Bölüm 1:
Spoiler: GösterGizle
Yaratılış efsanesine göre; Yerin, göğün, hayvanların ve insanların olmadığı bir zamanda kaos hüküm sürüyordu. Her taraf su ile kaplanmıştı ne güneş ne yer ne de yıldızlar vardı her taraf karanlıktı. Ancak yaşamın ve hayatın temeli olan Ak Ana adlı bir varlık suda yaşıyordu. Henüz hiç bir şey yaratılmamışken ve sadece uçsuz bucaksız sular varken sonsuz sulardan çıkarak hayatın başlangıcına dair ne varsa hepsine ruh vererek yaşam döngüsünü başlatmıştır. Ak Ana ansızın suyun yarsına kadar çıktı ve şöyle dedi "Yap o zaman yaptıklarım olucak de yoksa yaptığım olmadı deme." Bunları söyledikten sonra Ak Ana suda kayboldu ve bir daha asla geri dönmedi. Ülgen'de insanları yarattıktan sonra onlara şöyle bir talimat verdi "Olan şeye yok deme eğer yoktur dersen var olan şeyde yok olur." Ülgen sudan çıkan Ak Ana'nın talimatı ile önce yeri sonra sırası ile güneşi, ayı, yıldızları ve insanları yarattı. Ancak Ülgen ilk önce ne yapması gerektiğini bilmediğinden şaşıp kaldı. Yeri yaratmak için toprağa ihtiyacı vardı. Toprağın olmadığın bu çağda sadece su vardı. Ülgen'de yeri yaratmak için suya indi bu vakit Erlik adlı biri Ülgen'e yaklaştı. Ülgen ona; "Sen kimsin ?" dedi ve Erlik cevap verdi; "Ben toprak bulup karayı yaratmak için geldim." Ülgen'de sinirlenip şöyle dedi; "Benim yaratamadığımı sen nasıl yaratacaksın ?" Erlik ise cevap verdi; "Ben şimdi toprağı nasıl ve hangi maddeden yaratıldığını bulucam." Ülgen'de; "Toprağı yaratmayı sen nasıl bilebilirsin ?" dedi. Eğer sen toprağı bulabilirsen ben de öfkemi engelleyeceğim ancak çabuk bul diye ekledi Ülgen. Erlik Ülgen'e şunu dedi; "Eğer öfkelenmezsen suyun birinden sana toprak bulurum." ve Erlik vakit kaybetmeden suya daldı. O suyun dibinde bir dağ buldu ordan bir parça toprak koparıp ağzına aldı sonra sudan çıkarak ağzındaki toprağı Ülgen'in eline tükürdü. Ülgen toprağı suyun üzerine attı ve Ak Ana'nın öğrettiği gibi "Yaptıklarım olacak." dedi. Toprak büyümeye başladı suyun üzerinde bir kara parçası oluverdi.


Türk Mitolojisi Yaratılış Bölüm 2:
 
Spoiler: GösterGizle
Ülgen ikinci kez Erliği suyun dibine çamur getirmeye gönderdi. Bu defa Erlik kendine has bir dünya kurmak için çamurdan bir kısmını Ülgen'e verse de bir kısmını ağzına gizledi. Yaptıklarım olacak deyince toprak büyümeye başladı. Tam boğulacağı sırada Erlik ağzında olan toprağı yere tükürdü ve dümdüz olan kara Erliğin tükürdüğü toprakla alçaklı yüksekli oldu. Dereler, tepeler böylece yaratılmış oldu.

Bunu gören Ülgen kızarak şöyle dedi; "Sen neden böyle bir şey yaptın ?" Ülgen onu azarladıkça orda biten bir ağaca yaslanarak onu dinleyen Erlik şöyle cevap verdi; "Ben kendime özgü bir dünya yaratmak istedim." Ülgen ise hala onu azarlamaya devam ediyordu. Nihayet Ülgen bir karara vardı ve kararını bildirdi; "Sen bir daha yeryüzünde kalmayacaksın." Erlik ise onu dinleyerek şöyle cevap verdi; "O halde bana bu ağacın biteceği kadar yer ver." Ülgen ise cevabında; "Sana hiçbir şey vermem." dedi Erlik ağaca yaslanmış bir şekilde ağlamaya, sızlamaya, yalvarmaya başladı. Kalbi yumuşayan Ülgen dedi ki; "Tamam bu yeri götürebilirsin. Ancak bu yerde sen ne yapacaksın onu bana söyle." Ülgen'den bu sözleri duyar duymaz Erlik o saat yerin altına girerek kayboldu. Ülgen ise çimleri çimenlikleri yaratacağını düşünmeye başladı. O anda bir Kırlangıç ağızında çimenlerle uçarak Ülgen'in yanına geldi. Kırlangıç ağzındaki çimenleri yere attı. Çıplak olan yer bir anda çimenlerle kaplandı. Sonra Ülgen ormanı yarattı daha sonra da insanı yaratmaya karar verdi. Kadim Türkler Ülgen'in ilk insanları Altın dağın doğu ve batı taraflarında yarattığına inanıyordular. Ülgen insanlardan önce kendine bir çok hizmetçiler yaratmıştı. Onlardan sonra kemikleri kamıştan, bedenleri kilden olan 7 erkek insan yarattı. Onların kulak ve burunlarından onlara ruh ve akıl üfledi.


Türk Mitolojisi Yaratılış Bölüm 3:

Spoiler: GösterGizle
Ülgen 8. insanı yarattıktan sonra kulağına şöyle dedi; "Sen bil, sen bil." bunu diyerek bu insanı diğer insanlardan daha üstün bir duruma getirdi. Bu 8. insanın ismi Maydere idi. Maydere "Sen bil" emrini tekrarlayarak kamıştan kemiği, kilden'de vücudu olan bir kadın yarattı. Ancak Maydere kadını yaratsada ona nasıl can vereceğini bilmiyordu. Bu yüzden de Ülgen'in gelmesini beklemeye başladı. Erlik'de bundan yararlandı yeraltından çıkan Erlik Maydere'nin yokluğunu fırsat bilip. Kopuz çalıp 9 dilde şarkı söyleyerek kadına can verdi. O günden beri kadınlar 7 çeşit huya 9 çeşit dile sahip oldular.

Anlatılana göre Maydere yalnız kadını değil erkeği de yaratmıştır. Ama Maydere insana şekil verse de ona can veremedi o zamanda Ülgenin yardımına başvurdu. Bundan yararlanan Erlik insanın yanında bekçi olarak kalan köpeği kandırdı. Köpekte onu Maydere'nin yarattığı yeni insanların yanına bıraktı. Maydere'nin Erlik'i; "Neden insanları yanına bıraktın ?" soruna köpek şöyle cevap verdi; "Ben sana yazda, suda ıslanmaz kışta, soğukta donmaz kürk veririm. Sana altı yırtılmayan ayakkabı veririm. Sana açken ölmeyeceğin doyarken semizlemeyeceğin tatlı yemek veririm." dedi. Erliğin köpeği kandıran bu vaatleri Maydere köpeği lanetlemeden önce şöyle açıkladı; "Erliğin kürkte dediği şey senin derini örtecek tüyler, ayakkabı dediği şey tırnaklar pençeler, tatlı yemek dediği her türlü kötü kokan yiyecek." bunları dedikten sonra Maydere köpeği lanetledi ve; "Bundan sonra sen insanların evlerinin dışında yaşayacak, onları ve mallarını koruyacak, insanlar ne verirse onu yiyeceksin." dedi.


Türk Mitolojisi Yaratılış Bölüm 4 (Final) :
Spoiler: GösterGizle
Maydere Ülgen'in yarattığı 7 insanı bir araya toplayarak onlardan birinin Erliğin ruh ve akıl verdiği kötü kokan kadın ile evlenmesini istedi. Maydere'in elinden tutup kadının yanına getirdiği ilk insan; "Bu yaratığın görünüşü ve kokusu farklıdır, kötüdür." dedi. Sırası ile ikinci ve üçüncü insan aynı cevabı verdi ve her üçü oradan uzaklaşarak Altın Dağına gizlendiler.

Ülgen geriye kalan 4 erkekten birinin onun her iki tarafından iki kaburga alarak bu kaburgaları kadına çevirdi ve bu kadını da erkeklerden biri ile evlendirdi. İnsanlık bu sonuncu çiftlerden meydana gelmiştir. Anlatıya göre Ülgen dünyayı 6 günde yarattı 7.gün uyudu, 8.gün uykudan kalktı. Kadim Türkler insanın yaratılışını başka şekilde de anlatırlar. Anlatıya göre Ülgen insanın vücudunu topraktan kemiklerini de taştan yarattı. En sonda Ülgen insanın kaburgasından bir kadın yarattı. O yarattığını erkek ile kadını toprağın üstüne bıraktı ve onlara nasıl ruh vereceğini düşünmeye başladı.

O zamanda o tüysüz canlı bir köpek yarattı ki erkek insan ile dişi insanı korusun. Kendi ise onlara ruh getirmek için gitti. O sırada Erlik çıkıp geldi köpek havlamaya başladı bunu gören Erlik şöyle dedi; "Ben senin bedenin soğukta üşümeyesin, sıcakta yanmayasın diye tüy ile kaplamaya geldim ve bu iki insana da ruh vermeye geldim." Köpek şöyle dedi; "Eğer dediklerini yapacaksan ben sana izin veririm." Erlik sonra şöyle söyledi; "Sana ne verirsem ye." Köpek Erliğin pisliğini yedi ve onun vücudu tüyle kaplandı. Erlik sonrasında insanlara dediği gibi ruhlarını verdi ve ortadan kayboldu.

Başka bir anlatıya göre Ülgen bu durumu nasıl telafi edeceğini düşünürken bir kurbağa yaklaşıp ona şöyle dedi; "Neden insanları mahvetmek istiyorsun ? Bırak istedikleri gibi yaşasınlar. Ölenler ölecek, kalanlar ise yaşayacak." dedi Ülgen kurbağayı dinledi ve insanların yaşamasına izin verdi sonra Ülgen düşündü ki insanların yaşaması için ateşi yaratmak lazım. İnsanlar çıplaktılar soğuktan donuyor ve yiyeceklerini çiğ çiğ yiyorlardı. Kurbağa Ülgene şöyle dedi; "Dağın üzerinde kavak ağacı var git ondan ateş al." Ülgen ağacın kovuğunu soydu ve taş yardımı ile ateşi yaratıp insanlara verdi. Ülgen bu çifte ki adları Törüngey ile Eje idi şöyle dedi; "Bütün gördüklerinizden yiyebilirsiniz ancak bu ağacın meyvesini yemeyin." Ülgen bunları dedikten sonra kayboldu. Kaybolmadan önce insanları ve meyveleri korumak için bir yılan yarattı. Törüngey ile Eje mutluluk içinde yaşamaya başladılar onların istediği bütün yiyecekler doğada vardı. Doğa ise ne soğuk ne de sıcaktı. Ancak Ülgen'in yokluğunu fırsat bilen Erlik gelerek insanlara şöyle dedi; "Ülgen size kötü meyveleri yemeyi yasaklamayıp iyi meyveleri yemeği yasaklıyor. Çünkü iyi meyveleri kendine saklıyor." Törüngey ile Eje Erliği dinlediler onu sözün tuttular ve yasak meyveyi yediler. İlk olarak Eje meyveyi ısırdı çok tatlı olan meyveyi yemekle kalmayıp kocasının ağzına sürttü.

Her ikisinde meyveyi yemeleriyle tüyleri döküldü ve çıplak olduklarının farkına vardılar kaçıp ağaçların arkasına saklandılar insanları meyveden ve Erlikten koruyamayan yılan lanetlendi. Ülgen geri döndüğünde insanları bulamadı ve ne olduğunu öğrenmek için seslenmeye başladı saklanan çift onun sesine ses verdi Ülgen onlara; "Neden yanıma gelmiyorsunuz ?" diye sordu onlar ise; "Biz utanç duyuyoruz." dediler. Ülgen bunu üzerine; "Utanç duymanıza gerek yok, gelin." dedi.

 Erkekle kadın bir kaç yaprak koparıp ayıp yerlerini kapayarak Ülgenin karşısına çıktılar. Ülgen her şeyi anladı ve sinirlenerek şöyle dedi; "Ben size bu ağacın meyvesini yasaklamıştım. Neden beni dinlemeyip yediniz ? Madem ki beni dinlemediniz o zamansa yeryüzüne inin ve ölüm saatinizi bekleyin." Yalvarsalarda Ülgen son hükmünü verdi ve şöyle dedi; "Bundan sonra Eje sen çocuk doğuracaksın, canından can ayrılacak, doğum acılarını, sancılarını sen çekceksin. Sen Törüngey kadına kandığın için elinin zahmeti ile kendine yiyecek bulacaksın soğuk, sıcak demeden çalışacak rızkını kendin kazanacak ailene bakacaksın ve siz bunlardan sonra ölümü tadacaksınız." dedi.

Aradan yıllar geçti Ülgen hayvanları, kuşları, balıkları yarattı içinden "Yer olsun" deyip yeri yarattı. "Gök olsun" deyip göğü yarattı. Törüngey ile Eje'nin 9 oğlu ve 9 kızı oldu erkek kardeşler kendi kız kardeşleri ile evlendiler onlardan da ilk insanlar türedi. İnsanlar kendi rızkını kazanmaya başladılar. Ürediler, çoğaldılar, savaştılar, ilk kanı döktüler, öldüler, öldürdüler, yaşlılığın, hastalığın ölümün ne olduğunu bildiler.
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: venceremos - 10.04.2020 06:47
Erlik Han ayrıca Türk mitolojisinden Marvel çizgi romanlarına konu olan tek karakterdir. Aşağıda Doctor Strange ile bir kapak görseli yer almaktadır.

(https://vignette.wikia.nocookie.net/marveldatabase/images/d/d3/Strange_Tales_Vol_2_6.jpg)
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: akaWarfare - 10.04.2020 15:48
Kamlar ile ilgili hikaye & efsanelere başlamadan önce onlar hakkında bilgilendirmek istedim.

Kam ve Kam davulu


KAM

(https://www.upload.ee/image/11448367/kam.PNG)


Kam kelimesi, Türk, Altay ve Moğol halk kültüründe büyücü din adamı, topluluklarda doğaüstü güçlerle iletişime geçtiğine inanılan din adamı olarak adlandırılır. Ayrıca şamanlar için "Toyun" kelimesi de kullanılır, efendi / sahip anlamı taşımaktadır. İki tür kam vardır. Nom ve kam. Nomların Kamları bilgileriyle mağlup ettiklerinden bahsedilir.

Akkam (Aktoyun): İyi Ruhlarla iletişime geçtiğine inanılan şaman.
Karakam (Karatoyun): Kötü Ruhlarla iletişime geçtiğine inanılan şaman.


                    Kamın görevlerinden bahsedecek olursak; ruhlarla irtibat kurabilir, dualarıyla hastaları sağaltabilir ve törenlerle kötü ruhları kovabilir. Aynı zamanda büyücü ve hekimdir. Değişik ritüelleri / ayinleri yerine getirir. İnanışa göre Tanrı ilk şamanı yarattığında onun evinin önüne sekiz dallı bir ağaç dikmiştir. Bu nedenle her şaman kendisini temsil eden bir ağaç diker. Bu ağaca “Turuğ” adı verilir.  Rivayete göre Tanrı Ülgen ilk şamana “Senin adın bundan böyle Kam olacak” diyerek adını vermiştir.  Gök Tanrı tarafından bu göreve getirildiğine ve üstün güçlerle donatıldığına ve ruhlar alemi ile insanlar arasında aracı olduğuna, bazı gizli bilgiler taşıdığına inanılır. Şaman kendi özel yöntemiyle ulaştığı coşa (vecd) yani kendinden geçme halinde, ruhunun göklere yükselmek, yeraltına inmek ve oralarda dolaşmak gibi yetenekleri bulunur. Coşku halinde ruhlarla iletişim kurar. Bu coşkuya ulaşabilmek için müzik ve ritim büyük öneme sahiptir. Dans ederek kendinden geçer. Maddi dünya ile olan bağlar zihnen kopar. Bu aslında bir çeşit delilik halidir. Bütün kamların çok derin sezgileri, geniş düş güçleri vardır. Derin bir coşkunluğa kapılarak kendinden geçer. Gökleri ve uzayı, yeraltı dünyasını gezdiğine, ruhları gördüğüne, bütün gizli alemleri dolaştığına inanılır. Şaman ruhları egemenliği altına alarak, ölüler, doğa ruhları ve şeytanlarla ilişki kurar. Şaman, gerektiğinde yardımcı ruhları dünyanın her yanına dağılmış olsalar bile olsalar çağırabilir. Bu çağrıyı davul veya tefini çalarak yapar. Şamanizmde tanrı-doğa-insan arasında sürüp giden ve hiç kopmayan bir bağlantının bulunduğu öngörülür.


Kamlar ile ilgili bazı kelimeler:

Coşa: Coşa, Şamanın kendinden geçmesidir. Vecd, trans hali. Şamanların, evliyaların yaşayabileceği bir deneyimdir. Maddi dünya ile olan bağlar kopar. Deliliğin geçici bir türü olarak dahi görülebilir. Müzik ve ritim ile sağlanır.

Turuğ:Tanrı ilk şamanı yarattığında onun evinin önüne sekiz dallı bir ağaç dikmiştir. Bu nedenle her şaman kendisini temsil eden bir ağaç diker. Bu ağaca “Turuğ” adı verilir.

Emegey:Altay şamanizminde ve halk inancında şaman ruhudur. "Emeget" veya "Emeket" de denir. Şamanın varlığında kök salar. Kel ve parmak kadardır. Bu ruh olmadan şaman olunamaz. Şamana yol gösterir. Şaman öldüğünde kuş görüntüsünde dışarı çıkar. Şamanın mezarının yanında veya üstünde büyüyen ağacının üzerinde mezarın saygınlığını ve temizliğini korur.

Keltegey:Altay şamanizminde Kam’ın (şamanın) koruyucu ruhudur. Keleni olarak da söylenir. Şaman kaçan ruhları geri getirmesi için Keleni’yi gönderir.



KAM DAVULU(TÜNGÜR)

(https://www.upload.ee/image/11448617/images-25.jpg)


Bir kamın vazgeçilmez kutsal çalgısı davuldur. Türk kamlarının ritüellerde kullandığı davulun ismi Tüngür'dür. Bu iletimde birazda tüngürden bahsedeceğim. Ayrıca Altay kamların obru dedikleri bir de tokmak vardır. Bu tokmak tıpkı davul gibi kutsal kayın ağacından yapılır.

                    Şamanlıkta coşa; insanlar ve ruhlar arasındaki bağlantıyı kurmak için kamlar tarafından icra edilmesi gereken en önemli ritüeldir. Bir kamın coşa tekniği uygulamasında kullandığı başlıca enstürman tüngür dediğimiz kam davuludur. Tüngürü bir kamın kullanması gerekir. Tüngür olmadan da coşa yapan Türk kamlarda vardır. Örneğin kam olan Kırgızlar, Lebed Tatarları ve bazı Saka boyları da ok ve asa ile coşa gerçekleştirebilirler. Türk kam davullarının yapısı hemen hemen aynıdır ve geçmişten gelen sembolleri barındırır, bu semboller atalarımızın mesajlarını iletmektedir. Tüngür insanların isteklerini ruhlara ileten, öteki alemin iradesini de insanlara çattıran  tek kutsal enstürman olarak algılanır. Tüngür şamanın manevi eşidir.


Tüngürün üstünde bulunan figürler:

1. Yer ile gök arasındaki bağlantıyı kurar. Dünya'yı 2 parçaya, bu çizgiyle çakışık çizgi ile toplamda 4 parçaya böler.
2. Yer ile gök arasına girmiş çelik.
3. Uçmağ, ölenlerin gittiği bugün ki manada Cennet.
4. Yer altı alemi ve Kızıl Tamunun efendisi Erlik Han'ın söz sahibi olduğu kötülükler alemi.
5. Gök 17 kattır, kam buraya ancak bir kurban ve ruh aracılığıyla çıkar. Atlar Gök-Tanrı inancında en önemli kurbandır. Ayrıca ruhları gök alemine atların çıkardığına inanılır.
6. Türklerde kuşlar kutsaldır. Yine gök alemi ile yer arasında bağlantı kurabilen canlılar olarak anılır. Kuşlar kamlara yardımcı olur.
7. Geyikler, Gök-Tanrı inancında kutsal canlılardır. Yine kamın en önemli kurbanlarındandır.
8. 3 çizgi, eğer ağacın altındaysa dağ demektir. Eğer gök alemine yakınsa gök kuşağı olduğu var sayılır. Burada bulunan üç çizgi, dağ ve üstünde bulunan ağaç da yaşam ağacı.
9. Burada kama yardımcı ruhlar bulunuyor. Eğer 7 insan varsa Tanrı Ülgen'in kızlarıdır. Kamlara yardımcı ruhlar burada yer alır.
10. Gök alemi, Tanrı Ülgen'in oturduğu yer. Burada ay, güneş ve yıldızlar vardır.
11. Gök alemi, Tanrı Ülgen'in oturduğu yer. Burada ay, güneş ve yıldızlar vardır.
(https://www.upload.ee/image/11448762/kam-davulu.jpg)


Sanıskan közi sekte, kanı közi kazanda. - Saksağanın gözü leşte, Kâmın gözü kazanda.
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: venceremos - 10.04.2020 20:09
Ergenekon Destanı

(https://i.hizliresim.com/n73HA3.jpg)

Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk’e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleştiler, Türkler’in üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma da başladı. On gün savaştılar. Sonuçta Türkler üstün geldi.
Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları, beğleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki:
“Türkler’e hile yapmazsak halimiz yaman olur !”
Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Türkler,
”Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar” deyip artlarına düştüler. Düşman, Türkler’i görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yenildi. Düşman, Türkler’i öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler.
O çağda Türkler’in başında İl Kagan vardı. İl Kagan’ın da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Kagan’ın bir de Tokuz Oguz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz Oguz tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: “Dörtbir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım.” Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler.
Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu.
Türkler’in vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı’ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye “ERGENEKON” dediler.
Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oguz’un birçok çocukları oldu. Kayı’nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oguz’un daha az oldu. Kayı’dan olma çocuklara Kayat dediler. Tokuz’dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon’da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüz yıl geçti.
Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon’a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki:
“Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtlar varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon’dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım.”
Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon’dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki:
“Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir.”
Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun-kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tanrı’nın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu.
Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk’ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt’un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon’dan çıktılar.
Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türkler’in bayramı oldu. Her yıl o gün büyük törenler yapılır. Bir parça demir ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kaganı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar.
Ergenekon’dan çıktıklarında Türkler’in kaganı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi. Börteçine bütün illere elçiler göderdi; Türkler’in Ergenekon’dan çıktıklarını bildirdi. Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türkler’in buyruğu altına gire. Bunu kimi iyi karşıladı, Börteçine’yi kagan bildi; kimi iyi karşılamadı, karşı çıktı. Karşı çıkanlarla savaşıldı ve Türkler hepsini yendiler. Türk Devleti’ni dört bir yana egemen kıldılar.
Türk Beğleri, Ergenekon’dan Çıkış Gününü Kızgın Demir Döğerek Kutluyorlar.
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: XIV - 10.04.2020 20:10
Ergenekon Destanı

(https://i.hizliresim.com/n73HA3.jpg)

Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk’e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleştiler, Türkler’in üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma da başladı. On gün savaştılar. Sonuçta Türkler üstün geldi.
Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları, beğleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki:
“Türkler’e hile yapmazsak halimiz yaman olur !”
Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Türkler,
”Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar” deyip artlarına düştüler. Düşman, Türkler’i görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yenildi. Düşman, Türkler’i öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler.
O çağda Türkler’in başında İl Kagan vardı. İl Kagan’ın da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Kagan’ın bir de Tokuz Oguz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz Oguz tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: “Dörtbir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım.” Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler.
Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu.
Türkler’in vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı’ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye “ERGENEKON” dediler.
Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oguz’un birçok çocukları oldu. Kayı’nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oguz’un daha az oldu. Kayı’dan olma çocuklara Kayat dediler. Tokuz’dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon’da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüz yıl geçti.
Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon’a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki:
“Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtlar varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon’dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım.”
Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon’dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki:
“Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir.”
Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun-kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tanrı’nın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu.
Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk’ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt’un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon’dan çıktılar.
Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türkler’in bayramı oldu. Her yıl o gün büyük törenler yapılır. Bir parça demir ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kaganı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar.
Ergenekon’dan çıktıklarında Türkler’in kaganı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi. Börteçine bütün illere elçiler göderdi; Türkler’in Ergenekon’dan çıktıklarını bildirdi. Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türkler’in buyruğu altına gire. Bunu kimi iyi karşıladı, Börteçine’yi kagan bildi; kimi iyi karşılamadı, karşı çıktı. Karşı çıkanlarla savaşıldı ve Türkler hepsini yendiler. Türk Devleti’ni dört bir yana egemen kıldılar.
Türk Beğleri, Ergenekon’dan Çıkış Gününü Kızgın Demir Döğerek Kutluyorlar.


İşte bu okunmalı.
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: fjorgyn - 12.04.2020 04:09
Iskandinav mitlerini çok okudum, mitoloji merak uyandıran bir şey
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: Renesmee - 12.04.2020 04:40
Degei
(https://www.upload.ee/image/11461184/Screenshot_2.png)Degei, Dengei Fiji halkının inanışında Kauvadra tepelerinde yaşayan bir yılan tanrının adıdır. Fiji halkının inandığı en büyük tanrılardan biridir. Fiji adalarının ve adalarda yaşayan tüm erkeklerin yaratıcısı olduğuna inanılıyor. O, insanları öldüklerinde ruhları yargılayan ve öbür dünyada nereye taşınacaklarına karar veren kişidir. Bir insan öldüğünde ruhu güneşli dünyadan sisli ve soğuk ölüler diyarına gider ve orada Degei tarafından sorguya çekilir. Uzun tırnaklarından tanınan tembel insanlar cezalandırılır, çalışkan ve üretken olanlar ödüllendirilir.

Fiji mitolojisinde ilk insanlar: Efsaneye göre, başlangıçta her yerde sadece su ve alacakaranlık vardı ve sadece bir ada vardı, dünyanın kenarında bir yerde yüzen ve gündoğumu sırasında görülebilen Tanrıların adası. Degei yalnızdı ve yaşayan tek canlı Turukawa adlı dişi şahindi. Turukawa konuşamıyordu ve yaptığı tek şey, bir yuva oluşturmak için yaprak ve ot toplayarak Dünya'nın etrafında uçmaktı. Ve sonunda iki yumurtası oldu. Büyük Tanrı Degei iki yumurtayı evine götürdü, burada onlar için bir yatak yaptı ve onları vücudu ile sıcak tuttu. Yumurtalardan iki küçük insan çıktı, onlar onun çocuklarıydı. İlk insanlar doğduktan sonra, Degei'nin onlar için bir sığınak inşa etti, besledi ve doğanın sırlarını öğrettiği. İlk insanlar büyüdüğünde birbirleriyle tanıştılar ve Degei'den ateşin gücünü nasıl kullanacaklarını ve Tanrıların yiyeceklerini nasıl yiyeceğini göstermelerini istediler ve böylece Degei onlara öğretti. Ve bir süre sonra ilk insanlar Degei'den ayrıldı ve kendi başlarına yaşamaya başladı ve ilk çocuklarına sahip oldu.
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: venceremos - 12.04.2020 14:03
Minotor
(http://apelasyon.com/img/userfiles/images/3(7).jpg)Karakterler:
Theseus: Minotor’u öldüren Atina’nın veliahtı, daha sonra kralı.
Ariadne: Theseus’a âşık olan kral Minos’un kızı.
Aigeus (Egeus): Theseus’un babası, Atina’nın kralı.
Aithra (Ethra): Theseus’un annesi.
Minos: Girit Kralı.
Pasiphae: Minos’un karısı.
Daidalos: Labirenti inşa eden mimar.
Poseidon: Yunan mitolojisinde denizler, depremler ve atlar tanrısı.

Girit’te hüküm süren güçlü kral Minos, gücünü kanıtlamak için denizler tanrısı Poseidon’dan ona kurban etmek üzere bir boğa vermesini ister. Poseidon boğayı Minos’a verir. Fakat hayvan, Minos’un hoşuna gider ve Minos, boğayı kurban etmez. Bunun yerine başka bir boğayı kurban eder. Poseidon bunu fark ettiğinde çok sinirlenir ve Eros'tan okuyla Minos’un karısını boğaya âşık etmesini ister. Minos’un karısı Pasiphae, boğayla çiftleşir ve yarı insan yarı boğa bir çocuk doğar.İnsanlar bir süre sonra çocuğa "Minotor" yani "Minos'un boğası" derler. Minotor herkese zarar veren bir yaratıktır ve bunun üzerine mimar Daidalos’un yaptığı Labyrinthos adlı, içinden kimsenin çıkamayacağı yapıya kapatılır.


Girit kralı Minos’a yenilen Atinalılar, haraç olarak yedi yılda bir en güzel yedi genç erkek ve yedi genç kızı Minotor’a kurban olarak göndermek zorundadırlar. Kurbanları götüren gemi, siyah yelkenlidir. Theseus, Minotor’u yenip, bu kurban işine bir son vermek istemektedir. Babası vazgeçirmeye çalışsa da, sonunda bir şartla buna izin verir. Eğer Theseus, Minotor’u öldürebilirse, Atina’ya dönerken, gemiye siyah yelkenler yerine beyaz yelkenler takacaktır.
Kurbanlar ve Theseus, Girit’e geldiklerinde, onları labirente götürürler. Minos’un kızı Ariadne, kurbanlar halka gösterilirken Theseus’a âşık olur ve Theseus’a labirentten çıkabilmesi için basit bir strateji önerir. Buna göre Theseus, kızın verdiği ipliği labirentin girişine bağlayacaktır ve dönerken ipi takip ederek çıkışı bulabilecektir. Theseus labirente girdiğinde Minotor ile başa baş bir savaşa girer, Ariadne'nin dediği gibi Minotor'a eski adıyla seslenerek Minotor'u bir süre şaşırtır ve durumdan yararlanarak Theseus, Minotor'u öldürür. Theseus, Atinalı kurbanlar ile ipi takip ederek çıkışa ulaşır ve Ariadne’yi de yanına alıp Atina’ya doğru yola koyulur. Ancak beyaz renkli yelkenleri açmayı unutmuştur. Kıyıdan siyah renkli yelkenleri gören babası Egeus, oğlunun öldüğünü düşünerek aşağıdaki denize atlayarak intihar eder ve sonra insanlar onun adını anmak için atladığı denize onun adı yani "Ege Denizi" denir. Böylece Theseus, Atina kralı olur.
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: venceremos - 16.04.2020 19:17
Aan Arbatıılar
(https://i.hizliresim.com/oPWvCP.jpg)Eski kitaplar, Yakut diyarlarında, dik dağları ve don-
durucu soğuğu insan ırkıyla paylaşan kötü ruhlardan
bahseder. Bu kitapların pek çoğu toprak tarafından
yutulup geldikleri cehennem yurduna geri dönmüş-
tür. Ama buna rağmen hikâyeleri nesilden nesile an-
latılagelmiş ve günümüze kadar ulaşmıştır.

Alt Dünya cehennem yurdunun Kuzey Göğü kıs-
mında yaşayan ve sık sık yeryüzüne çıkıp avlanan Aan
Arbatıılar da işte bu tehlikeli ve kötücül varlıkların
başında yer alır. Tabii alfabetik olarak. Çünkü şekil-
siz kör bir solucana benzediği rivayet edilen bu var-
lıkların insanlara öyle çok da büyük bir tehlike saç-
tıkları söylenemez. Aralarında dolaşırken insanlara
verdikleri zarar sadece dermansızlık ve fersizlikle sı-
nırlıdır. Bu gibi rahatsızlıklar hep onların eseridir.

Bir Yakut Türk’ü kadim zamanlarda, hastalan-
dığında bunun bir Aan Arbatıı’dan kaynaklandı-
ğını bilir. Ya da en az onun kadar tehlikeli bir başka
kötü ruhtan.
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: Justice - 16.04.2020 19:17
Aan Arbatıılar
(https://i.hizliresim.com/oPWvCP.jpg)Eski kitaplar, Yakut diyarlarında, dik dağları ve don-
durucu soğuğu insan ırkıyla paylaşan kötü ruhlardan
bahseder. Bu kitapların pek çoğu toprak tarafından
yutulup geldikleri cehennem yurduna geri dönmüş-
tür. Ama buna rağmen hikâyeleri nesilden nesile an-
latılagelmiş ve günümüze kadar ulaşmıştır.

Alt Dünya cehennem yurdunun Kuzey Göğü kıs-
mında yaşayan ve sık sık yeryüzüne çıkıp avlanan Aan
Arbatıılar da işte bu tehlikeli ve kötücül varlıkların
başında yer alır. Tabii alfabetik olarak. Çünkü şekil-
siz kör bir solucana benzediği rivayet edilen bu var-
lıkların insanlara öyle çok da büyük bir tehlike saç-
tıkları söylenemez. Aralarında dolaşırken insanlara
verdikleri zarar sadece dermansızlık ve fersizlikle sı-
nırlıdır. Bu gibi rahatsızlıklar hep onların eseridir.

Bir Yakut Türk’ü kadim zamanlarda, hastalan-
dığında bunun bir Aan Arbatıı’dan kaynaklandı-
ğını bilir. Ya da en az onun kadar tehlikeli bir başka
kötü ruhtan.
perfecto
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: venceremos - 16.04.2020 19:20
Yukarıdaki hikaye aşağıdaki kitaptan alıntıdır. Daha fazlası için kitabı alabilirsiniz.
(https://i.hizliresim.com/1rsOnE.jpg)
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: akaWarfare - 17.04.2020 00:39

TULPAR

Türk Mitolojisinde evren üç dünyadan oluşur: Üst Dünya, Orta Dünya,  Alt Dünya.

Üst Dünya denilen yerde kutsal varlıklar, kanatlılar, kuşlar ve Tanrılar, Orta Dünya denilen yerde hayvanlar, insanlar, bitkiler, Alt Dünya denilen yerde de sürüngenler ve kötü varlıklar yaşar.

Tulpar Üst Dünyada yaşayan kutsal bir varlıktır. Kuday(Tanrı) tarafından sadece Bagaturlara/Batırlara(kahramanlara) yardımcı olması için Orta Dünyaya gönderilir.

Mitolojiye göre kanatlarının olması, gökyüzünden gelmesi, insanlara yardım ederek onları kurtarması gibi özelliklerinden dolayı üst dünyaya ait olduğu ileri sürülür. Bununla birlikte aslında üç dünyada da rastlanan bir varlıktır at. Üst dünyada kanatlı Tulpar, orta dünyada bildiğimiz bozkır atı, alt dünyada ise yarı yılan vücutlu olarak karşımıza çıkar. Tulpar’ın kanatları görünmez. Kanatları biri tarafından görülecek olursa Tulpar’ın ortadan kaybolacağına inanılır. Sihirli güçleri sayesinde şekil değiştirip başka hayvanların görüntüsüne bürünebilir.

Hepimizin bildiği gibi dünyanın en uzun destanı olan Manas Destanında da Tulpardan söz edilmiştir. Manas Destanı’nda söylendiği üzere rüzgardan bile hızlı koşarlar.
(https://www.upload.ee/image/11497566/1050631.jpg)


Tulpar yerün birevü buççağunda bulsa da, öz yılkısın tabar. - Tulpar dünyanın bir başka köşesinde olsa da, kendi sürüsünü bulur.

Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: venceremos - 19.04.2020 13:55
MEDUSA
Alıntı
(https://i.hizliresim.com/Ypfc7Y.jpg)Yunan mitolojisinde gözlerine bakanı taşa çevirdiğine inanılan yılan saçlı, keskin dişli, dişi varlıktır. Gorgon kardeşlerden tek ölümlü olandır. Bu yüzden insanların kahramanı Perseus tarafından öldürülebilmiştir. Perseus, Graeae'nin ona verdiği ayna ile Medusa'ya bakabilmiş ve böylece kafasını taşa dönüşmeden kesebilmiştir. Bazı kaynaklar ise Hermes'in (Merkür) ona verdiği orak ve Athena'nın verdiği ayna ya da kalkan ile onu öldürdüğünü söyler. Sağ taraftaki kanı zehirlidir sol tarafında panzehiri vardır. Kafasını kestikten sonra Medusa’nın boynundan denize sıçrayan iki damla kandan Chrisaor ve Pegasus doğmuştur. Bazı kaynaklarda kafası kesildiğinde Medusa'nın hamile olduğu yazar. İki çocuğun da babası "Deniz Tanrısı Poseidon"dur. Bir diğer kaynak ise Medusa'nın boynundan fışkıran her bir kan damlasının yılanlara dönüştüğünü söylemektedir.

Perseus, Medusa'nın kafasını kestikten sonra onu, taşa çevirme laneti ile, bir süreliğine silah olarak kullanmıştır. Eve, annesinin bulunduğu adaya döndüğünde, annesinin kralla zorla evlendirilmeye çalışıldığını görür ve ona “Anne, gözlerini kapat." der. Medusa’nın kafasını havaya kaldırır. Onu gören herkes lanetten ötürü bir anda taşa dönüşür.

Daha sonra ise Perseus Medusa'nın kafasını Athena'ya verir ve Athena da onu kalkanına yerleştirir. Başka bir kaynağa göre ise Perseus Medusa'nın kafasını Argos'taki pazar yerine gömmüştür.

Aslında Medusa'nın kafasındaki yılanlar ise Athena'nın lanetidir. Medusa çok güzel bir kızdır ve altın sarısı saçları Poseidon'u cezbeder. Poseidon, Athena'nın bir tapınağında Medusa ile birlikte olur ve Athena buna karşılık Medusa'nın saçlarını yılanlara dönüştürür. Ve onu lanetler. Laneti ise ''Ona kim bakarsa taşa dönüşsün.'' şeklinde olur. 
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: venceremos - 06.05.2020 14:41
Hıdırellez ve Ölümsüzlük Suyu
Alıntı
(https://i.hizliresim.com/XqKck2.jpg)Rivayete göre Hızır, İlyas ve İskender (Zülkarneyn) ölümsüzlük suyunu bulmak üzere yola çıkarlar. Belli bir zaman sonra 3 ayrı yola giderek ölümsüzlük suyunu ayrı ayrı aramaya karar verirler. Fakat bir yerden sonra Hızır ve İlyas’ın yolları kesişir. Yolculuklarına birlikte devam ederler. Zulumat (karanlıklar) ülkesine ulaştıklarında bir çeşmenin başında durup yemek yemeye karar verirler. Yanlarında getirdikleri kurutulmuş balığı tam yemek üzere çantalarından çıkaracakken çeşmeden akan su balığa sıçrar. Balık, bir anda canlanıp suyun içine atlar. Böylece Hızır ve İlyas ölümsüzlük suyunu bulduklarını anlarlar. Bu suyu hemen içerler. O sırada bir melek gelir ve kıyamete kadar yaşayacaklarını ancak yaşadıkları sürece insanlara yardım edeceklerini bildirir. Böylece Hızır karadaki, İlyas ise denizdeki insanların yardımcısı olur. Denilir ki kim ne zaman darda kalsa Hızır veya İlyas’ın ruhu bir bedene girip darda kalana yardım eder. 

Anadolu, Orta Doğu ve Orta Asya’da her yıl yazın gelişi büyük bir neşeyle kutlanır. Ülkemizde 6 Mayıs’ta kutlanan bu gün başka ülkelerde farklı tarihlerde kutlansa da hepimiz için aynı anlamları ifade eder. Halk arasında bu güne, Hz. Hızır ve Hz. İlyas’ın adlarının birleşimiyle oluşan “Hıdırellez” adı verilir. Bu özel gün Hz. Hızır ve Hz. İlyas’ın yeryüzünde buluştukları gün kabul edilir. Aynı zamanda Hıdırellez, soğuk kış günlerinin geride bırakılması ve doğanın derin uykusundan uyanışı demektir. Fakat bilinmeyen bir mesele vardır. O da bu günün asıl anlam ve önemini oluşturduğu rivayet edilen hikayesidir.
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: Hellofthedown - 06.05.2020 23:31
 :o :o
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: vor - 14.07.2020 16:26
Yukarıdaki hikaye aşağıdaki kitaptan alıntıdır. Daha fazlası için kitabı alabilirsiniz.
(https://i.hizliresim.com/1rsOnE.jpg)
Kitabın yazarı çok yakından tanımasamda tanıdığım biri. İçindeki resimleri profesyonel bir ressama çizdirmesi o kitabı kaliteli kılmış. Zaten kitabı basan kişide Kafka dergisinde önemli bir olde oynuyor.
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: vor - 14.07.2020 16:30
Bir dergide paylaştığım bir denemem. Mitolojinin önemi hakkında
Alıntı
MİTOLOJİ VE ULUS
''Bir ulusu ulus yapan nedir? Cevaplamama izin verin. Tabiki de mitoloji. Eğer tarihten veya ulusunuzdan mitolojiyi silerseniz geriye hiçbir şeyin kalmadığını görürsünüz.'' - Hakan Kaya
Mitoloji, Yunancada ''Mithos'' söylenen ya da duyulan söz anlamında. Aynı zamanda da ''Geçmişte söylenenlerin tekrar edilmesi'' gibi anlamları bulunmakta. Türkçe karşılığı ise söylencebilimidir. Bir diğer adı ise ''Halap'' yani Masal sözcüğünden türemiştir.
Yani genel olarak mitolojiye masal lakabını takıyoruz. Bence yaptığımız en büyük hata bu. Türkçede ilk anlamına bakalım ''söylencebilimi'' aslında burada mitolojinin ne kadar önemli olduğu hatta bir bilim olduğu kabul ediliyor. Bana göre mitoloji sadece bilim yani ilimdir. Bunu ne kadar kabul etmesekte mitolojinin hayatımızda önemi büyük. Özellikleri türk toplumunda yaşıyorsak bunu gözardı etmemek gerekir. Çünkü biz ve bizim gibiler genellikle mitolojiyi masal, uydurma, saçma şeyler olarak görüyoruz. Yalan yok okumaya başlamadan önce bende öyle düşünüyordum. Hatta hocalarım bile öyle düşünüyordu. Ama daha sonra elime bir kitap aldım ve okumaya başladım. Beni mitolojinin derinliklerine götürdü ve işte o an mitolojinin bir masal değil bir inanç olduğunu öğrendim. Nasıl mı? Şimdi kendinizi o zamanlarda ki insanların yerine koyun. Yunan mitolojisini ele alalım. Bir denizcisiniz. Okyanusa açılıyorsunuz ve geminiz bir anda su almaya başlıyor, ne yaparsınız? Cevabı basit, tutunacak bir dal ararsınız. Ve bunu sağlamanın en kolay yolu dua etmektir. Aslında yunan mitolojisinin bize anlatmak istediği net bir cevap var. Zeus gökyüzünü, Hades ateşi ve Poseidon denizleri  temsil ediyor. Yani burada vermek istedikleri cevap şu şekilde; ''Biz evreniz. Evrenin her köşesinde biz varız. Bizi önemli kılanda bu. Asla eskimeyeceğiz çünkü biz var olanlarız.'' Denizci hikayesine devam edelim. O denizci işte o anda dua etmeye başlar. ''Denizlerin tanrısı. Lütfen lütfen beni bu dalgalardan koru.'' işte o an tanrı kavramının ne olduğunu anlar ve şans eseri oradan kurtulur. Ve bunu arkadaşlarına anlatır, kulaktan kulağa bu olay yayılır ve bir inanç ortaya çıkar. Artık denizciler başlarına kötü bir şey geldiğinde tanrıya dua edeceklerdir. Ama bir şey eksik, o da tanrının ismi. O yüzden gökyüzünü inceler, evreni inceler ve kesin bir cevap ararlar. Bulduklarında ise iş bitmiştir.
Peki ya mitolojinin dünya dinleri arasında neden yeri yok? Yani neden Hristiyanlık, İslam, Yahudilik, Budizm, Maniheizm gibi net bir ismi yok. Siz hiç duydunuz mu ben yunan mitlerine inanıyorum. Ben Zeus'a iman ediyorum ona inanıyorum. Duyamazsınız çünkü artık insanoğlu onları masal olarak görüyor ve işte en büyük hatalarını yapıyorlar. Eğer tarihimiz ve tarihler mitolojiyi korusalardı yani ona değer verselerdi şuanda Zeus'un ismi iç çamaşırı markası olmazdı. Ama maalesef durum bu. İnsanoğlu değer veremedi ve vermemeye devam ediyor. Eğer böyle giderse binlerce yıl sonra dünya dinleride bu olaydan nasibini alacak. Yani yakında ''İsa iç çamaşırı, bunu giydiğiniz zaman suda yürüyor gibi hissedeceksiniz.'' gibi bir reklam görürseniz kesinlikle şaşırmayın.
Yani burada uluslara yani bizlere önemli bir görev düşüyor. Lütfen dininize sahip çıkın. Onu eskitmeyin ve bulduğunuz her fırsatta onu savunun. Ve en önemlisi diğer dinlere saygı duyun. Bu bir hristiyanda olabilir bir şamanizm inancına sahip olan biri de.
Türk mitolojisi. Şuanda önemini sürdürmeye devam ediyor çünkü orta asya türkleri buna sahip çıktı. Eğer araştırırsanız ve belgeseler izliyorsanız bir çok şamanizm inancına sahip insanları görebilirsiniz. Yani türklerin canlı mitolojik olguları vardır. Ama maalesef dünya mitolojileri bu özelliğini kaybetmiştir. Hiç denmeyecek kadar şuanda ''Yunan mitlerine'' inanan kişi sayısı oldukça azdır. Hatta şu anda şamanizm inancında oldukça yüksek bir artış olduğunu görebilirsiniz. Şunu net olarak söyleyebilirim ki felsefe,tarih,sosyoloji veya tüm bilimler mitolojiden çıkmaktadır ve ana kaynağı mitlerdir. Mitlerin en önemli özelliği inanca bağlı olmasıdır yani onu temsil etmesidir.
Ve Türk mitolojisinin en büyük şansızlığı şuanda hiçbir lisede müfredat olarak bu derslerin işlenmemesidir. O yüzden dünya mitleri arasında yerimizi alamıyoruz. Ne zaman bu hatamızın farkına varır ve mitolojiyi ders olarak işlersek işte o zaman toplum olarak iyi bir yola gireriz.
Son olarak eski bilgelerin bir sözü var; ''Bütün bilimlerin anası Tarih, onunda asıl kaynağı Mitolojidir.'
Yazımı Türk Mitolojisi'nin önemli temsilcisi kitapları ile bizi aydınlatan Necati  Gültepe'nin biz sözü ile bitirmek istiyorum.
''Türk Mitolojisi gibi muazzam bir hazineden yani toplumsal alt şuurdan yoksun olduğumuzdan millet olarak sosyal ve siyasal problemlerle baş edemez durumdayız.'' - Necati Gültepe
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: Hill - 15.07.2020 19:33
icde de rollerini gerçekleştirdiğim orion takım yıldızının hikayesi, romantik akşamlar için birebirdir.

türk mitolojisi içinde sazakan cinini tavsiye ederm
Başlık: Ynt: Mitolojik Hikayeler ve Efsaneler
Gönderen: Croxy - 23.08.2020 21:18
Şahmeran.