Vice Roleplay

Diğer => Karakter Tanıtımları => Arşiv => Konuyu başlatan: Rulaen - 07.04.2020 17:32

Başlık: Manuel "Saint" Guarez
Gönderen: Rulaen - 07.04.2020 17:32
(http://icons.iconarchive.com/icons/wikipedia/flags/1024/CO-Colombia-Flag-icon.png)
Manuel Guarez
“Everyone has a price, the important thing is to find out what it is.”

Genel Özellikleri
Adı: Manuel Guarez
Doğum Tarihi: 23.07.1991 (29 yaşında)
Doğum Yeri: Bogotá, Colombia
Uyruğu: Kolombiyalı
Tuttuğu Takım: Atlético Nacional‎
Dini İnancı: Katolik
Bildiği Diller: İngilizce ve İspanyolca (Üst düzey)

Fiziksel Özellikleri
Boy: 181 cm
Kilo: 81 kg
Saç Rengi: Siyah
Göz Rengi: Açık Kahverengi
Ten Rengi: Beyaz

Ailesi

Babası: Eitan Guarez (Ölü)
Annesi: Marcella Guarez (Ölü)
Kardeşi: Lidia Guarez (Ölü)
Kardeşi: Eida Guarez (Ölü)

(https://scontent-frt3-2.cdninstagram.com/v/t51.2885-15/e35/26870268_339526843203213_521449531276001280_n.jpg?_nc_ht=scontent-frt3-2.cdninstagram.com&_nc_cat=109&_nc_ohc=AbU3MvMi7DIAX-0i8f3&se=7&oh=698680487cb8c3a7c87eca3732082fc7&oe=5EB4D860&ig_cache_key=MTcxMTM1NDI4NTkwMTg0ODY1MQ%3D%3D.2)

Özgeçmiş

Manuel'in Siyah Defteri: GösterGizle
23 July 1991 - Nauseous Page
23 Temmuz 1991 yılında, ağır göz bebeklerimi dünyaya karşı araladım. Washington da bir devlet hastanesinde dünyaya gelmişim. Washington gibi bir yerde hastaneler oldukça önemlidir. Gördüğüm ve duyduğum şeyleri hatırlamıyorum ama tahmin edebiliyorum, çünkü gördüğüm ve duyduğum sesler her bir canlının doğasında vardır... Bitkiler hariç. Bu yazımı ailemin anlatımıyla kağıda geçiriyorum, küçüklüğüme dair hiçbir şey hatırlamıyorum. Belki de hatırlayacak pek bir şeyim yoktur. Çoğu çocuk ilk yedi yaşına kadar yaramazlık ve mızmızlık yaparmış, o çocuklardan olmadığım için ailem her zaman kendisini şanslı hissederlermiş. Tanrı onlara sessiz bir can gönderdiğini düşünürlermiş. Ailem demişken biraz ailemden bahsedeyim. Babamın ismi Eitan, annemin ismi Marcella. Bir de kız kardeşim Eida. Babam Washington hava limanında özel otobüs şöförlüğü yapmaktaydı, hava limanında bekleyen insanları ücret karşılığında şehir merkezine ve işlek farklı bölgelere bırakıyordu; şirketi tarafından geçimini iyi sağlıyordu. Annem Marcella ise yaklaşık on iki senedir National Museum of Natural History müzesinde güvenlik görevlisidir ve hala işini severek yaptığını söyleyebilirim. Kız kardeşim Lidia ise Washington polis departmanında memur iki olarak saha görevi yapmaktadır. Lidia'a üniformanın tam olarak yakıştığını söyleyemem ama kendisine ait tek mesleğin olduğunu savunmaktadır, onu dinlediğim zamanlar gerçekten hak veriyorum. Konumuza dönmek gerekirse, yedi yaşına kadar ailesiyle vakit geçiren; sessiz ve sakin bir çocuk oldum. Genellikle günümün çoğu saatini babam ile geçirmekteydim, ailenin en iyi çalışma saatine sahip olan tek kişi babam Eitan'dı.

01 January 1997 - Closed Four Walls

Yedi yaşındaydım, ilkokul zamanım gelmişti. Annem Marcella sokağımızın çevresinde gidebileceğim bir okul arıyordu. Sonunda bulabilmişti, Washington Primary School'da ilkokul dönemime başladım. Okulun ilk gününü her çocuk gibi aklımda tutuyorum; unutulacak gibi değildi. Açık konuşmak gerekirse okulu aman aman seven insanlardan değildim, belki de o yüzden bu konumdayımdır. Her neyse, konumumdan mutsuz da değilim. Başlangıç günü gelmişti, babam Eitan mesai saatlerinden dolayı beni o gün okula bırakamamıştı; onun yerine annem Marcella beni okula götürmüştü. Adımımı okulun bahçesine attığım zamanlar her şey farklı gelmeye başlamıştı, içimde garip bir bulantı ve kusacakmışım gibi bir his vardı. Annem Marcella'nın elini sıkı sıkı tutmaya başlamıştım, çevremde duran çocuklara baktığım zaman kimisi ağlıyordu ve kimisi deliler gibi kahkaha atıyordu. Sanırım o çok bahsettikleri okul pek iyi bir yer değilmiş. Annem Marcella ile vedalaşma zamanımız gelmişti, annem ile vedalaştık ve sınıfımın bulunduğu sıraya girdim.

Yaklaşık bir saat kadar takım elbiseli bir adamın konuşmasını dinledik, tepemizde duran güneş gözlerimi ve bünyemi rahatsız etmeye başlamıştı. O takım elbiseli adamın müdür olduğunu öğrenmiştim, tabii ki bu bir şey değiştirmemişti. İlk günüm fazlasıyla sıkıcı geçmişti, birinci sınıfa göre akıllı olduğumu düşünüyordum. Bir kelebeği veya aslanı gerçek renklerine boyamak akılsızların işidir diye düşünüyordum ki... Boyarken boyayı dışarıya taşırıyordum, belki de ben de o bencil insanlar gibiyimdir. Yaklaşık rutin bir şekilde sekiz sene bu okulda okudum, anlatacağım o kadar büyük bir şeyler yok. Klasik bir okul yaşamı sürdüm, sekizinci sınıfa geçene kadar bir sürü kavgaya dahil oldum. Yeri geldiğinde kaşım ve dudağım patladı, ailem her zaman benden endişelendi. İlk beş seneye kadar okul tarafından bir tane bile şikayet almadım, altıncı sınıfa geçtiğim zamanlar sekizinci sınıfa kadar her şey çok farklı gelişti. Girdiğim kavgalar sayesinde neredeyse her haftada bir kere ailemin telefonları çalıyordu, Tanrı'ya şükür ailem meşgul birisi, bu yüzden bana kızacak vakitleri bulunmuyordu; bu konuda kendimi her zaman şanslı hissediyorum. Sekiz sene boyunca iyi arkadaşlıklar edindim, iyi kızlarla tanıştım ve neredeyse bir tık okulun havalı çocuklarından da olabilirdim. Birkaç kere çocuk ilişkisi yaşadığım kız arkadaşlarım olmuştu, çocuk ilişkisi dediğim... Yani birkaç hafta süren basit ilişkiler, el ele tutuşmaya bile cesaret edemeyeceğimiz türden. Sekiz sene boyunca öyle çok farklı bir şeyler olmadı, gelişme sağlayamadım. Son üç senedir oldukça haylaz bir öğrenci oldum, ne olursa olsun... Ailem her zaman beni sevdi ve yanımda oldu. Bu başlıkta sanırım sadece bunları anlatabileceğim, üzgünüm.


18 April 2005 - A Thorny Black Heart

Lise zamanım gelmişti, on dört yaşındaydım. Bu eskimiş bilgilerimle George Washington High School'a gitmeye hak kazanmıştım. Sokağımızın dört sokak aşağısındaydı, gerçekten ilkokula göre atmosfer çok daha iyi olacaktı; buna emindim. Bu sefer annem Marcella'nın veya babam Eitan'ın elini tutarak okula gitmemiştim. Ütülü okul üniformamı üzerime geçirdim, gömleğimin düğmelerini ilikledim ve gömleğimin etek kısmını kumaş pantolonumun içerisine sıkıştırdım; ayna gibi parlıyordum çünkü üniforma gerçekten üzerime çok yakışıyordu. Dişlerimi fırçaladım ve saçlarıma fön çekip soğuk portakal suyumu içtim, daha sonrasında evimden çıktım. Babam Eitan'ın aldığı cep telefon cebimde duruyordu, kulaklığımı taktım ve rahatlatıcı birkaç müzik parçamdan bir tanesini seçtim, okula gidene kadar parçalarımı dinlemeye başladım. Okulumun önüne geldiğim zamanlar atmosferin farklı olduğunu anladım, bu konu hakkında pek bahsetmek istemiyorum çünkü asıl konumuz bu değil. Lise hayatım pek heyecan verici geçmiyordu sıradan bir lise hayatı geçiriyordum. Çıkış kavgaları ve bir grup halinde bir yerlere gidip eğlenmek, okuldan kaçıp aileleri sinir etmeler; sigara ve içki içmeler... Klasik bir lise hayatı sürüyordum. Okulda edindiğim çevre sayesinden bir kız ile tanıştırıldım, ismi Lopez'di. Lopez gerçekten harika bir kızdı, belki de bana öyle görünüyordu. Beline kadar uzanan kumral, dalgalı saçları vardı. Yanlış hatırlamıyorsam gözleri ela rengindeydi ama buz mavisi gibi parıldadığını söyleyebilirim. Lopez ile sokağımızın üzerindeki bir kafede tanıştık, yaklaşık onunla bir hafta kadar arkadaş canlısı konuştum; yavaş yavaş beni tanımak istediğini söylemişti. Kendimi kısa sürede tanıtabilmiştim, davranışlarımı ve huylarımı çok sevdiğini söylemişti; bu şekilde onunla birlikte bir ilişkiye başladım.

Lopez hayatımın kızı olacağını düşünmemiştim, öyle oldu. Onunla flört dönemini bıraktık ve bir ilişki sayfası açmıştık... Bembeyaz bir sayfa, tertemiz. Lopez ile kısa süreli çıkacağımı düşünüyordum çünkü babam Eitan'ın anlatımlarına göre lise ilişkileri pek uzun sürmüyormuş, sanırım lise döneminin en iyi ilişkisi o kızı yatağına kadar sokmaktır. Lopez ile bunu yaptım, yatağıma kadar soktum ama onu sevmeye devam ettim, aynı şekilde o da beni sevmeye devam etti. Hiç beklemediğim bir şekilde dört sene boyunca, lise bitişine kadar Lopez ile birlikte oldum. Birbirimize deliler gibi aşık olmuştuk, üçüncü senemizde ailelerimiz tanışmıştı. Lopez'in annesi ev hanımıydı, babası ise Washington'da büyük bir alışveriş merkezinde akvaryumcu mesleğini yapıyordu. Elinde çeşitli, parıldayan akvaryum balıkları bulunuyordu. Bir keresinde babasının yanına gittiğimiz zamanlar bana küçük bir fanusta turuncu balık hediye etmişti, onu kız kardeşim Lidia'a hediye ettim; unutmayın ki şu bir gerçektir... Hediye de hediye edilir.

Lise zamanımızdan başarılı bir şekilde mezun olduk demek isterdim ama ben başarılı bir şekilde olmadım, sanırım aşk hayatından dolayı pek başarı gösteremedim. Lopez başarılı bir şekilde mezun oldu, benim başarısız olmam ailemi etkilemedi; belki de bir tık üzgün olmuş olabilirim ama belki de böylesi çok daha iyidir. Mezun olmadan birkaç ay önce Lopez ile Washington'un en büyük sinema merkezine gitmiştik, Lopez ile o gün yaklaşık on iki saat falan geçirmiştik; deli gibi mutluyduk. O günün akşamında Lopez bana acılı bir haber vermişti... İki senedir beyin kanseri olduğunu söylemişti, o gün ne yapacağımı gerçekten bilmiyordum. Düşünsenize çok sevdiğiniz bir parçanız var, bu sizin kız arkadaşınız ve onunla birlikte her yere gitmeye hazırmış gibi görünüyordunuz. Çevreye onun sayesinde pozitiflik saçıyordunuz, o kız beyin kanseri... Onun bir gün yaşamına son vereceğini biliyorsunuz, bu gerçekten çok berbat durumdu. Yutkunamadım, nefes alamadım. Sadece dolgun parıldayan gözlerim ile Lopez'in gözlerinin içerisine baktım, ne diyeceğimi bilemedim ama tek bir şey biliyordum... Bunu ailemden öğrenmiştim, her ne olursa olsun; her zaman Lopez'in yanında olacağımı söylemiştim. Bu söylediklerim Lopez'i mutlu etmişti ve yaklaşık yirmi dakika boyunca sarıldık, sıcak dudaklarını dudağımda hissediyordum; belki de daha derinde. Her ne olursa olsun onun yanında olmaya hazırdım, keşke hâla yanında olabilseydim.


24 June 2009 - Lucky, Dear White Dove

On sekiz yaşıma son bir ay kalmıştı, dört senedir Lopez ile birlikteydim; daha öncesinde birbirimizi gerçekten çok sevdiğimizi söylemiştim. Bu süreç içerisinde her şey yolunda gidiyordu, kız kardeşim Eida; Washington Polis Departmanında görev yapmaya başlamıştı. Eida gerçekten üzerine üniforma giyebilmek için çok çalışmıştı, başarılı birisi olduğuna adım gibi emindim; hiçbir zaman onun hakkında kuşkularım olmadı. Sadece çaylak başlaması biraz alay konusu olmuş olabilir, mesai saati bittiği zamanlar eve geç saatlerde gelirdi ve onunla gece boyunca "çaylak" diye dalga geçiyordum. Biraz sinir ediyor olabilirim ama bunu seviyordum ve bu beni mutlu ediyordu. Her neyse, konumuz kız kardeşim Eida ile dalga geçmem falan değil; bir tık çaylaklık dönemini bitirdiği için üzgün olmuş olabilirim. Lopez ile her şey güzel gidiyordu ki son zamanlarda bazı parçalar yerine oturmamış gibiydi, ilişkimiz durgun bir döneme adım atmıştı. Lopez'de bir şeylerin garip gittiğini hissediyordum, beni her sabah ve her gece arayan Lopez...

O son zamanlarda aramamaya başlamıştı, attığım mesajlara tripli bir liseli kızmış gibi kısa kısa cevaplar vermeye başlamıştı. Bu konu birkaç haftalığına moralimi bozmaya başlamıştı, onu ne zaman dışarıya eğlenmeye çağıracak olsam evinde oturup film izlemeyi kısa cümleleriyle tercih ediyordu. Bazı şeyleri bilmiş olmasaydım ayrılacağımı bile düşünüyordum, şimdiki aklım olsaydı o düşüncelere bir kere bile kapılacak olmazdım ve kapıldığım için deliler gibi pişmanım; bunu açık açık yazabilirim. Bu soğukluk canımı sıktığı için hızlıca annem Marcela'nın yanına gittim, annem bir müzede güvenlik görevlisiydi; geldiğimi görünce mutlu olmuştu. Ne işim olduğunu sormuştu, bir konu hakkında konuşmamız gerektiğini söylemiştim. Bir saatlik mola zamanı yaklaşmıştı ve mola zamanından yirmi dakika önce molaya çıkmıştı, onunla müzenin karşısında bulunan küçük alışveriş merkezine gitmiştik. Annem Marcella ile güzelce karnımızı doyurmuştuk, sıcak kahvemizi alıp alışveriş merkezinin terasında kahvemizi içmeye başlamıştık. Lopez'in başına gelen şeylerden bahsetmiştim, annemin o kahverengi gözleri bir çölü anımsatırmış gibi kurumaya başladı... Daha sonrasında aniden gözünden bir damla yaş süzülmüştü, bu durum gerçekten onun canını sıkmış olmalıydı.

Bunları anneme bahsettiğim için kendimi pek iyi hissetmiyordum. Lopez'in hastalığını geçireceğini düşünüyordum çünkü elimden geldiğince onu mutlu ediyordum, onu güldürmesini bilen birisiydim. Lopez'in soğuk davranışlarından bahsettim, annem on dakika kadar kendisini toparlamaya çalıştı ve bana birkaç tavsiye verdi. O'nu hiç bırakmamam gerektiğini ve üzerine gitmemem gerektiğini söyledi. Annemin dediği gibi yapmaya çalıştım, bunu başaramadım. Lopez'e kısa kısa yazıyordum, onun kısa cevaplarına karşılık kısa cevaplar veriyordum. O'nu çok seviyordum uzun uzun yazmak istiyordum ama erkeklik gururu ne beklersiniz ki? Bunu yapamadım, kısa cevaplarımı sürdürdüm. Yaklaşık bir hafta daha bu şekilde ilişkimizi sürdürdük, o gün gelene kadar. Bir hafta sonra Cumartesi günüydü, temiz bir tost kokulu sabaha uyandım. Tostun kokusu burnuma geliyordu ve bu beni mutlu ediyordu, bugün ailemin izin günüydü; hepimiz bir aradaydık ve bu beni gerçekten mutlu ediyordu. Hızlıca lavaboya gittim ve elimi yüzümü yıkadım. Daha sonrasında çoraplarımı bile giymemişken mutfağa geçtim, ailem ile güzel bir sabah kahvaltısı yaptık. Hızlıca cep telefonumu alarak Lopez'i aradım, kısa kısa konuşmak istemiyordum çünkü bu durumdan iyice sıkılmıştım.

O sabah Lopez telefonunu açmamıştı, aradan birkaç saat geçti ve Lopez'in en yakın arkadaşı Mathilda'dan bir mesaj geldi; her şeyin çok karmaşık olduğunu ve nasıl açıklayacağımı bilemiyorum tarzında bir mesaj göndermişti. Bir şeylerin yolundan çıktığını anlamıştım çünkü içimde garip bir his oluşmuştu. Mathilda'nın aramasıyla onunla uzun uzun konuştuk, Lopez'in aramızdan ayrıldığını öğrenmiştim. Ne kadar duygulu birisi olsam... O gün gözümden bir damla yaş bile süzülmemişti, belki de o zamandan yanadır hiçbir zaman gözümden bir damla yaş süzülmemiştir. İştahsızlığım ve uykusuzluğum başlamıştı, bu durumu aileme anlatmıştım. Beni güldürmek için elinden gelenini yaptılar. Annem Marcella bir haftalığına iş yerinden ücretli izin almıştı, benim yanımda kalarak bana moral vermeye çalışıyordu. Yaklaşık bir hafta boyunca huysuzluğum üzerimdeydi. Hiçbir şey yapmak istemiyordum, bir hafta sonra ayağa kalkmam gerektiğini anlamıştım ve ağır bir şekilde ayağa kalkmıştım. Her geçen gün Lopez'i daha çok özlüyordum ama Tanrı'nın işine karışmak bizim görevimiz değildi, bunun farkındaydım. Bir hafta sonra annem Marcella ile Lopez'in gömüldüğü mezarlığa gittik, yaklaşık birkaç saat mezarının başında boş boş durmuştum. Annem Marcella omuzumu sıvazlıyordu, hâla ağlayamıyordum. Hayal kurduğum, hayatımın kızı Lopez'i kaybetmiştim ama duygulu birisi değilmişim gibi davranıyordum. Onun mezarının üzerine yaklaşık on iki tane gül bırakmıştık, Lopez gülleri çok seviyordu. 24 Temmuz Cumartesi günü Lopez aramızdan beyaz, şanslı bir güvercin gibi uçup gitmişti. Belki de acı çekmeden ayrılmak en iyisidir, her neyse... O'nu hâla özlüyorum ve içimde bitmeyecek olan bir sevgisi var, onun iyi bir yerde olduğunu biliyorum.


09 February 2008 - Thoughtless Preparation United States Armed Forces

Okul hayatım yolunda değildi, sanırım okul benim gibi bir insana göre değildi. Ailem ile iyi geçiniyordum, birkaç tane edindiğim sağlam kişilikli arkadaşlarım vardı. Günlerim her zaman rutin döngü halinde tekrarlanıyordu. Tek eğlendiğim zamanlar arkadaşlarımla dışarıya çıkıp birkaç saatliğine dolaşmak, bir kafeye girip birkaç şişe bira içmek... Playstation kafelerine uğrayıp birkaç saatliğine çılgınlar gibi konsol oyunu oynamak, tek eğlencem bunlar olmaya başlamıştı. Okulumda başarısız olduğum için üniversite hayatına atılmak istemiyordum. Açık konuşmam gerekirse... Lopez'in ölümü benim hayatımı etkilemişti ama ayaklarımın üzerinde durmam gerektiğini biliyordum, Lopez'de bunu isterdi; bu yüzden ayaklarımın üzerinde duracağım. Ne yapacağımı bilmiyordum, ailemin gözünde sakin bir Manuel olarak kalmıştım. Eski havamda değildim, insanlara karşı cana yakın yaklaşamıyordum; tavırlarımda değişiklikler olduğunu söylüyorlardı. Sanırım o şekilde ilerlemeye çalışsaydım çevremdeki insanlar teker teker yok olup gideceklerdi. Birkaç aylığına bunalım dönemime girmiştim, biran önce çıkmak için can atıyordum; neler yapabileceğimi düşündüm. Washington gibi bir yerde okumadan bir yerlere gelemeyecektim, bunun geç olsa da farkına vardım. Bir tane mağazaya girip lavoboyu temizlemek istemezdim, insanların dışkısının kokusu beni ilgilendirmiyor; hiçbir zaman da ilgilendirmeyecek. Askerlik yaşımın geldiğini biliyordum ama USA'da askerlik zorunlu değildir, bunu biliyorsunuz. Amerika Birleşik Devletleri Silahlı Kuvvetleri üzerinde yoğun bir çalışma yaptım, belki de bu çalışma için on dört günlük bir süreyle düzgünce uyumadığımı söyleyebilirim.

Araştırmalarımın sonunda önü açık hafif bulutlu bir yola saptım, sanırım askerlik dönemimi yapmam gerektiğini anlamıştım. Bir sene askerde kalırım, o süreç içerisinde kendimi her yönden toparlarım diye düşünüyordum. En kısa zamanda ailemi karşıma alıp güzel bir yemek masasında konuştum, onlara ne yapacaklarım hakkında bilgiler verdim. Annem Marcella beni bu konuda pek desteklemedi, bunu önceden de anlayabiliyordum. Hedefim olduğu için ve planlarımın yolunda ilerlemesi için maalesef bu fikrime göz yummak zorunda kaldı. Babam Eitan ve kız kardeşim Eida askerlik düşüncemi fazlasıyla olumlu karşıladılar, onlar böyle karşıladığı için daha çok heveslenmeye başladım. Beş gün sonra Washington askeri şubesine gittim, yanımda kimse bulunmuyordu; tek başımaydım. İçeriye adımımı attım ve güvenlik görevlisiyle başvuru hakkında görüştüm.

 Beni başvuruları toparlayan asistanın odasına yönlendirdi. İçeriye saygılı bir şekilde girdim,
üzerimde ütülü beyaz gömleğim ve altımda kahverengi ütülü keten pantolonum bulunuyordu. Asistan Aisha'nın masasının karşısında duran sandalyeye oturdum ve ona kendimden bahsettim, birkaç ufak belge götürmüştüm yanımda; onları gösterdim. İstekli askerlik yapmak istediğimi bahsettim ve az da olsa yaşantılarımdan bahsettim, gülümser bir şekilde karşıladı. On sekiz yaşımda iki senelik istekli sözleşme belgesini imzaladım, asistan Aisha ile selamlaşıp belgelerimle birlikte evin yolunu tuttum. İçim içimi yiyordu, fazlasıyla heyecanlıydım. Eve gidip üzerimi değiştim ve kendime soğuk bir gazoz açarak bilgisayar başına oturdum, askerlik hakkında birkaç araştırma yaptım. Beni nelerin beklediğini az çok biliyordum. Akşam olunca belgelerimle birlikte sofraya oturdum ve ailem ile bu konu hakkında uzun uzun konuştuk, artık herkes beni destekliyordu; gideceğim günü sabırsızlıkla bekliyordum. Dokuz Şubat Perşembe günü sabahı geldi, heyecanlı bir şekilde yatağımdan kalktım. Üzerimi giyindim, kahvaltımı yapıp sokağımızda bulunan berbere gittim. Saçlarımı asker traşı olacak şekilde kestirdim, sanırım buna subay traşı diyorlardı. Akşam üzeri son defa evime gitmiştim, ailem ile son defa sofraya oturdum ve güzel bir akşam yemeği yedik. Yaklaşık bir saat sonra uzun uzun vedalaştık, annem Marcella gözünden yaş akıttı; bu durum beni oldukça üzmüştü ama elimden bir şey gelmeyecekti. Vedalaşmanın sonunda babam Eitan beni Washington askerlik şubesinin önüne bıraktı, babam ile son defa vedalaştık ve elimdeki belgelerle birlikte şubeye girdim; ilk kontrollerim yapıldı ve başarıyla sonuçlandı. Artık Amerika Birleşik Devletleri Silahlı Kuvvetlerin de eğitim görüyordum. Askerlik şubesi gerçekten benim için güzel anılar kazandırdı, gerçekten çok sağlam arkadaşlar edindim. Rütbelilerimi tanıyordum ve onlara saygımı hiçbir zaman eksik etmiyordum.
Burada bizlere uzun ve yoğun eğitimler verdiler, silah tutmayı ve doğru ateş etmeyi öğrenmiştim. Nefes tutmanın ne işe yaradığını çok iyi anlamıştım, bu FPS oyunlarındaki gibi kolay bir şey değildi... Oldukça zor bir deneyim olmuştu. Yediğimiz atıştırmalıklar ve akşam yemekleri annem Marcella'nın tarifleri gibi olmuyordu, bu bir gerçek. Hayatımda ilk defa eğitimin son dönemlerine yakın özel zırhlı askeri araçları sürmüştüm, eğitimlerim beni gün geçtikçe ayakta tutuyordu ve bir şeyleri hatırlamamamı sağlıyordu. Ailemi özlemiştim ama orada ki atmosfer çok daha iyi olmuştu. Yaklaşık Amerika Birleşik Devletleri Silahlı Kuvvetlerin de bir senelik eğitim görmüştüm.


28 March 2010 - Scary, Swollen Air

Eğitimlerimiz son gaz devam ediyordu, iki senelik yoğun bir eğitim sürecinden geçmiştim. Birçok arkadaş edindim, rütbelilerim ile aram oldukça iyi duruma gelmişti. Arada sırada izinler alıyorduk ve ailemi görmeye gidiyordum, hepsi sanki hiç değişmemiş gibi geliyordu. Zaten iki sene içerisinde kimsecikler değişmiyordu, bunu geç bir zamanda anlamıştım. Kız kardeşim Eida görevini yaptığı Washington Polis Departmanında rütbe almıştı, çaylaklık döneminden epey bir zaman önce çıkmıştı. İzinlerde eve gittiğim zamanlar kız kardeşim Eida bana bulunduğu operasyonlardan bahsediyordu, tutukladığı insanlardan bahsediyordu; insanların davranışlarından ve ne kadar kötü olabileceklerinden bahsediyordu. Eida'nın anlattıklarını çok iyi anlıyordum ve bunları biliyordum, iki senedir eğitim görmüş olabilirim ama yavaş yavaş geleceğimi hazırlamaya başlamıştım, atmosfer beni mutlu ediyordu. Silah tutmak beni rahatlatıyordu, birkaç model üzerinde uzmanlaşmaya doğru ilerliyordum; atışlarımı rütbelilerim beğeniyordu ve benden gerçekten memnun kalmışlardı. Bunları aileme bahsediyordum. Bulunduğum düşük çaylak rütbesinden sonunda çıkmıştım, bu rütbedeyken kız kardeşim Eida benimle fazlasıyla dalga geçiyordu ve bu benim sinirimi bozmaya başlamıştı ama bir şey diyemiyordum... Bu dünya hesaplaşmalı dünyadır, Eida ile dalga geçtiğim günleri dünmüş gibi hatırlıyorum; o dalgalarla boğuşmaya başlamıştım. Eğitim zamanımın ikinci senesinde sözleşmem yarılanmıştı, bir senelik daha sözleşmemi uygun belgelerle uzatmıştım. Şubem deki rütbelilerim gerçekten benden gurur duymaya başlamıştı, ufak tefek ordudan ödemeler ve ikramiyeler alıyorduk; bunlar benim pek işime yaramayacağı için aileme gönderiyordum.

Annem Marcella görevlerden çok korkuyordu, bir gün bayrağa sarılmış bir şekilde evimizin önünde dikileceğimden korkuyordu; kendime bir şey olmayacağına dair annem Marcella'a büyük bir söz vermiştim. Bu sözü tutmak ne kadar zor da olsa onun için güç kaynağıydı, öyle de oldu. Eğitimim sonrasında Irak Harekatına görevlendirildim. Irak Harekatı nedir diye sormak isterseniz, bunu güzel bir şekilde size karşı açıklamak istiyorum. Irak Savaşı, 20 Mart 2003'te Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık önderliğinde oluşturulmuş Çok uluslu Koalisyon Kuvvetlerinin bir askeri harekâtla Irak'a girmesiyle başlayan ve devam eden savaş. Ayrıca İkinci Körfez Savaşı, Irak'ın İşgali ve koalisyon ülkelerince Irak'ı Özgürleştirme Operasyonu olarak da adlandırılır. 21 Ekim 2011 tarihinde ABD Başkanı Barack Obama yaptığı açıklamada, ülkedeki ABD askerlerinin 31 Aralık 2011'e kadar geri çekileceğini açıkladı.5 Aralık 2011 tarihinde Bağdat'ta bulunan Amerikan Üssünden son Amerikan Bayrağının indirilmesiyle savaş resmen sona ermiştir. Irak Harekatında ilk defa bir operasyona girmiştim, kuşandığım ekipmanlar beni terletiyordu ama içimi üşütüyordu; içimde büyük bir korku ve heyecan vardı. Bunları yenmek gerçekten zordu, değişimli nöbetler tutuyorduk. Rütbelilerimiz bizleri ayakta tutmaya çalışıyordu, gözümüzü dört açmış bir şekilde bekliyorduk ve etrafı gözlemliyorduk. İlk defa elimde tuttuğum tüfeğimi ateşleyecektim ve bunun için heyecanlıydım. Birkaç defa ortalık karışmıştı, üzerimize karşı ateş açılıyordu. Ateş yağmuruna tutulduğumuz günler oldu, geride bırakmak zorunda kaldığımız ekip arkadaşlarımız oldu. Ufak yaralanmalar atlattım, ilk yaramı gece saatlerinde nöbet zamanındayken sağ baldırımdan almıştım. Şanslı olmalıyım ki kurşun sıyırıp geçmişti, yaklaşık iki tane terörist öldürmüştüm.

Bu leşler bana huzur vermeye başlamıştı, ilk leşlerim geceleri uykuma giriyordu. Beni ele geçirmeye çalışıyordu, geceleri kabus görüp uyanıyordum ve tekrardan soğuk su içip nöbetime dönüyordum. Bir süre sonra insan duygusuzlaşıp hisleşiyor, farklı bir hale geliyor; kısacası alışmaya başlamıştım. Irak Harekatında iki kere üçer haftalık görev yaptım, bu harekat bana çok şey kazandırmıştı. Artık en iyisi olma yolunda ilerliyordum, vurduğum düşmanlar bana ikramiye kazandırmaya başlamıştı. Bu süreç içerisinde boş zaman buldukça annem Marcella'a ve ailemin geri kalan üyelerine haber veriyordum, korkmamalarını istiyordum. Annem sürekli ordunun çıkardığı haberlere göz atıyordu, kadının endişelenmesini çok doğru buluyordum ama ben iyiydim. Ufak tefek yaralarımı aileme bahsetmiyordum, benim için endişelenmelerini istemezdim. Bir yılda toplam altı hafta görev yapmıştım. Bu görevler yazdığım gibi beni ben etti, beni daha fazla güçlendirdi. Beni hayata karşı tutundurdu, artık hayatın ne kadar zor olduğunu ama bir o kadar çaba göstermemiz gerektiğini anlamıştım. İkinci sözleşmemin bitmesine yarım dönem kalmıştı, orduda iyi işler çıkarıyordum. 75. Ranger Team'a gönüllü olarak başvuru göndermiştim.

75. Ranger Team hakkında büyük araştırmalar yaptım, müsait olduğum zamanlar takım hakkında birkaç ufak kesitler okuyordum, fazlasıyla havalı göründüklerini söyleyebilirim. 75. Ranger Alayı, Amerikan Ordusu Rangerları olarakta bilinir. Bir hafif piyade özel operasyon gücüdür. Amerikan Ordusu Özel Kuvvetler Komutanlığı (USASOC) a bağlı olarak çalışırlar. Merkezleri Benning, Georgia dadır. 75. Ranger Alayı oldukça esnek, ağır eğitimden geçmiş ve savaş alanına oldukça çabuk ulaşabilen, konvansiyonel ve özel operasyon hedeflerine karşı etkili olabilecek yeteneklerde uzmanlaşmış bir alaydır. Ayrıca bu birliğin kökenleri 17. yüzyılda Amerika  da var olan kor.75. Ranger Alayı, Amerikan Ordusu Rangerları olarakta bilinir. Bir hafif piyade özel operasyon gücüdür. Amerikan Ordusu Özel Kuvvetler Komutanlığı (USASOC) a bağlı olarak çalışırlar. Merkezleri Benning, Georgia dadır. 75. Ranger Alayı oldukça esnek, ağır eğitimden geçmiş ve savaş alanına oldukça çabuk ulaşabilen, konvansiyonel ve özel operasyon hedeflerine karşı etkili olabilecek yeteneklerde uzmanlaşmış bir alaydır. Ayrıca bu birliğin kökenleri 17. yüzyılda Amerika  da var olan koruculardan gelmektedir.75. Ranger Alayı na katılacak olan askerler Amerikan Ordusu Kara Kuvvetlerinden gönüllü olarak seçilirler. 15 ay süren yoğun bir eğitimleri vardır. Şu anda 3 Ranger taburu bulunmaktadır. Bu taburlarda toplam 2200 asker vardır.


23 April 2010/2011 - A Huge, Ranger Red Cloud

Yetmiş beşinci korucu takımına başvuru sürecimiz devam ediyordu, bu süreç içerisinde bu takım için kendimi hazırlamaya çalışıyordum. Bu hazırlığa epey bir odaklanmıştım.
Kuşandığım ekipmanlar ve tüfeklerin en ince ayrıntısına kadar araştırmaya başladım, neyin içerisinde olduğumu çok iyi bilmem gerekiyordu.
Yetmiş beşinci korucu alayı göze ve kulağa sıradanmış gibi gelebilir, sonuçta gönüllü olarak başvurabiliyorsun. Burası sıradan bir takım değil, bu takımda her atacağın adımın büyük bir önemi vardır.
Takım çalışmasını olabildiğince en yüksek derecede ayakta tutmamız gerekecekti, tavırlarımız belki de konuşmalarımız değişecekti. Özel ordu askerleri gibi düşünün, onlardan bir farkımız olmayacaktı.
Altı hafta boyunca ne yediğimizi, neler yaptığımız... Attığımız adımlara kadar gözlemlenildik. Altı haftanın sonunda başvuru yapan kişilere bir belge gönderildi, şubenin posta kutusunu inceledim.
Posta kutusunda ismimin yazılı olduğu bir zarf görmüştüm, yavaşça zarfı kavrayarak o karanlık kutunun içerisinden çıkardım. O süreç içerisinde askeri üssümüzde askeri helikopter havalanıyordu. Etrafım toz duman olmuştu.
Çekingen, meraklı tavırlarımla üssümün kantinine yürüdüm; kantinden kendime sıcak bir kahve aldım ve boş bir masaya oturdum.

Karşı masamda aynı şekilde oturan birisi vardı, onunla aynı üste bulunuyorduk... Sonrasında isminin Derek olduğunu öğrenmiştim.
Sanırım kendisi de yetmiş beşinci korucu takımına başvuru göndermişti, suratında mutlu bir ifade vardı; sanırım kendisi kabul edilmiş olmalıydı. Ondan güç alarak yavaşça zarfımın üst kısmını yırttım, içerisinden belgeyi çıkardım ve tekrarlayarak okumaya başladım.
Üssün imzasını gördüğüm zaman içim rahatlamıştı, korucu takımına kabul edilmiştim; bu gerçekten onur verici bir durum olmuştu. Kahve bardağımla birlikte masadan kalktım, belgemi tutarak Derek'in yanına gittim. Onunla yaklaşık yirmi dakika kadar sohbet edebilmiştik, kendisiyle ilk defa tanışıyordum.
Benimle aynı zamanda yetmiş beşinci korucu alayına başvurmuş ve aynı zamanda kabul edilmiş, daha sonrasında Derek ile gerçekten askeriyede iyi arkadaş olmuştuk; birbirimizi kolladığımız günler olmuştu. Artık Derek ile beni ve diğer ekip arkadaşlarımızı yoğun günler bekliyordu, kum fırtınaları...

Büyük, koca yağmur bulutları. Anlayacağınız bu belanın içerisinde sürünmemiz gerekiyordu, her zaman bizim için bir umut ışığı olacaktı.
Yetmiş beşinci korucu alayı için yaklaşık on beş ay boyunca eğitim gördük, gördüğümüz eğitimler eskileri gibi değildi... Eski eğitimlerimiz bu eğitimlerimizin yanından bile geçemezdi.
Zorlayıcı eğitimler gördük, derler ya... Helikopterden helikoptere atlarkan şarjör değiştiriyordum, işte o tarz bir şey olmalıydı. Suyun içerisinde nefesimizi tuttuk, bir ipin üzerinde yürüdük; dengede durmaya çalıştık. Kısacası... Ranger takımı için en önemli unsur, ekip arkadaşlarınla takım çalışmasına uymaktı.
On beş ay zorluyu eğitimi tamamladık, eğitimlerimizi başarıyla tamamlamıştık; bu süreç içerisinde Derek ile konuşuyorduk. Birbirimize ailelerimizden bahsediyorduk, onun hakkında her şeyi bilmiyordum ama... Pek fena bir hayatı yoktu, iyi birisiydi; belki de ben öyle biliyorumdur. Ranger takımına kabul oluşumu aileme telefondan anlatmamıştım.
On iki günlüğüne üssümüzden izin almıştık, toparlanmamız isteniyordu; kafamızı dağıtmamız gerekiyordu. İlk iznimi evime kavuşarak harcamıştım, aileme her şeyi bahsettim; şaşırmışlardı. Onların tek oğluydum, onlar için önemliydim. Üniforma ile uzun süre geçirmiştim, artık üniformama ve kısa kesilen saçlarıma alışmış olmalıydılar.
Babam Eitan benden gurur duyuyordu, kız kardeşim Eida gerçekten yüzüme baktığı zamanlar gülümsüyordu. Annem Marcella'da gurur duyuyordu ama bana bir şey olacağından korkuyordu, ailem için ve tüm kötülükler için yaşamalıydım; bunun farkındaydım.


17 July 2011 - A New Page, A New Brand

İki bin on bir yılında tamamen Yetmiş Beşinci Korucu takımına kabul edilmiştim, iznimi bitirmiştim ve tekrardan hazırlık için üsse gelmiştim. Ranger takımımızın üssü McChord'da bulunuyordu.
Üssümüzde sıraya girdik, başımızda bir rütbeli bulunuyordu; bizleri alanlarımıza göre uykun takımlara dağıtmışlardı. Derek Alfa takımına giriş yapmıştı, ben ise Delta takımına görevlendirilmiştim.
Görevlendirme dağıtmından hemen sonra takımlarımızla tanışmıştık, aramızda ufak bir kaynaşma partisi düzenlenmişti. Orta boyutlarda karanlık bir oda, her masanın üzerinde bira şişeleri ve çerezler bulunuyordu.
Amerikan aksiyon filmlerini anımsatıyordu, her şey gerçekten güzel görünmeye başlamıştı. Bu süreç içerisinde eğitimlerimize son gaz devam ediyorduk, formumuzdan düşmememiz gerekiyordu.
İki bin on bir yılında Yetmiş Beşinci Ranger Takımının ikinci taburu olarak üç kez dörder haftalık görev yapılmıştı.

Neredeyse üç ay görev yapmıştım, görev sürecimiz eskisine göre çok farklıydı; sözleşmeli askerliğe benzemiyordu.
Görev esnasında ufak tefek yaralar almıştım, Tanrı'nın her zaman beni koruduğunu biliyordum; o zamanlar Tanrı'a gerçekten sadık birisi olmalıydım. Takımlarımız ayrı olduğundan dolayı Derek ile her gün görüşemiyorduk, operasyon sırasında takımlar birleştiği zamanlar görüşebiliyorduk.
Irak Harekatında üçüncü görevimizin son haftasında öğlen nöbetindeydim, toz bulutu çevremizi kaplamıştı. Bir yerlerden silah sesleri geliyordu, uzak olduğu için bu bizi ilgilendirmiyordu. Nöbet esnasında kendime bir sigara yaktım, sakin bir şekilde etrafımı gözlemlerken sigaramı dumanlamaya başlamıştım.
İki dakika sonrasında derin dumanımı ciğerlerimden dışarıya çıkardığımda üzerime gelen birisini görmüştüm, yaklaşık aramızda otuz metre kadar vardı. Toz bulutundan siyah çarşafını her yerine çekmişti, suratını göremiyordum. Sivil bir insan sanmıştım, bilmediğim tek bir şey vardı... Sivil insanın operasyon bölgesinde ne işi olmalıydı?
Yaklaşık dört saniyelik bakışmamızın sonucunda çarşafının arasına sakladığı hafif makineli tüfeğini çıkarmaya çalıştı, ondan önce davranmaya çalışmıştım; bunu başaramadım. Gönderdiği ilk mermi tam sağ omuzuma saplanmıştı, merminin etkisiyle ağır bedenimin yere yıkılışını görmüştüm. Takımımızı yöneten Çavuş Jodarth bir şeylerin ters gideceğini sanırım çoktan anlamış olmalıydı.
Ağır bedenim yere yıkıldığı gibi hemen arkamda bitti, tüfeğiyle teröristin üzerine yaklaşık sekiz veya dokuz tane mermi göndermişti.

Ağır makineli tüfek kullandığından dolayı gönderdiği mermiler teröristin bedeninin diğer tarafından çıkmıştı, bunu görebilmiştim. Hızlı bir şekilde takımımıza hizmet veren sağlık ekipleri bölgeye gelmişti, bölgeden uzaklaştırılarak denetim merkezinde tıbbi odaya götürülmüştüm; tedavim uygulanmıştı.
Mermi içeride kaldığı için işimi zorlaştırmamıştı, önemli damarlarıma gelmemiş ve içeride birkaç kan pıhtısı oluşturmamıştı. Kanın çıkışı sağlandığı için şanslı olmalıydım, Tanrı ile aramın iyi olduğunu gerçekten hissetmeye başlamıştım. Irak Harekatı sonrasında takımımız bölgeden çekilmişti, bu süreç içerisinde Kuzey Batı Pakistan savaşına yola koyulmuştuk.
Kuzet Batı Pakistan savaşında SEAL takımı bulunuyordu. Navy SEALs Nedir?
Navy SEALs ABD Donanması'nın özel kuvvetleridir. İsimlerindeki SEAL kelimesinin anlamı SEa=deniz,Air=hava ve Land=yer anlamına gelir. Bu özel kuvvet birimi konvansiyonel olmayan savaş,anti-terörizm,direkt saldırı ve özel keşif görevlerinde kullanılır. Birçok ülkede bahriye komandoları olarak bilinir.
Kuzey Batı Pakistan Savaşı(Veziristan Savaşı) Nedir?
 Pakistan'a bağlı Veziristan bölgesi Kuzey Veziristan ve Güney Veziristan olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Bölge, federal yönetilen kabile bölgelerinin olduğu Kuzeybatı Pakistan'ın içinde bulunmaktadır.
Bölgenin büyük çoğunluğunu Taliban'ın da merkezini oluşturan Peştunlar oluşturmaktadır. Bundan dolayı da Veziristan bölgesi her zaman radikal örgütler için bir geçiş noktası ve yaşama sahası görevi görmüştür.
Bölgede şeriat hükümlerinin geçerli olması ve merkezi hükümetin de etkisinin hemen hemen hiç olmaması radikal örgütlerin işini kolaylaştırmaktadır.

2001 sonrası yapılan araştırmalarda pek çok Taliban ve El-Kaide üyesinin de Veziristan'da eğitim yaptığı keşfedilmiştir.
Bununla birlikte Pakistan istihbaratı bölgede pek çok gizli tünel keşfetmiş ve bunların Tora Bora dağlık bölgesine gizlice ulaşmada kullanıldığını düşünmüşlerdir.
2001 yılında Afganistan'daki Taliban rejiminin çökmesi sonrası pek çok örgüt üyesi Afganistan'dan Pakistan sınırına geçti. Burada toparlanma süreci sonrası ve bazı aşiretlerin de desteğiyle Taliban gerilla savaşı başlattı.
Pakistan ve ABD hava saldırıları Taliban örgütünün zayıflatmak amacıyla Veziristan bölgesindeki yerleşim yerlerini de vurmaya başladı. Hava saldırıları yerel halka da zarar vermeye başlayınca bazı aşiretler de ABD'ye ve Pakistan'a karşı radikal örgütleri desteklemeye başladı
Kuzey Batı Pakistan Savaşında SEAL takımına başarılı bir şekilde destek sağlamıştık, takım ile omuz omuza vererek düşmanlarımızı püskürtmeyi başarmıştık; SEAL takımı gerçekten bilgiliydi ve oldukça kuvvetliydi.
2011'de Irak Harekatının 18 Aralık'ta sonlanmasından önce ikinci tabur yerini üçüncü tabura bırakmıştı, anlaşılan artık taburumuz bu harekatın içerisinden çıkmıştı; güzel güneşli günleri görebilecektik.


17 June 2011/2015 -  I Could Sleep Comfortably While My Loved Ones Were With Me

Özel operasyonlar artık bitmişti, taburumuz görevlerden çekilmişti. Sözleşmemi yeniletmiştim, bulunduğum operasyonlar sayesinde banka hesabımı ufaktan doldurmaya başlamıştım.
Artık yaklaşık olarak dört seneliğine rahat bir döneme giriş yaptığımızı biliyordum, gönüllü ama bir o kadar da ücretli askerdim. Washington'da bulunan üssümüze giderek eşyalarımı toparlamıştık, birkaç yakın arkadaşımla vedalaşmıştım; rütbelilerime selam vermiştim.
İzin belgemi çantama sıkıştırarak Washington askeri üssünden çıkmıştım, gördüğüm ilk taksiyi çevirerek evimin adresini tarif etmeye başlamıştım. Sırtımda büyük bir askeri çanta bulunuyordu, taksici bulunduğum operasyonları öğrenmek istemişti; takside birkaç şey zırvalamıştım.
İçinde olduğum görevin her detayına kadar anlatmayı doğru bulmadığımdan dolayı birkaç şey zırvalamıştım, onun aklına girip kandırmış olmalıydım. Sonunda evimi görebiliyordum, anlattıklarım taksiciyi etkilemişti ve bu etkileme indirim payına sebep olmuştu.
Sırt çantamla birlikte taksiden indim, evimin kapısını çalarak beklemeye koyulmuştum. Annem Marcella yavaşça kapıyı açmıştı, geleceğimden haberi bile yoktu. Uzun uzun kapıda sarılmıştı, onun saçlarını okşayarak yanaklarını öpmüştüm. O gün ailemle güzel vakit geçirmiştim, sanırım yatağımı özlemiştim.
Dört senelik rahat bir dönemin içindeydim, istediğim zaman ailem ile vakit geçirebiliyordum; istediğim gibi içkimi içip yatağımda sızıyordum ve konsol oyunlarına oldukça merak sarmıştım. Ordunun bana kattığı tecrübeleri konsolda Call Of Duty oynayarak kanıtlıyordum.
Her ay bir haftalığına Washington askeri üssüne çağrılıyorduk, bir hafta boyunca evimizden uzaklaşıyorduk ve formumuzda kalmak için eğitimlerimiz devam ediyordu.

Her ay bir haftalığına evden uzak kalıyordum, bu beni dinç tutuyordu.
Bu tatil süreci içerisinde sosyal medya üzerinden Elsa isimli bir kızla tanışmıştım, biraz garip gelecek ama... Elsa, eski kız arkadaşım Lopez'in sokağında oturuyordu; benimle buluşmak istemişti. Lopez'in aramızdan ayrılışının üzerinden epey bir zaman geçmişti.
Elsa ile en kısa zamanda bir buluşma düzenledim, onunla birlikte buluşarak Washington'un lüks restorantına götürmüştüm; bu onu fazlasıyla etkilemişti. O gece Elsa ile bir ilişkiye başlamıştım, yaklaşık Elsa ile iki senelik bir ilişki hayatım söz konusu olmuştu. Ailelerimiz birbirimizi tanımaya başlamıştı.
Elsa'a değer veriyordum ama ona tam anlamıyla aşık olamıyordum, bir şeyler beni engelliyordu... Her zaman yaşayacağım diye bir kavram bulunmuyordu, yaptığım meslek zordu ve Elsa'nın ailesi mesleğimi doğru bulmuyordu... Elsa'ı yara yolda bırakacağımı düşünüyorlardı. İki senelik ilişki sonrasında sonuç olarak Elsa ile anlaşmalı ayrılmıştım.
Ayrılığımız beni üzmemişti, Elsa'da çok etkilendi diyemem. Elsa'dan ayrılmam benim için çok daha iyi olmuştu, onunla çıkarken sadece ihtiyaçlarımı karşılıyordum; pek duygulu birisi olamıyorum.

Önümüzdeki iki sene boyunca annem Marcella'nın çalıştığı müzede güvenlik olarak işe başlamıştım, aserkiyeden sertifikam olduğu için işe kolayca girmiştim.
Düşük bir bütçeyle annem Marcella'nın yanında çalışıyordum, annem Marcella ile arkadaş gibi olmuştuk; birbirimiz ile sohbet eder bir yandan yorucu ve sıkıcı işime bakıyordum. Her ay sonu bir miktar mââş alıyordum ve bunun büyük bir kısmını yardım kuruluşlarına ve derneklerine bağışlıyordum. Bir süre sonra bağışlamalarım kasaları doldurmuştu, birkaç kameranın karşısına çıkarak kendimi tanıtmıştım.
Ufak bütçeli kanallarda ve ufak bütçeli gazete köşelerinde fotoğrafımı ve kısa hayat hikayemi görebiliyordum. Bu beni parıldayan yıldız yapmamıştı ama yardımlarım sonucunda böyle bir halının üzerinde yürümek gurur duyucuydu. İki senelik tatil sürecimde her hafta başka kızlarla birlikte oluyordum, doğru düzgün eve gelmemeye ve müze işine gitmemeye başlamıştım. Zaten tatilim bitiyordu, askeri üssüne geri dönmem gerekiyordu.
Son ilişkilerimi yaşadım ve işimden çıkarak son defa derneğe büyük bir bağış yapmıştım, ailem ile vedalaşıp tekrardan Washington askeri üssüne dönüş sağlamıştım. Her ay burayı görüyordum ama sürekli gelip gitmiyorduk, buraya ait olduğumu anlamıştım... Özlemeye başlamıştım, sanırım askeriye beni mutlu eden ve ayakta tutan tek kaynak olmalıydı.


5 December 2015/2016 -  Back To The Pages Where I Found Peace

Zaman su gibi akıp gidiyordu, eskisinden çok daha güçlüydüm ve nasıl ayakta durmam gerektiğini çok iyi biliyordum. Askeriye gösterdiğim saygın ve sadakat durumundan ötürüyle Çavuş rütbesine yükselmiştim.
Bu rütbeye gelmek gerçekten benim için çok önemliydi ve kolay değildi, sevdiklerim benimle gurur duyuyordu; ben de kendimden gurur duymaya başlamıştım. Bir takımım bulunuyordu, sekiz tane askerden oluşuyordu ve bu takımı yönlendirmeye başlamıştım.
Onların eğitiminden ve düzenlerinden sorumluydum, her bir yanlışları ve doğruları beni etkiliyordu. Hepsini teker teker iyi tanımaya çalışıyordum, onlara kabaca yaklaşmıyordum onlara sevgiyle yaklaşıyordum. Bu sevgim onları kötü yola sürüklemiyordu, ama iyi yola da sürüklemiyordu.
Yeri geldiği zaman çok sinirli olabiliyordum ve karşıma çıktıkları zaman sesleri titriyordu, bu beni mutlu etmiyordu ama böyle bir kişiliğe sahip olmak zorundaydım.

İki bin on beş yılında Operasyon İçsel Çözüm başlangıcı olan Afganistan'a doğru yola çıkmıştık. Her Çavuş ve diğer rütbeliler kendi takımından sorumluydu, Afganistan'da bir üs kurmuştuk ve orada geçimimizi sağlıyorduk.
Ufak çaplı operasyonlar düzenliyorduk, olduğumuz bölgeyi çevreleyip güvenliği sağlıyorduk. Takımımın durumu iyi gidiyordu, her şeyin iyi gideceğini düşünüyordum. Son zamanlarda takımımda bulunan bir tane asker alnının ortasından vurularak şanlı bedeni karşımda yere serilmişti. Bu bana bir yerden tanıdık geliyordu, acemilik görevimi yaparken bir terörist ile karşı karşıya gelmiştim ve benden hızlı davranmıştı.
Beni sağ omzumdan vurmuştu ve kurşunu içeride bırakmıştı, ağır bedenimin yere yıkıldığını görüyordum. Orada çaylak olan asker bendim, beni kurtaran Çavuş Jodarth'dı; ona bir can borçlu olduğumu düşünürdüm.

Askerimin vurulmasından sonra onun törenini yapmıştık, onu kurtaramamışlardı... En önemlisi onu yaşatamadım, onu koruyamamıştım birkaç haftalığına düşünceler kafamın içerisini tırmalıyordu.
Bundan hızlıca kurtulmam gerekiyordu, takımımda vurulan askeri düşünecek vaktim bulunmuyordu; toparlanmam gerekiyordu. Rütbelilerim ile akşam bir araya geldiğimde danışıyordum ve olanlardan bahsediyordum, bana yardımcı olmak için elinden gelenini yaptılar ve kısa süre sonra bu tırnak izlerinden kurtulmaya başlamıştım.
Operasyon İçsel Çözüm Nedir?
Abd Merkez Kuvvetleri Komutanlığı (CENTCOM), Irak ve Suriye'de 8 Ağustos'tan bu yana IŞİD'e karşı yürütülen operasyona "İçsel Çözüm" adını verdi."İÇSEL ÇÖZÜM"
CENTCOM'dan yapılan açıklamada, "İçsel Çözüm" adının operasyonun şimdiye kadar ki bölümünün yanı sıra gelecek operasyonları da kapsayacağı belirtildi. CENTCOM yetkilileri, 'İçsel Çözüm' adının, Irak, Suriye ve bölgenin yanı sıra tüm dünya için tehdit oluşturan terörist örgüt IŞİD'i ortadan kaldırmaya yönelik, ABD ve koalisyon ülkelerin sarsılmaz taahhüdünü yansıttığı için seçildiğini dile getirdi.
İki bin on altı senesi gelmişti, bu operasyonda Yetmiş Beşinci Korucu Takımı bulunmuyordu; bulunmadığı için şanslıydım. Taburun takım çalışmasına tamamiyle hazır değildim ve bu süreç içerisinde eğitimlerimi hızlandırmıştım. Bir gün gelecek ve tekrardan bu takımın içinde olacaktım, bunu biliyordum bu yüzden hiç durmadan eğitimlerimi sürdürdüm; bir yerden takımımı ayakta tutmaya çalıştım. Bu süreç içerisinde Ranger takımı bir sene boyunca tüm üyelerini geliştirmeye başlamıştı, hiç olmadığından daha iyisi olmamız için çabalanıyordu.


21 Jully 2017/2019 - White Uniform, Tinnitus Ceremony

İki bin on yedi yılında tekrardan Yetmiş Beşinci Korucu takımı olarak Suriye'ye konuşlandırılmıştık. Ekibimiz ile birlikte Suriye'de geniş bir alana sahip olmuştuk, bölgeyi savunuyorduk ve gelen kışkırtmalara karşılık veriyorduk.
İki sene boyunca aralıklı olarak Suriye'de görev yaptık, birçok ekip arkadaşımızı kaybettik. Kaybettiklerimizi şanlı bayrağımıza sarıp tabuta yerleştiriyorduk. İlk zamanlarda bu durum gerçekten beni etkiliyordu ve üzüyordu. Bu süreç içerisinde her zaman ailem ile iletişim halinde oluyordum, beni fazlasıyla merak ediyorlardı.
Boş zamanlarımda onlar ile kameralı bir şekilde görüşüyordum, yemek masasına oturdukları zaman beni arıyorlardı ve ben varmışım gibi yemek yiyorlardı; bunlar gerçekten güzel günlerdi... Bu günlerin değerini biliyordum ve hâla da özlüyorum. Aralıklı görevimizi sürdürürken duygusuzlaşmaya başlamıştım, bu benim de başıma gelebilirdi. O bayrağa sarılan beden benim bedenim olabilirdi.
Geride bıraktığımız ekip arkadaşlarımız için gerçekten üzülüyorum ama Tanrı onların her birini seviyor ve bizden daha fazla değer veriyordu.

Her birisinin törenlerinde bulunduk, son isteklerini ordumuz olarak sırasıyla yerlerine getirmiştik. Ordu hayatı ve üniformalı zamanlarım gerçekten bana güzel şanlı günler yaşatmış olmalıydı, yaptığım meslekten gurur duyuyordum ve hâla da duymaya devam edeceğim.
Aralıklı görev sonrasında Suriye'den takım olarak çekilmiştik, artık işler yolunda gitmeye başlamıştı. Sözleşmem bitmişti, yeni bir sözleşme yapmam için benimle ve diğerleriyle görüşüyorlardı. Vücudumda ufak tefek birçok yara bulunuyordu, bu yaraları kapatmak istesem de... Her zaman zihnimde bir yer edinmiş olacaklardı. Belki de bu yaralar benim gerçek kimliğimi ortaya çıkaran unsurlardır. Bir yerden ekip arkadaşlarıma ve rütbeme, nişanıma bakıyordum.
Askerlikte uzmanlaşmıştım, hayata sıkı sıkı tutunuyordum ve gerçeklerin farkındaydım. Bir yerde de ailem bulunuyordu artık devam etmemem gerektiğini söylüyordu ve epey bir üniforma içerisinde zaman geçirmiştim, artık bir şeylerin bitip yeni bir sayfa açmam gerektiğini düşünmeye başlamıştım. Bu düşünce beni olumlu yöne sürüklemişti, sözleşmemi yeniletmeme kararı almıştım. Kısacası elimi, ayağımı ordudan çekiyordum. Washington askeri üssüne gönderildik, tören günümüz gelmişti; hiç unutamayacağım bir günün içerisindeydim.
Tüm askerler tören gününde beyaz bir askeri üniforma giymişti, üniformalarımız odunumsu ve okyanusumsu kokuyordu; özgürlüğe kavuşmuş olmalıydık.

Herkesin üniforması ütülüydü, yakalarımız katlıydı ve o şanlı Amerika bayrağına sarılmış gibiydik. Üssümüzün içerisinde herkesin ailesi bulunuyordu, sırasıyla bizlere bakarak alkış tutuyordu; üniformamızın üzerinde sadakat madalyalarımız ve nişanlarımız... Rozetlerimiz bulunuyordu. Annem Marcella, babam Eitan ve kız kardeşim Eida o topluluğun içerisinde bana bakıp gülümsüyorlardı; bu zamana kadar hiçbir zaman desteklerini benden çekmemişlerdi.
Sırasıyla rütbelimiz tarafından isimlerimiz okundu ve kürsüye çıktık, içimizde devam edip bırakmak isteyenler oldu... Sırasıyla ordumuza ve ailemize duygusal konuşmalarımızı sergilemiştik.

Sıra bana geldiği zaman ailemin yutkunamadığını görmüştüm, mutlu görünüyorlardı ve herkes gibi benden gurur duyuyorlardı. Saygılı ve üsluplu bir şekilde duygusal konuşmamı yaptım, ordumuza olan katkımdan ve zaferlerimizden bahsederek her insanın içerisine bir beyaz bulut getirmiştim... Çoğu insan benim sözlerimle rahatlamıştı, kimisi duygusallığından göz yaşı döküyordu. Konuşmamı başarılı bir şekilde sonlandırıp görevimi tamamlamıştım.
Askeriyeden ödüllerimin olduğu ve sadakat madalyamın bulunduğu parıldak bir çerçeve aldım, son defa ekip arkadaşlarımla sarılarak vedalaştım ve birkaç anı fotoğrafı çekinmiştim. Desteğini esirgemeyen herkes için teşekkürlerimi iletmiştim. Ailemin yanına giderek onlarla özlemimi gidermiştim, birlikte askeriyeden çıkıp babam Eitan'ın aracına yürüyorduk. Derin bir nefes alarak uzun uzun verdim, son defa arkamı dönerek üssümüze bakmıştım ve şapkamı çıkartarak son selamımı dalgalanan Amerika bayrağına karşı vermiştim, şanlı bir bayrağımız var ve bundan gurur duyuyordum. Ailem ile birlikte eve gitmiştim, üzerimi değiştim ve eski hayatıma dönüş sağlamıştım. Eskiden bazı şeyler yolunda gitmiyordu ve huzursuz oluyordum, hâla da öyle olabilirdim ama...
Bunu gerçekten özlemiştim, artık ailemle ve dışarıdaki arkadaşlarımla vakit geçiriyordum. Birkaç işe başlayıp bırakmıştım, banka hesabımda iyi bir birikmişliğim vardı. Derek'in de bıraktığını öğrenmiştim, onunla sosyal medya üzerinden konuşuyorduk ve eski günleri anımsatıyorduk. Kısacası böyle bir hayat geçmişim vardı, umarım bir gün bu yazdıklarımın devamı gelir... Hiçbir şey için geç değildir, bunu unutmayın.

14 October 2019/2020 - Lose Everything, Lose Yourself

O kadar çok işe girip çıktım ki artık yorulmuştum, yanlış insanlarla tanıştım ve bedeli çok ağır oldu... İtalyan mafyasına ait olan bir restoranda işe girmiştim tabii mafyaya ait olduğunu bilmiyordum lüks bir yer olduğunu düşününce takım elbiseli ağır başlı insanların normal olduğunu düşünmüştüm. Bir kaç ay burada çalıştım, güler yüzlü insanlardı ama bir gün malzeme getirmek için buzluğa gitmiştim, İtalyanlar onlara haraç vermeyen bir adamı satır ile doğruyordu. Donup kalmıştım beni gördükleri anda kaçmam gerektiğini anlamıştım. Üzerimde ki önlüğü bile çıkarmadan hızla restorandan koşarak çıktım ve eve doğru koşmaya başladım. Bir kaç gün geçtikten sonra bana bir telefon gelmişti, ailem dışarıda tatildeydi. Telefonda ki kişi restoranın sahibiydi, ailemin ellerinde olduğunu hemen verecekleri adrese gelmem gerektiğini söylediler. Yapacak bir şeyim yoktu polise haber veremezdim, çabucak hazırlanıp verdikleri adrese gitmiştim. Adres bir et fabrikasıydı... Fabrikaya geldiğimde kapıda takım elbiseli İtalyanlar beni karşılamıştı. İçeriye getirdiklerinde ailemi damızlık hayvan gibi yukarıdan aşağıya sarkıtmışlardı... Korkudan donup kalmıştım, adama yalvarmaya başlamıştım. Adam beni susturduktan sonra konuşmaya başladı "Elbette sana inanıyorum, kimseye o olaydan bahsetmeyeceksin ama görmemen gereken bir şeyi görmemeliydin." Ailemi gözlerimin önünde katlettiler, her şeyimi kaybettim. Önce Lopez, şimdi de Ailem... Adamlar beni fabrikada bırakıp gitmişlerdi, ailemin cesetlerini tek tek toplayıp, bir meşe ağacının altına gömmüştüm. Evde boş boş oturuyordum, depresyona girmiştim sanırım. Bir kaç gün sonra Derek aramıştı beni, ona olanları ve durumu anlattım. Beni yanına çağırdı, kendisi biraz yasa dışı işlere bulaşmıştı ve şu an Meksika'da iş yapıyordu. Vice City'e taşınmamı ve kızının yanında olmamı ona göz kulak olmamı istedi. İntihar edebilecek cesareti olmayan bir adam için bu bir ışık gibiydi.
Şehre gelip ve mahalleye taşınmıştım hala son yaşananları atlatmaya çalışıyordum. Mahallede ki insanlar beni sayıp sevmeye başlamıştı. Mahallede "Aziz" diye anılmaya başlamıştım. Bir kaç ay sonrasında Derek'in isteği üzerine mahalleye Garcia soyadı altında üç kardeş geldi, onları sevmiştim ve güven veren tipler. Onlarla iş yapmayı planlıyorum umarım mahallemde bir sıkıntı çıkmaz.

Dipnot: GösterGizle
İlerleyen aşamalarda, yapılan rollerle beraber konu güncellenecektir.

Başlık: Ynt: Manuel "Saint" Guarez
Gönderen: Scealten - 07.04.2020 17:32
gl&hf :)
Başlık: Ynt: Manuel "Saint" Guarez
Gönderen: Rulaen - 07.04.2020 17:33
rez
Başlık: Ynt: Manuel "Saint" Guarez
Gönderen: imjustyikik - 07.04.2020 17:34
Hayatımın baharı dağıt ortalığı kardeşim
Başlık: Ynt: Manuel "Saint" Guarez
Gönderen: ByM1T2 - 07.04.2020 17:34
Heyt yavrum benim
Başlık: Ynt: Manuel "Saint" Guarez
Gönderen: Brooklyn - 07.04.2020 18:14
Başarılar Ulaş  8)
Başlık: Ynt: Manuel "Saint" Guarez
Gönderen: Rulaen - 07.04.2020 18:46
Başarılar Ulaş  8)
Heyt yavrum benim
Hayatımın baharı dağıt ortalığı kardeşim
gl&hf :)
Thx my loves :-*
Başlık: Ynt: Manuel "Saint" Guarez
Gönderen: Nraxy - 07.04.2020 18:47
Başarılar dilerim.
Başlık: Ynt: Manuel "Saint" Guarez
Gönderen: Rulaen - 07.04.2020 20:44
Başarılar dilerim.
Teşekkür ederim :)

(https://cdn.discordapp.com/attachments/422442348698664964/697139097713508382/unknown.png)
Başlık: Ynt: Manuel "Saint" Guarez
Gönderen: Rulaen - 08.04.2020 13:19
(https://www.upload.ee/image/11433081/rolss1.png)
Başlık: Ynt: Manuel "Saint" Guarez
Gönderen: Rulaen - 11.04.2020 02:02
(https://www.upload.ee/image/11453275/rolss2.png)
Başlık: Ynt: Manuel "Saint" Guarez
Gönderen: Rulaen - 11.04.2020 12:47
(https://cdn.discordapp.com/attachments/557258763833180183/698459540433141760/unknown.png)
Başlık: Ynt: Manuel "Saint" Guarez
Gönderen: Rulaen - 12.04.2020 16:01
(https://www.upload.ee/image/11463799/lopezrip1.png)
Başlık: Ynt: Manuel "Saint" Guarez
Gönderen: Rulaen - 12.04.2020 16:56
(https://www.upload.ee/image/11464227/tommygun1.png)
Başlık: Ynt: Manuel "Saint" Guarez
Gönderen: Rulaen - 13.04.2020 16:19
(https://www.upload.ee/image/11470300/tormentas.jpg)
Başlık: Ynt: Manuel "Saint" Guarez
Gönderen: Rulaen - 19.04.2020 17:58
Don't fuck with Saint: GösterGizle
(https://i.hizliresim.com/zHz65v.png
https://www.upload.ee/image/11513059/sa-mp-301_800x686.jpg)

(https://www.upload.ee/image/11515722/tehdit.png)
(https://media.discordapp.net/attachments/557258763833180183/701406085453578280/mar.png)
Başlık: Ynt: Manuel "Saint" Guarez
Gönderen: ByM1T2 - 19.04.2020 18:04
Senin ben kaytan bıyığını s
Başlık: Ynt: Manuel "Saint" Guarez
Gönderen: Rulaen - 21.04.2020 17:48
(https://www.upload.ee/image/11531783/policekillersaint.png)
Başlık: Ynt: Manuel "Saint" Guarez
Gönderen: Rulaen - 26.04.2020 13:43
k&a