Tommy, Mickey ile hapishanede görüşmesinin dönüşünde, yatağına uzanmış; soyunmayı bile akıl edemeden uyuyup kalmıştı.Görüşmede Michael ona Vanessa'nın bir hain olduğunu ve ailenin sırlarını kayıt altına aldığını söylemişti. Sabah saat onda, Tommy'nin odasına giren Maria:
-Hâlâ uyuyor... diye mırılkandı.
Hizmetçi kız, özenle hazırladığı kahvaltıyı getirmişti.
-Bay Costello, kahvaltınız hazır efendim.
Tommy güçlükle gözlerini açtı ve hiç cevap vermedi.
-Çay ister misiniz? dedi Maria.
Tommy, duvardan yana dönüp tekrar gözlerini kapattı.
Maria:
-Bu adam gerçekten hasta... diye sessizce söylendi.
Bir müddet onun başı ucunda bekledikten sonra çıkıp gitti. Saat ikide, elinde bir çorba tası ile tekrar geldi. Tommy hâlâ uyuyordu. Kahvaltı koyduğu gibi duruyordu. Tommy'ye acıyarak baktı. Onu uyandırmak için yüksek bir ses tonuyla konuştu:
-Kalkın bay Costello, Ölüm uykusuna mı yattınız?
Tommy güçlükle doğrulup oturdu. Kızın yüzüne baktı; ama bir şey söylemedi.
Maria: İyi misiniz? diye sordu.
Yine cevap alamadı.
-Bak size çorba getirdim. Daha evvel getirdiğim kahvaltıya hiç dokunmamışsınız... Uyku ile karın doymaz ki, bir şeyler yemelisiniz, çıkıp temiz hava almalısınız.
Tommy zayıf bir sesle:
Sağol Maria... dedi, çok iyi bir insansın... Şimdi lütfen beni yalnız bırak. Biraz sonra belki yerim...
Maria biraz durdu. Bir şeyler söyleyecek oldu; ama sonra vazgeçti. Başını, hiçbir şey anlamadığını ifade eder bir tarzda, salladı. Çıkıp gitti.
Tommy, bir müddet Maria'nın getirdiği yiyeceklere baktı.Kaşığa uzandı.Aç olduğu halde, ancak üç beş kaşık yiyebildi.
Tekrar yatağına uzandı; fakat bu sefer uyuyamadı. Yüzü yastığa gömülü, gözleri açık; derin hülyalara daldı Mısır veya sahra çölünde yürüyordu. Fakat her tarafı ağaçlık ve bahçelikti. Şırıl şırıl sular akıyordu. Bir kervan mola vermiş; yolcular yemek yiyordu. Herkes yemek yerken, o devamlı su içiyordu. Bu öyle güzel bir su idi ki, içtikçe yüreği ferahlıyordu... Daha buna benzer tuhaf hülyalar kurdu. Bunlar, hülyadan ziyade, açık gözle görülen birtakım rüyalardı.. İnsanın kendi kendine yabancılaştığı; iradesi elinden çıktığı ve derin bir ruh çöküntüsüne uğradığı zamanlar, işte böyle olurdu.
Aradan ne kadar zaman geçti, bilinmez. Tommy, alarmın çalması ile kendine geldi; ama saatin kaç olduğuna bakmamıştı...
Birden ürpererek yataktan fırladı. Yapacağı o korkunç işi hatırladı. Merdivenin başına gidip aşağıyı dinledi. Çıt yoktu. Sanki bütün ev ahalisi uykuya yatmıştı. İşte o zaman, nasıl olup da kaygısız bir şekilde, bütün gece ve bütün gün uyuyabildiğine şaşırdı...Gerçi yapılacak fazla bir hazırlık yoktu, Fakat, acaba, saat kaçtı? Belki de altı olmuştu. Yüreği hızlı hızlı çarpıyor, nefesi daralıyordu. "Ya saat altı değil de yedi ise?.."
Saatin altı olduğunu kabul ederek işe başladı. Neden böyle düşündüğünü kendisi de bilmiyordu Sanki biri ona ne yapması gerektiğini fısıldıyor gibi, mekanik bir şekilde hareket ediyordu. Yastığın altına elini sokup bir paket çıkardı. Çok önceden paketleyip hazır ettiği bu nesne, düzgünce hazırlanmış kalın bir kitaptan başka bir şey değildi. Kadına istediği bilgi diye verecekti. O paketi açmakla meşgulken, bıçağı çıkarıp işini bitirecekti...
Tommy, paketi eline aldığı bir sırada, aşağıdan birinin bağırdığını duydu:
- " Saat altıyı geçiyor!"
Bu, bahçıvan ile çene çalmaya giden Maria'nın sesiydi. Hemen her akşam adamın kulübesine çay içmeye gider; giderken de kapıyı açık bırakırdı. Bu yüzden, Michael'dan sık sık azar işitirdi. Yine de huyundan vazgeçmezdi. Maria gittiğine göre; mutfağa girmek, oradan bıçağı almak çok kolay olacaktı. Planın ağırlık noktası "bıçak" idi o da mutfakta bulunuyordu. Tommy bu işi gizli tutmak istediği için kendi silahını kullanamazdı.Böyle olduğu halde, bıçağı alamamak gibi bir aksiliği nasıl hesaba katmamıştı? Aslında, planın bütünü böyle idi... Sanki her şeyin mükemmel yürüyeceğine inanmış gibi, tâ baştan beri teferruatla asla meşgul olmamıştı. Zaten oturup mükemmel bir plan yapmaya kalksaydı; bu işi asla başaramayacağını anlayacak ve vazgeçecekti... Teferruatı olayın akışına bırakacak, hadise sırasında ne gerekirse öyle yapacaktı. Gerçeği söylemek gerekirse, kuzeninin adamlarının konuşmasını dinledikten sonra, sanki biri ona ne yapacağını fısıldıyor; o da yerine getiriyordu... Adeta, bir makinaya paçasını kaptırmış; çarklar onu kendine doğru çekiyordu. Paltosunu üzerine giydi, Paketini çantasına koydu. Odadan çıktı. Merdivenin başında durup bir kere daha aşağıyı dinledi.Ses seda yoktu.Merdivenleri inip aşağı kata ulaştı. Mutfağa doğru yürüdü. Fakat, aman Tanrım, o da nesi? Mutfağın kapısı ardına kadar açıktı. Maria, bir köylü şarkısı mırıldanarak, bulaşık yıkıyordu...
"Bu kız ne zaman geri döndü" diye geçirdi içinden. Aynı anda sinirleri öylesine gerildi ki, olduğu yerde çivilendi kaldı. Maria'nın dikkatini çekmemek için sokak kapısına doğru yürümeyi saçma buluyordu. Tekrar odasına dönmeyi ise hiç istemiyordu. Etrafına bakındı, kimseler yoktu. Maria, arkası dönük olduğu için, onu henüz fark etmemişti. Birden gözleri bahçıvan kulübesinin önünde kapısına takıldı. Kapı aralık bırakmıştı!.. Derhal bahçıvan kulübesine doğru yürüdü. Kulübenin kapısını aralayıp yavaşça içeriye seslendi. Cevap veren olmadı.
-Bahçıvan dışarı çıkmış galiba... diye düşündü.
Vakit geçirmeden içeri girdi ve mutfakta bulunan baltayı tezgahın üzerinden aldı. Paltosunu üzerinden çıkartarak baltayı paltosu ile sakladı. Etrafına son bir defa baktı. Her taraf sessizdi ve onu gören olmamıştı. Bahçenin arka kapısından çıkıp gitti.Yolda yürürken, şüphe çekmemek için, acele etmeden, yavaş yavaş adım atıyordu. Sinir ve korku halinden eser kalmamıştı. Bu son rastlantı onu cesaretlendirmişti. Sanki, cinayet işlemeye giden değil de, gezintiye çıkmış bir adam hali vardı üzerinde. Buna kendisi de şaşıyordu... Halbuki, bu işin planını kurduğu sıralarda, işe başlayınca çok korkacağını, elinin ayağının birbirine dolaşacağını düşünmüştü. Fakat hiç de öyle olmamıştı. Glen parktan geçerken meydanlara yüksek fıskiyeler yapıldığı taktirde havanın serinleyeceğini ve insanların rahat edeceğini düşünüyordu. Hatta şu yazlık bahçe, uzatılsa ne iyi olurdu.Böyle gördüğü her şeyle ilgilenmesi elbette normal değildi. Fakat, şu anda, neyin normal neyin anormal olduğunu düşünecek halde değildi. İdam sehpasına götürülen bir mahkumun ruh halini yaşıyordu. Eve yaklaşınca, telefonunu kontrol etmek istedi ancak yanına almamıştı.
- Aman tanrım! Saat şimdi yedi buçuk olmuş mudur ? diye inledi.
Sonra, "Hayır" dedi, " ya saat altı buçuktur, ya da bir saat geridir"... Bu teselli ile evin sokak kapısına yaklaştı. Tam o sırada, bir araba kapıdan içeri girdi. Tommy, bu fırsatı değerlendirdi. Arabayı kendine siper ederek, yanı sıra yürüdü. Evin önüne gelince sağa sapıp, servis merdivenine açılan küçük kapıya doğru ilerledi. Kapının önüne gelince, baltasını yokladı. Aynı anda yüreği hızla çarpmaya başladı. Birkaç adımda bir durup etrafı dinleyerek merdivenleri tırmandı. Bu saatte merdivenler tenha idi ve bütün kapılar da kapatılmış, kilitlenmişti. İkinci kata gelince, bir dairenin kapısının açık olduğunu gördü. İçeride işçiler çalışıyordu. Adamlar işe dalmış, dışarıyla hiç ilgilenmiyorlardı. Sessizce merdivenleri çıkmaya devam etti. Üçüncü kattaki ön dairenin yani tam kadının üstünde oturduğu dairenin, camında perde yoktu. Kapıdaki isimlik de sökülmüştü. " Taşınmışlar" diye geçirdi içinden. Birincisi yani işçilerin çalışıyor olması aksilikti; ama bu dairenin boş olması iyiydi. Kadın karşı koyacak veya bağıracak olursa gürültüsü duyulmazdı. İşte dördüncü kat ve işte kadının kapısı!... İçeriyi dinlemek için nefesini kesti. Çıt çıkmıyordu. İçeride bir ölü sessizliği hakimdi. bıçağını bir kere daha yokladı. Kapıyı vurmadan önce derin bir nefes aldı:
- Acaba yüzüm sararmış mıdır? Heyecanlı mıyım? Vanessa şeytan gibidir... Sesimin titrediğini hissederse, asla kapıyı açmaz. Bu saatte misafirliğe gelinir mi ? "Git, yarın gündüz gözüyle gel"der... Acaba biraz daha beklesem mi? Heyecanım geçinceye kadar...
Yüreğinin çarpıntısı yavaşlayacağı yerde, gittikçe hızlanıyordu.Birden kararını verdi. Kapının ziline bastı. Bir dakika kadar bekledi... Sonra bir daha bastı. İçeride aynı ölü sessizliği. Cevap veren yok... Üçüncü defa çalmanın bir faydası olmazdı. Bekledi... Nefesini kesip kulağını kapıya dayadı. Duyguları öylesine hassaslaşmıştı ki, sanki kapının gerisin de biri kulağını dayamış dışarısını dinliyordu... Sonra tokmağa bir el dokundu; ama tokmağı vurmadı.
Tommy'nin birden kafası işlemeye başladı. Saklandığını belli etmemeliydi. Kapının önünde gezindi ve sesli şekilde mırıldandı: " Bu saatte Vanessa evde olmalı... Acaba uyuyor mu ? Ne yapsam; yarın mı gelsem?.."
Plan işe yaramıştı. Yarım dakika sonra kapı açılmıştı. Tommy, nasıl olup da böyle bir zamanda mükemmel düşünebildiğine hayret etti. Kapı, her zamanki gibi, çok az aralandı. İçeriden, kedi gözüne benzer, iki keskin göz ışıldadı. Tommy, kadına cesaret vermek için, sesini elinden geldiği kadar yumuşatarak:
-İyi akşamlar Vanessa! dedi, sana kıymetli bir bilgi getirdim. Beni tanıdınız sanırım... Daha önce iki defa görüşmüştük.Tommy'yim ben... Mickey Costello'nun kuzeni.. Hani geçen gün, kıymetli bir bilgi getireceğimi söylemiştim ya.. İşte getirdim....
Kadın hâlâ kapıyı açıp açmamakta tereddüt ediyordu. Tommy, onun kapıyı kapatmasına engel olmak için, ayağını eşikten içeriye attı.
-Hadi Vanessa! Ne diye beni tanımamış gibi davranıyorsun? Şu mektuplara bir bak.
Kadının cevap vermesini beklemeden, eliyle kapıyı itip içeri girdi. Paketi kadına uzattı:
-Al işte mektuplar.. Mickey Costello senin için yazdı bunları...
Kadın nihayet konuştu, kızgın bir sesle:
-Ne oluyor size? Gecenin bu saatinde ne diye beni rahatsız ediyorsunuz? Yarını bekleyemediniz mi ?
Tommy kapıyı kapattı:
-Yapma, Vanessa! Bilirsin, açlık ve borçlu beklemez.. Acele olarak bunları sana teslim etmeliyim...
Kadın elini uzattı, paketi aldı:
-Sizin elleriniz titriyor!... Yüzünüz de sararmış... Yoksa hasta mısınız?..
Tommy kısık bir sesle:
-Evet! dedi, günlerce bu kadar sıkıntı yaşarsan, sararırsın!..
Kadın bu sözlere inanmış göründü. Elindekini göstererek:
-Nedir, bu ?
-Dedim ya.. Bir kaç mektup.. Çok önemli bilgiler içeriyor...
-Ne diye, böyle sarıp sarmalamışsın?
Kadın, paketi açıp içindekine bakmak için, arkasını dönüp pencereye doğru yürüdü.
Tam zamanıydı. Vakit kaybetmeye gelmezdi. Tommy, sol elini paltosunun altına götürdü ve baltasını sapından tuttu.
Kadın paketi çözmeye uğraşıyor; bir yandan da söyleniyordu:
-Bu kadar sarıp sarmalayacak ne var, be Tommy?
Sonra, tehlikeyi sezmiş gibi, başını çevirdi. Aynı anda balta havaya kalktı. Fakat hemen inmedi... Tommy bir anda bütün kanının çekildiğini ve kollarının uyuştuğunu hissetti.Baltayı neredeyse taşıyamayacak, düşürecekti... Bu hal, ancak bir iki saniye sürdü. Sonra balta hızla kadının tepesine indi. Kadın hafif bir çığlık atarak yere düştü. Her zaman olduğu gibi saçları taranmamıştı ve dağınıktı. Baltayı havada gördüğü zaman, dehşet ve korkudan gözleri irileşmiş, elleriyle başını korumak istemiş;fakat buna vakit bulamamıştı. Kadının yerde debelendiğini gören Tommy, bütün gücüyle, birkaç defa daha baltayı kadının başına doğru savurdu. Etraf kan gölüne dönmüştü. Artık hareket etmediğinden emin olunca, baltayı yere bıraktı. Kadının üzerine eğildi. O kadar soğuk kanlı hareket ediyor ve öylesine tedbirli davranıyordu ki, sonraları bunu hatırlayarak kendisi de şaşırmıştı... Baltayı yere koyarken, kanlara bulaşmayacak şekilde biraz uzağa koymayı ihmal etmedi. Kadının üzerine eğilirken de aynı dikkati gösterdi.Elini anahtar cebine sokarak bir tomar anahtar çıkardı. Anahtarlar eskisi gibi çelik bir halkaya dizilmişti.Elinde anahtar tomarı olduğu halde, kayıtların bulunduğu odaya koştu. Kapıya uygun anahtarı bulmaya çalışırken anahtarların çıkardığı madeni sesten rahatsız oldu. Vücudunu bir ürperme sardı. O anda her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Fakat bu duygu çok kısa sürdü. Yerini başka bir duygu, daha doğrusu başka bir korku aldı. Ona öyle geldi ki, Vanessa hâlâ yaşıyor ve kalkıp bağırarak apartmanı ayağa kaldıracaktı.Hızlıca içeriye doğru koşarak baltayı bıraktığı yerden aldı ardından baltayı havaya kaldırdı. O anda kadının yuvalarından fırlamış gözleri dikkatini çekti. Hareketsiz ve yüzü çarpılmış bir halde yatıyordu. Başı, alnının ortasına kadar ikiye ayrılmış; bir tarafı da iyice ezilmişti...
Artık şüphesi kalmamıştı; kadın tamamen ölmüştü. Baltayı indirdi. Tekrar kayıtların bulunduğu odaya döndü. Anahtarları almak üzere iken, elinde balta ile birlikte geldiğini fark etti:
-Aman Tanrım! Yoksa ben çıldırıyor muyum?
Baltayı dolabın yanına koydu. Anahtarları yeniden denemeye başladı; fakat hiçbiri çekmecenin kilidine uymuyordu. Birden dişli ve diğerlerinden büyük bir anahtar bulunduğunu gördü.
-Kasanın anahtarı bu olmalı... diye düşündü; ama kasa nerede?
Böyle insanların rahat uyuyabilmek için değerli eşyalarını yatak altlarında sakladığını hatırladı.
-Kasa da karyolanın altında olmalı... dedi içinden.
Karyolanın yanına gelip yere çömeldi; elini ileriye doğru uzattı. Yanılmamıştı. Eli bir sandığa değmişti. Kulpundan tutup çekti. Kapağı kubbeli ve kenarları çelik çivilerle çevrili, kırmızı maroken kaplı, sağlam bir sandıktı bu. Kilidi de dişli idi.
-Demek çıldırmamışım... Kafam hâlâ çalışıyor.. diye sevindi.
Dişli anahtarı sandığın kilidine soktu; çevirip açtı. Kapağı kaldırdı. En üstte, beyaz bir örtüye sarılı, siyah renkli bir ceket bulunuyordu. Onun altında bir
gömlek çıktı. Sonra bir kazak.. Dosya ve kayıtlar yerine, eski püskü kıyafetleri görünce kan beynine sıçradı.. Kıyafetleri, çaputları dışarı çıkarıp sandığın dibine ulaştı. Kırmızı, siyah, mavi renkte birbirlerinden rahatlıkta ayırt edilecek şekilde hazırlanmış dosyalar ve bu dosyaların üstlerinde duran iki adet flash bellek buldu. Eline geçirdiğini incelemeye başladı fakat hepsini incelemeye fırsat bulamadı. Birden, kadının ölüsünün yattığı odadan bir ses geldiğini duydu. Nefesini kesip dinledi. Sanki birisi geziniyordu. Gerçekten biri mi vardı; yoksa ona mı öyle geliyordu? Tekrar dikkat kesilip dinledi. Bir ölü gibi sessiz bekledi.Fakat çıt çıkmıyordu.Derken hafif bir çığlık duyuldu. Sonra yine aynı sessizlik... Tommy, baltayı kaptığı gibi, kadının bulunduğu odaya fırladı. Bir anda Chole ile göz göze geldi. Kızcağız, elinde kocaman bir kutu , ablasının ölüsü başında, öylece kalakalmıştı. Yüzü bembeyazdı. Tommy'yi görünce dudakları gerildi; tir tir titremeye başladı. Ağzını açmak ve bağırmak istedi; fakat değil bağırmak, nefes almakta bile zorluk çekiyordu. Katil, hiç düşünmeden baltayı kaldırdı. Chole kendisini korumak için kutuyu fırlatarak, silahını almaya çalıştı. Öylesine korkmuş, öylesine şaşkındı ki, balta tepesine doğru inerken, refleks olarak sadece gözlerini kapatabildi... Hareketsiz durması baltanın tam hedefini bulmasını kolaylaştırdı. Zavallı, hızlı bir şekilde yere yıkıldı.Hiç hesapta olmayan bu ikinci cinayet, Tommy'nin planını alt üst etti. Büyük bir korkuya kapıldı. Dosyaları ve bellekleri ele geçirmeyi unutmuş, bir an önce buradan kaçıp kurtulmayı düşünüyordu... Baltası hâlâ elinde idi. Kaçmak için yeterli zamanı olup olmadığını düşünmeden mutfağa gitti. Tezgahın önünde içi su dolu bir kova gördü. Baltanın ağzını ve sapını su ile yıkadı. Bıçağı bir kenara koyup ellerini yıkadı. Tezgahın üzerinde kırık bir sabun parçası duruyordu. Sabunu aldı; ellerini sabunladı. Sabunlu elleriyle ayakkabısına, pantolonuna ve kollarına bulaşan kan lekelerini sildi. Pencerenin kenarına gidip, ışıkta üstünü başını kontrol etti. Paltosunun ucunda ve ayakkabılarının yanlarında hâlâ bazı kan izleri vardı. Geri dönüp bunları iyice temizledi. İpte kurumaya bırakılmış bez parçalarını aldı. Ayakkabılarını ve baltayı bunlarla güzelce kuruladı. Baltayı ışıkta kontrol etti. Üzerinde hiçbir kan izi kalmamıştı. Sadece sapı biraz nemli idi... Bütün bunlar, normal bir insanın yapacağı şeyler değildi. Cinayet yerinde, bir saniye bile beklemek onu ele vermeye yetebilirdi.Birden kendine gelir gibi oldu:
-Aman tanrım! Ben ne yapıyorum? Kaçmalı! Kaçmalı! diye inledi. Kapıya yöneldi. " O da ne?" İçeri girmek için zilin çaldığı kapı açıktı. Yarıya kadar açık, öylece duruyordu...
Çıldıracak gibi oldu. Kapıya doğru atıldı. Kapattı ve derhal arkadan kilitledi...Birden çaresizliğine ve ahmaklığına kızdı:
-Ben ne yapıyorum? Kendi kedimi kapana kilitliyorum!...
Kilidi gerisin geri çekip, kapıyı açtı. Merdivenleri dinledi.Aşağıda, muhtemelen ana kapının avluya bakan tarafında, iki kişi bağıra bağıra tartışıyorlardı.
-Kim bunlar? diye homurdandı Tommy ve beklemeye başladı.
Çok geçmeden kavgacıların sesi kesildi.
-Gittiler galiba...
Tam merdivenlerden inmek üzere iken, bir kat aşağıda biri şarkı söyleyerek aşağı inmeye başladı.
-Kahretsin, ahmak herif! Şarkı söyleyecek başka yer bulamadın mı?
Kapıyı kapattı ve dosyalara tekrar göz atarak içlerinden Costello adına olan dosyayı ve flash bellekleri aldı. Yüreği gittikçe hızlı atıyor, nefesi daralıyordu.
-Ah! Acaba buradan kurtulabilecek miyim?
Derken, dış kapının kapandığı işitildi. O da gitmişti. Tekrar etraf sessizliğe büründü.
-Tam zamanıdır... Kaçmalıyım... Kaçıp kurtulmalıyım...
Kapıyı açtı, aşağıyı son bir defa daha dinledi. Ayağını dışarı atarak hızlı bir şekilde merdivenlerden aşağıya doğru inmeye başladı.Avluya çıkınca etrafına baktı. Kimsecikler yoktu. Hızla kapıdan çıkıp, sokağa fırladı. Birkaç adım sonra sola saptı. Yorulduğundan değil, korku ve heyecandan nefes nefese kalmıştı. Koşacak gücü kendinde bulamıyordu:
-Bir kapı aralığına veya bir duvar dibine sığınsam mı acaba?
Sonra:
-Hayır!Dedi.
-Baltayı bir kenara fırlatıp suç aletinden kurtulsam?
-Hayır, başımı belaya sokmuş olurum... dedi.
Aynı anda, baltayı paltosunun altına saklayıp yürümeye devam etti.
-Taksiye binsem, eve daha çabuk varırım...
Kendi kendine kızdı:
-Ne aptalca bir düşünce!
Yüzünden ter boşanıyordu, gömleği sırıl sıklam olmuştu.Zoraki adım atıyordu.
Kanalı geçerken iki kişiyle karşılaştı.Adamlar onu birbirine göstererek:
-Adama bak amma da içmiş! dediler...
Tanıdık kimselere rastlamamak için evine başka bir yoldan gitmeyi, her nasılsa akıl edebildi. Çok yorgun ve bitkin olduğu halde, bir kaviz çizerek, arka yollardan eve ulaştı.
"Tommy'nin Michael Costello'nun metresini öldürüş hikayesi - 10 Nisan 2020"