Konu: | Julya & Irina Yalenchka |  (Okunma sayısı 17011 defa)

0 Üye0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

BiA

*
v2 Oyuncusu 2022 Yılbaşında OyundaydıSelf Control Güncellemesinde Oyundaydı
#280 - 12.07.2022 03:43
Anasayfa                        Haberler                        İş Başvuruları                        Programlar                        Reklamlar



1. Jordan ve Kılıç Ustası


NFL’den emekli olmasının ardından Bill Glass, hapishanelere yoğunlaşan bir araştırma yapmaya başladı. 1982 yılında North Carolina’daki bir hapishaneye ziyaret planlamıştı ve yanında çevrede ismi olan bir oyuncu istiyordu. Bu hafta yapılan bir telefon konuşmasında özellikle UNC’den Sam Perkins’i istediğini hatırladı.

Onun yerine Jordan geldi.

Dean Smith, Glass’a “Müsait olan ismi büyük bir oyuncumuz yok ancak iyi şeyler vaadeden bir potansiyelimiz var.” demişti.

Ziyaretin zamanı geldiğinde Jordan, 1982 NCAA finalinde maçı kazandıran basketi atarak isim yapmayı başarmıştı.

Fakat Glass’ın mahkumları doğruya yönlendirme çabaları esnasında yardımına koştuğunda az daha kariyerini başlamadan bitirecek tehlikeli bir işin parçası oldu.

Jordan’ın midesine bir karpuz yerleştirildi. Gözleri bağlı bir kılıç ustası hedef aldı, hızlı kılıcını savurdu ve karpuzu bir nebze olsun kesmeyi başardı. Henüz işi bitmemişti, bu yüzden kılıç ustası kılıcını bir kez daha savurdu. Biraz ileriye gitmişti.

“Kılıç Michael’a geldi fakat derinden kesmedi. Michael’ı hastaneye yolladık ve orada tedavi gördü, dikişleri atıldı.” diyor Glass.

Bir kriz önlenmişti.

“Yıllar boyunca bizimle arkadaş kalmaya devam etti fakat bir daha asla geri gelmedi.” diyor şimdilerde 84 yaşında olan Glass.

2. Michael Jordan, Olive Garden’ı Neden Aradı?



Brad Sellers, 1986 NBA draftının ilk turunda Chicago Bulls tarafından seçildikten sonra Jerry Krause, kendisine NBA’in ilk 2.13 metre boyundaki 3 numarası olacağını söylemişti.

Fakat bir sonraki senenin ilk turundan seçilen Scottie Pippen ve Horace Grant’in varlığı, Sellers’ın dakikalarına ket vurdu. Sellers, rotasyondaki fazlalık olduğunu fark ettiğinde Chicago’dan ayrılmaya karar verdi ve Jordan’ı kendisine yardım edecek kişi olarak belirledi.

“MJ’ye ‘Benim için işlerin burada yürümeyeceğini onlara söylemelisin’ dedim.” diyor Sellers.

Jordan, “Bunu gerçekten benim yapmamı mı istiyorsun?” diye sorduğunda Sellers, “Kesinlikle.” diye yanıtlamıştı.

Jordan da yapacağını söyledi.

Bir sonraki gün Jordan, Olive Garden’da tavuk parmesan tabağının keyfini çıkaran Sellers’ın nerede olduğunu öğrenip restoranın yöneticisini aradı.

Telefonu Sellers eline aldığında Jordan ona “Seni yarın Seattle’a takaslayacaklar. İyi şanslar B.” diyordu.
Sellers, Minnesota Timberwolves‘un yolunu tutmadan önce Seattle SuperSonics ile yarım sezon geçirdi.

“Seattle’a geldiğimde ‘Ben ne halt yedim?’ diye düşünmüştüm. Genç ve aptaldım.” diyor 2011 yılından beri memleketi Warrensville Heights’ta belediye başkanlığı yapan Sellers.

Sellers, tam da Bulls‘ın hanedanlığının başladığı 1991 yılında ise Detroit Pistons‘ın yolunu tuttu.

3. MJ’in Tarzı Nasıl Oluşturuldu?


Tıpkı rekabetçi ruhunda olduğu gibi Jordan’ın takım elbiseleriyle de yarışılması imkansızdı. Bu elbilesel, Chicago’daki lüks bir İtalyan markası Burdi Clothing tarafından tasarlanıyordu.

“Jordan başlarda bizden kazak, gömlek gibi daha spor şeyler alırdı. Bir süre bizden alışveriş yaptıktan sonra babama (Markanın orijinal sahibi Alfonso Burdi) gelip geleneksel bir takım elbise için ölçü almasını söyledim.” diyor markanın güncel sahibi Rino Burdi.

Jordan, tutucuydu. Bu yüzden de o güne kadarki takım elbise deneyimleri başarısız olmuştu.

Fakat Burdis, Jordan’ın giymekten keyif aldığı şekilde ölçüler aldı ve bir sonraki gelişi için bir deneme ayarladı.

“Beklentisi yüksek değildi, yine de denemek için soyunma odasına gitti. Çıktığında adeta aşık olmuştu…

Onun istediği gibi daha konik ve sıkı bir takım elbise tasarlamaya çalıştık fakat o, orijinal ölçüleri geri istedi. Böylece tarzı da oluşmuş oldu.” diyor Burdi.

Jordan, daha büyük ve gereğinden fazla uzun bir ceket istiyordu çünkü ceketlerin çok kısa olduğuna inanıyor, sürekli aşağıya çekiştirmek zorunda kalıyordu. Ayrıca ince bacaklarına oranla çok büyük olan ayakkabılarını gizlemek için bacakları geniş bir pantolon istemişti.

“Müdavim bir müşteri haline geldikten sonra tamamen işbirliği yapmaya başladık. Açık renkleri, eğlenceli ve çılgın desenleri seviyordu. Bunlar sadece kıyafet değildi, onun kimliğini oluşturuyordu.” diyor Jordan’ın giyimini baştan aşağıya tasarlayan Burdi.

4. Jordan’ın Bowling Topunu Sanki Bir Meyve Tutuyormuş Gibi Kavradığı Gün…





Rex Chapman ile Jordan’ın hukuku ileride Kentucky’de forma giyecek olan guard’ın, UNC’ye dahil olduğu 1984 yılına dayanıyor. 1996 yılında ise Chapman, Miami Heat’in Bulls’u devirdiği maçta 39 sayıyla o tarihteki kariyer rekorunu kırmıştı. Bulls’un o sezon sadece 10 maç kaybettiğini hatırlatırız.

Bundan birkaç hafta sonra Heat, Chicago’ya geldi. Hava atışı yapıldığı anda Jordan, dirseğiyle Chapman’ın göğsüne bir darbe indirdi.

“Oh, bu gece böyle mi olacak’ diye geçirmiştim içimden. Evet, tam da bu şekilde oldu.” diyor Chapman.

Jordan, maçı 40 sayıyla tamamladı.

Şu anda sosyal medyanın ünlü insanlarından biri olan Chapman’a göre Jordan’ın bu performansında yeterince hakkı verilmeyen yardımcıları vardı: İnanılmaz derecede büyük elleri.

“Elleri çok büyük. Tıpkı Dr. J’in, Kawhi Leonard’ın elleri gibi. Bu insanlar gerçekten farklı.” diyor Chapman.

Chapman, Jordan ve birkaç arkadaşıyla beraber bowling oynamaya gittikleri günü hatırlıyor. O gün Jordan, parmaklarını deliklere yerleştirmeden topu tutup fırlatmayı tercih etmişti.

“Yedi kiloluk topu sanki meyve tutarmış gibi kavradı.” diyor Chapman.

5. “Sen, beni izleyerek büyüdün; ben, seni izleyerek büyümedim”



Chicago’nun kuzeyinde büyüyen Vincent Yarbrough; küçükken Jordan’ın postlerlerini odasına asar, ayakkabılarını giyerdi ve altı şampiyonluğun hepsini adım adım takip etmişti. “Televizyonda Bulls maçı açıksa konuşmanız yasaktı.” diyor Yarbrough.

2002’de Denver Nuggets tarafından ikinci turdan seçilip NBA’e giriş yaptıktan sonra Yarbrough, takviminde 20 Ocak 2003 tarihini yuvarlak içine aldı: Jordanlı Washington ile oynayacaklardı.

Yarbrough ve bir diğer çaylak Junior Harrington, Jordan’ı görmek için erkenden salona gelmişti fakat güvenlik, Jordan’ın şut antrenmanı yaptığı kısmı çevreliyordu. Maç başladığında iki çaylak da idollerinin zor anlar yaşadığını görünce hayal kırıklığına uğradı.

“Kobe, o sezon bize karşı oynadığı maçlarda 44 sayı ortalama tutturmuştu, Tracy McGrady ise bize karşı 43 sayı atmıştı. Mike, o sezon emekli olacaktı. Bu yüzden de iyi oynamasını istiyorduk.” diyor Yarbrough. Jordan, ilk 14 şutunun sadece 5’inde isabet bulabildi ve Wizards, ağır şekilde mağluptu. “Ben ve Junior, onun damarına dokunmaya başladık. Her kaçırdığı şuttan sonra ‘Çöp!’ diye bağırıyorduk.” diyor Yarbrough.

Jordan, devre arasında ayakkabasını değiştirdi ve ikili, bunun bile lafını yapmıştı: “O çirkin ayakkabıları götür buradan!”

Jordan, sinirlendi.

“Orada dur bakalım seni küçük ş*refsiz. Sen, beni izleyerek büyüdün; ben, seni izleyerek büyümedim.”

Jordan, 25 sayısının 10’unu son çeyrekte buldu. Maçın kader anlarında üst üste dört basket attı. Maç bittikten sonra son söz, Jordan’ındı.

“Günün sonunda kazanmak, birçok insanın çenesini kapatabilir. Öne geçtiğimizde birçok ses ortadan kayboldu.” diyor Jordan.

Maçtan sonra soyunma odasında Jordan tişörtü giyen Yarbrough, yaptıklarından pişman değildi:

“Onun mükemmeliğinin ortaya çıkmasına sebep olduk.”

6. “Carolina’da senden önce o formayı giyen en son oyuncu bendim”


Ged Doughton, yıllar boyunca North Carolina’daki evinde 23 numaralı North Carolina Üniversitesi’ni sakladı. Bazı insanlar gelip “Neden Jordan’ın formasını elinde tutuyorsun?” diye soruyordu. “Benim hikayemi bilmiyorlar.” diyor Doughton.

Doughton, 1975 yılında North Carolina’dan basketbol oynaması için burs kazandı. Smith, kendisine kaç numaralı formayı istediğini söyledi. Doughton da halihazırda okul numarası olan 22’yi istedi ancak o numara, Dudley Bradley tarafından giyiliyordu.

“23’e ne dersin?” diye sordu Smith.

Doughton kabul etti.

O forma altında Doughton, üç sezon boyunca belli aralıklarla oynayarak 2.3 sayı ortalaması tutturdu. Son yılında da yedek oyun kurucu rolünde oynamaya devam etti. Bundan iki yıl sonra North Carolina için 23 numaralı formayı giyecek olan oyuncu Jordan olacaktı.

“İkimiz, Carolina basketbolu için bir kitabın başı ve sonu gibiyiz.” diyor Doughton, gülerek. “Carolina’da oynamış en iyi oyuncu o, ben ise muhtemelen en kötüsüyüm…

“Bu adamı tanıyorsun değil mi?” diye sordu Whitfield.

Jordan’ın kafası karışmış gibi gözüküyordu.

Doughton, “Senden önce Carolina için o formayı giyen son oyuncu benim.” dedi.

Jordan, birkaç dakika boyunca düşündü.

“İsmin Ged Doughton mıydı?” dedi sonra.

Haklı olduğunu öğrenince Jordan, ellerini birbirine vurdu, yerinden kalktı ve “Bulacağımı söylemiştim!” dedi.

7. Beyzbolda da Sarılmak Vardır 


Michael Jordan ile 1994 yılında Birmingham Barons’ta bir sezondan az bir süre boyunca takım arkadaşlığı yapan Scott Tedder, yine de kendisine dair birkaç anı biriktirmeyi başardı.

Bir hikaye beyzbol sopaları hakkında. Tedder, Chicago White Sox tarafından serbest bırakıldıktan hemen sonra Chicago Cubs’ın Orlando’daki takımıyla imzaladı. Hemen bir sonraki gün Barons ile Cubs karşılaşacaktı. Tedder, seyahate ekipmanlarını getirmemişti ancak sorun yoktu. “Antrenmandan sonra soyunma odasına bir baktım ki Michael Jordan, bana üç tane beyzbol sopası bırakmış.” diyor Tedder.

Bir de doğum günü hikayesi var. “Doğum günümden bir gün önce ertesi gün sabah 6’da kendisiyle lobide buluşmamı istedi. Arabaya bindik ve TPC Southwind’e giderek golf oynadık. Golften sonra beni Nike’ın deposuna götürdü ve doğum günüm için istediğimi almamı, sonra da onun hesabına yazdırmamı söyledi.” diyor Tedder.

Favori hikayesi ise şu: Tedder’a Non-Hodgkin lenfoma kanseri teşhisi konulduğunda Jordan da Washington Wizards ile NBA’deki son sezonunu geçiriyordu. Durumu öğrenen Jordan, Tedder’ı Atlanta’daki Wizards maçına davet etti. Tedder, Atlanta’ya gitti ve maçtan sonra soyunma odasına çağrıldı. “Michael’ı gördüm ve bana sarıldı. Benim ve ailemin iyi olduğundan emin olmak istiyordu.” diyor Tedder.
Tüm Hakları Saklıdır ©? Vice News, 2021
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


BiA

*
v2 Oyuncusu 2022 Yılbaşında OyundaydıSelf Control Güncellemesinde Oyundaydı
#281 - 12.07.2022 03:47
Anasayfa                        Haberler                        İş Başvuruları                        Programlar                        Reklamlar


Nostalji böyle bir şey. 2002 Dünya Basketbol Şampiyonası’nda ABD Milli Takımı’nın ilk 5’ini gösteren bu görsele baktığınızda geçmişin ne kadar b*ktan olduğunu fark ediyorsunuz.

2002’nin eylül ayının ilk günlerinde ABD Erkek Basketbol Takımı, basketbolun en büyük sahnelerinden birinde ulusal bir rezalete imza attı. Keşke sadece artık 37 yaşına gelmiş Reggie Miller ile ruhen 37 yaşında olan, beklentileri aşarak orada bulunan Andre Miller’ın yer aldığı ilk 5’ten bahsediyor olsaydım.

ABD Milli Takımı’nın uluslararası arenadaki 58 maçlık galibiyet serisi, Arjantin karşısında son bulmuştu. Sonraki gün çeyrek finalde Yugoslavya’ya da kaybederek madalya ihtimalini sıfırlayan ABD, beşincilik maçında da İspanya’ya mağlup oluyordu. ABD Milli Takımı, kendi topraklarında düzenlenen turnuvayı altıncı bitirmişti.

NBA, hala Bulls dominasyonun sonlanmasının ardından yaşanan sürece uyum sağlamakla meşguldü. Chicago Bulls‘un iki kez üst üste üç şampiyonluk yaşadığı 1990-1998 yılları arasında lig genelindeki sayı ortalaması 101.5’ti. 1998-2002 sezonları arasında bu ortalama 95 sayının altına düştü. Devam eden birkaç yılda ise bu ortalama daha da düştü.

2002 yılında ligin en yüksek tempoyla oynayan takımı 48 dakikada ortalama 98 pozisyon bulan Sacramento Kings‘ti. Bu rakam, 2016 yılında Kings‘i ancak 16. sıraya yerleştiriyordu. O zamanlar basketbol sahası resmen bir savaş alanıydı. Bunun sonuçlarını sonradan görüyoruz. Shaq, parmağından sıkıntı yaşamıştı; Jason Kidd, playofflar esnasında kasıklarından sakatlık yaşadı; Ray Allen’ın sol dizindeki tendonları sıkıntılıydı… Kobe Bryant, Tim Tuncan, Kevin Garnett gibi oyuncular ise dinlenmeyi tercih etmişti. Ülkenin en büyük yıldızları, milli takımda oynamak için ya çok fazla sağlık sorunu yaşıyordu ya da çok yorulmuştu. Bir araya ihtiyaçları vardı.

2002 Dünya Şampiyonası’nı hatırlamak için “geçmişini hatırlamayan toplumlar gelecekte aynısını yaşamaya mahkumdur” felsefesini uygulamak dışında hiçbir sebep yok. O turnuvadan aklımda kalan herhangi bir pozisyon değildi. Televizyonun önünde ayağa kalkıp “ŞU LANET SERBEST ATIŞLARINI AT PAUL PIERCE!” diye bağırışımdı.

Gerçekten de ABD Milli Takımı oynadığı dokuz maçta da rakibinden daha kötü serbest atış atmıştı. Klasman maçlarından birinde Porto Riko, çizgiden %56.5 ile isabet bulmasına rağmen yine ABD Milli Takımı’ndan daha iyi bir yüzde yakalamayı başarmıştı. Dokuz maç genelinde çizgiden %62.8 ile isabet bulan ABD’nin bu yüzdesi, Tristan Thompson’ın kariyer yüzdesiyle aynı. Kaybedilen maçlarda toplamda 16 sayı fark yiyen ABD, 71 serbest atıştan yararlanamadı.

Bu, turnuvadaki performansa bir bahane sunmuyor. ABD, serbest atış çizgisinden %25 daha iyi atsa bile 2002 yılında altın madalyayı kazanabilecek kadar iyi değildi. Kadroda hiç kimsede sorumluluk bilinci yoktu. Turnuvadan sonra “NBA’deki para ve açgözlülük… Bu, bizim rekabetçi ruhumuza zarar mı veriyor?” diye düşüncelere dalan George Karl dahil.

Tam saha baskı sırasında sanki karşılarında liseliler varmışçasına sahaya yansıyan kibirlerini görebiliyordunuz. Arkadan yapılan topsuz koşularda ve drive&kick oyunlarında defalarc kez yenik düştüler çünkü kafaları turnuvada değildi. Arjantin maçında gelen ilk mağlubiyetin ardından Manu Ginobili, bunun nasıl yaşandığını anlattı: “Birbirimizi tanıyoruz. Perdelerin nereden geleceğini, ne zaman topsuz koşu yapmamız gerektiğini biliyoruz. Belli ki ABD bilmiyordu.”. Bu sözler, hala Ginobili’nin hayatında söylediği en ağır sözler sıralamasında en üstlerde yer alıyor.

Fakat sonrasında adeta vazgeçilmiş kadroya baktığınızda, bitkin düşen yetenek havuzuna baktığınızda bu çöküşün zaten en olası senaryo olduğunu görüyorsunuz. Patronumuz, turnuva bittikten sonra daha güçlü bir takım hayal etti ancak bu olası senaryo da farklı değildi. Bu takımın merkez oyuncusu Paul Pierce’tı ve onun performansı, turnuvanın harika bir özetiydi: Harika bir skorer fakat fevri ve bencil. O zamanlar henüz 24 yaşındaydı, bir “kazanan” olarak anılmasına, NBA şampiyonu olmasına daha yıllar vardı. Peki ya diğerleri?

Takımın yetenek seviyesinin düşük olduğunu biliyordum. İkinci kez izlediğimde ise dünya şampiyonu olmaya çalışan kenar mahalle NBA yıldızlarının absürtlüğüyle karşılaşmaya hazır değildim. ABD, Arjantin’e karşı üçüncü çeyrekte 62-51 gerideyken FIBA yayını, üç pozisyonluk Andre Miller’ın tam da Andre Miller’lık orta mesafeler soktuğu bir sekansı yayınladı. İspanya’ya karşı oynanan beşincilik maçının üçüncü çeyreğinde ABD Milli Takımı’nın bulduğu 15 sayının sekizi Ben Wallace’tan gelmişti. Wallace, maçı 12 sayıyla bitirdi ki bu rakamı oynadığı 1.088 NBA normal sezonu maçının sadece 86’sında geçecekti.

2016’daki Rio, 2002’den beri en düşük yetenek seviyesi düşüşünün yaşandığı kadro ancak 2002’den beri 14 yıl geçti. Artık iyi oyuncu havuzu, o günlere nazaran çok daha geniş. NBA çok daha hızlı, çok daha geniş alanda, çok daha odaklı şekilde ve oyunun her alanının önem arz ettiği şekilde oynanıyor. 2002 ve 2004 yılında yaşanan rezaletler; uluslararası maçlarda birliğin, gelişimin ve sorumluluk almanın ön planda olduğu bir yeni bir sistem kurulmasına yol açtı. Bu da artık takımların asla geçmişte göründüğü kadar düzensiz görünmeyeceğini gösteriyor.

Artık Coach K’nin dayanılmaz saygınlık konuşmalarına maruz kalmak zorundayız ancak bu durum Larry Brown’ın bariz şekilde uyguladığı yaş faşizminden de, George Karl’ın suçu oyunculara atmasından da çok daha iyi. İşler, geçmişe göre tıkırında. Eğer 2002’de yaşanan rezaleti illa hatırlayacaksak, yeni bir düzen inşa etmemizi sağlayan orman yangını olarak hatırlamak en sağlıklısı.



Tüm Hakları Saklıdır ©? Vice News, 2021
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


BiA

*
v2 Oyuncusu 2022 Yılbaşında OyundaydıSelf Control Güncellemesinde Oyundaydı
#282 - 13.07.2022 15:49
Anasayfa                        Haberler                        İş Başvuruları                        Programlar                        Reklamlar



Yüzde Yüz Vice Rekorlar Kırmaya Devam Ediyor 
Yayımlanma: 12 TEMMUZ 2022, 03:14 SALI JULYA YALENCHKA TARAFINDAN

Vice şehrinin vazgeçilmezi haline gelen televizyon programı olan "Yüzde Yüz Vice" Julya Yalenchka önderliğinde faaliyetini sürdürüyor. Bu hafta ki programda  Yalenchka'nın konuğu ise Henry Dunkirk oldu! Yüzde Yüz Vice'ın asıl kurucusu olan ve belli bir zamandan sonra Florida'da bulunan işleyişlerinin tümünü bırakıp New York'da yaşamanı sürdüren, bir zamanların televizyonların yıldızı ve vazgeçilmezi haline gelen Henry Dunkirk, kameralara karşı açıklamalarda bulundu!





Geçtiğimiz bir ay öncesinde "Yüzde Yüz Vice"ın yayın haklarını Julya Yalenchka'ya verilmesinin ardından "Julya ile Sohbet" programında ki bütün isim haklarını ve formatını değiştirip yeni bir format ile birlikte "Yüzde Yüz Vice" adında kameraların karşısına çıkan Yalenchka. Vice şehrinin vazgeçilmezi haline gelmeye devam ediyor.





Programın ikinci yarısında gerçekleşen "Sor ve Cevapla" bölümünden ise beklenilmeyen ve şaşırtıcı cevaplar meydana geldi.

Yalenchka:
Spoiler: GösterGizle
Julya Yalenchka: Birinci sorumuz: Yüzde Yüz Vice'ın kuruluşunda yatan amaç nedir, Henry? Yüzde Yüz Vice neden kuruldu?

Dunkirk:
Spoiler: GösterGizle
Yüzde Yüz Vice'ın ilk bölümünü yaptığım zamanlar şehirdeki yayın kuruluşları, buna Vice News'te dahil hiç bu tarz veya emsal sayılabilecek bir konseptte programı yoktu. Late Night Chat'e biraz benziyordu sadece fakat aradaki fark o'nun bir radyo programı olmasıydı.
Ben ise o dönemlerde artık Vice News'te kendimi yeni yeni ispatlamaya başlamıştım ve bunun kariyerimde bu fikrin bana daha hızlı ivme kazandıracağını düşündüm nitekim yanılmamışım.
Fakat bir çok kişinin bildiğinin aksine Yüzde Yüz Vice'ın ilk bölümü aslında henüz stajyerlik dön ...
emimde yapıldı.
Ve o programda da konuk Pink Floyd grubunun solisti Roger Waters'tı.



Yalenchka:
Spoiler: GösterGizle
 "Yüzde Yüz Vice" programı faaliyete çok uzun zamandır devam ediyor. Hatta bir çok kişiye göre şehrin en iyi talkshow programı. Ama şu açık ve net ki; şehirde bu kadar fazla ilgi ve alaka gören bir talkshow programı bulunmuyor. Bu konuda rakipsiz denilebilir aslında. "Yüzde Yüz Vice" programı faaliyete geçtikten sonra hiç bir noktada "ben bıktım, bırakıyorum" dediğin bir an var mı? Varsa bize detaylıca anlatır mısın?

Dunkirk:
Spoiler: GösterGizle
Aslında bu pek olmadı çünkü bir şekilde programı hem benim açımdan hemde takipçileri açısından...
sürekli nasıl daha ilgi çekici ve insanların merak duygusunu nasıl beslerim diye düşünüp duruyordum.
Konuk aldığım veya gündemde olan kişilere herkesin en merak ettiği soruları nasıl usülünce sorabilirim? Veyahutta şehirde bir ünlü şarkıcı veya başka bir medyatik kişinin bir açıklaması, özel hayatıyla ilgili bir gelişme ya da çıkarttığı bir albüm, tekli veya konserle ilgili en kritik soruyu sorarken onu nasıl rahatsız etmem?
Genellikle kafam bu sorularla meşgul olduğu için sıkılmak için pek fırsatım olmuyordu anlayacağın ...





Yalenchka:
Spoiler: GösterGizle
 Henry, "Yüzde Yüz Vice" programında konuk olarak yer almanın ne faydası var? İnsanlar neden bu programa eşlik etmeli? Neden katılmalılar?
Onlara katkısı ne olacak? Bize kısaca belirtir misin?  Lütfen, dinleyicilerimiz ile paylaşır mısın?

Dunkirk:
Spoiler: GösterGizle
Yüzde Yüz Vice benim ünlü olmamdan ziyade şehirdeki tanınan ve tanınma yolunda ilerleyen sanatçıların çıktıkları, kendilerini ve projelerini tanıttıkları bir program. Dolayısıyla da bu binada ve bu stüdyoda olmaları PR için mükemmel bir fırsat.
Yüzde Yüz Vice programına katılıp kendi PR'ını yaptıktan sonra büyük bir üne kavuşan nice yıldız var.
Özellikle de bunlardan birisi çok ünlü bir isim.







Bizi ViceSocial'dan takip et!
           
EDITOR
J.Yalenchka
HABER
J.Yalenchka
KAMERA
J.Yalenchka

Tüm Hakları Saklıdır ©? Vice News, 2021
[/td][/tr][/table]
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


BiA

*
v2 Oyuncusu 2022 Yılbaşında OyundaydıSelf Control Güncellemesinde Oyundaydı
#283 - 13.07.2022 16:00
Anasayfa                        Haberler                        İş Başvuruları                        Programlar                        Reklamlar



Yunanistan basketbolu denince akla gelen iki kulüpten biri olan Olympiakos, uzun yıllar boyunca en rekabetçi seviyelerde mücadele etmeyi başararak Avrupa’nın simge kulüplerinden biri oldu. Kurduğu kaliteli kadroların yanı sıra ateşli taraftarlarıyla da adından söz ettiren Yunan devi, şüphesiz ki halen EuroLeague’in en önemli takımlarından biri.

Modern EuroLeague tarihinde 2, toplamda ise 3 Avrupa şampiyonluğu bulunan Olympiakos, şu sıralar kaliteli kadrosuyla en rekabetçi düzeyde mücadele etmeyi sürdürüyor olsa da 2000’li yılların ortalarında durum pek değildi.

EUROLEAGUE GAMECENTER TV BENİM TAKIMIMVİDEO GALERİ
HOME•TR (TURKİSH)•TURKİSH AİRLİNES EUROLEAGUE•
2011-12 Olympiakos: Umutların Tükendiği Anda Gelen Unutulmaz Zafer
13/TEM/22 13:42

Eurohoops Fırın, Olympiakos tarihinin en özel sezonlarından birine göz atıyor.


by Melikşah Bayrav / [email protected]

Yunanistan basketbolu denince akla gelen iki kulüpten biri olan Olympiakos, uzun yıllar boyunca en rekabetçi seviyelerde mücadele etmeyi başararak Avrupa’nın simge kulüplerinden biri oldu. Kurduğu kaliteli kadroların yanı sıra ateşli taraftarlarıyla da adından söz ettiren Yunan devi, şüphesiz ki halen EuroLeague’in en önemli takımlarından biri.

Modern EuroLeague tarihinde 2, toplamda ise 3 Avrupa şampiyonluğu bulunan Olympiakos, şu sıralar kaliteli kadrosuyla en rekabetçi düzeyde mücadele etmeyi sürdürüyor olsa da 2000’li yılların ortalarında durum pek değildi.

Kırmızı-beyazlıların ezeli rakibi Panathinaikos‘un efsanevi koç Zeljko Obradovic önderliğinde elde ettiği zaferlere uzun uzadıya değinmeye pek gerek yoktur sanıyorum. 2000’lerin başından itibaren 10 yıllık süreçte Avrupa basketbolunun en dominant takımlarından biri olan Panathinaikos, elde ettiği şampiyonluklarla da adeta kulüp tarihinin altın dönemini yaşıyordu.

Bu dönemde EuroLeague Final Four’undan uzak kalan Olympiakos, ezeli rakibinin başarılarını yalnızca izlemekle yetiniyordu. Modern EuroLeague’e geçişin ilk dönemlerinde sürekli Final Four’un kapısından dönen Yunan devi, 2003-04 sezonunun öncesinde çok ciddi ekonomik sorunlar yaşamaya başladı.

2 yıllık süreçte kadrosundaki tüm önemli ismlerle yolları ayırmak durumunda kalan kırmızı-beyazlı ekip, bu oyuncuların yerine gerekli takviyeleri de yapamayınca kulüp tarihinin en kötü sezonlarından ikisini geçirmek durumunda kaldı. Bu süreçte EuroLeague’de herhangi bir başarı elde edemeyen Yunan devi, yerel ligde de 8. sıradan öteye gidemedi.

Kabus gibi geçen yılların ardından yeniden bütçe arttırarak hedef büyüten Olympiakos, 2006-07 sezonuna girilirken Maccabi‘yle adeta EuroLeague’i domine eden İsrailli başantrenör Pini Gershon’u göreve getirerek taraftarlarını fazlasıyla heyecanlandırdı.

2006’dan 2010 yılına kadar kadrosuna Arvydas Macijauskas, Theo Papaloukas, Nicola Vujcic, Yotam Halperin, Ioannis Bourousis, Andrija Zizic, Milos Teodosic ve Josh Childress gibi birbirinden değerli yıldızları katmayı başaran Yunan devi, EuroLeague’de finale kadar yükselmesine rağmen bir türlü hayalini kurduğu şampiyonluğu elde edemedi.

Bu süreçte saydığımız yıldız isimler arasında en dikkat çekeni ise Josh Childress oldu. 2004 NBA Draft’ının 6. sırasından seçilen ve NBA’de geçirdiği yıllarda hiç de fena bir performans ortaya koymayan ABD’li yıldız, 2007 yazında Olympiakos ile sözleşme imzaladığında bu durum adeta şok etkisi yaratmıştı. 3 yıl, 20 Milyon Dolar gibi o dönem şartlarında devasa bir kontrata imza atan Childress, kendisinden Yunan devini Avrupa’nın zirvesine taşıması beklense de hiçbir zaman tam anlamıyla hedeflenen etkiyi yaratamadı ve 2 yılın ardından NBA’e geri döndü.

2010 yılında koç Panagiotis Giannakis’in önderliğinde EuroLeague finali oynayarak şampiyonluğun kıyısına kadar gelen kırmızı-beyazlı ekip, Xavi Pascual’in Barcelona’sına 68-86’lık skorla mağlup olarak ikincilikle yetinmek zorunda kalmıştı. Şampiyonluğa bu kadar yaklaşılmasının ardından Olympiakos’un hedef küçültmeye pek bir niyeti yoktu. Bunu da Avrupa basketbolu tarihinin belki de en sansasyonel hamlesine imza atarak fazlasıyla kanıtladılar.

Yunanistan basketbolunun o dönemler en gözde yıldızı olan Vassilis Spanoulis, kısa süreli NBA serüvenin ardından “yuvası” Panathinaikos’a geri dönerek adeta bıraktığı yerden Avrupa basketbolunu domine etmeyi sürdürmüştü.

Yüksek oyun zekasıyla, oyun kuruculuk yetenekleriyle, hem üstün skorer becerileriyle, iki tarafından da çembere atak edip sayı üretebilesiyle ve kritik anlarda asla sorumluluktan kaçmamasıyla Spanoulis, koç Zeljko Obradovic önderliğinde başarıdan başarıya koşan Panathinaikos’un en büyük yıldızıydı.

Takvimler 11 Temmuz 2010’u gösterdiğinde ise Yunanistan basketbolu, tarihinin açık ara en flaş transfer bombasıyla adeta sarsılıyordu. Kulübü Panathinaikos’la olan sözleşmesi sona eren süperyıldız Vassilis Spanoulis, yeşillilerin ezeli rakibi Olympiakos’la sözleşme imzalayarak tarihin en beklenmedik hamlelerinden birinin ana kahramanı oluyordu.

Milos Teodosic ve Vassilis Spanoulis gibi iki büyük yıldızı yan yana getirmeyi başaran kırmızı-beyazlı ekip, efsanevi koç Dusan Ivkovic’in yönetiminde sezona şampiyonluk parolasıyla başlıyordu. Normal sezon ve Son 16 turunda yer aldığı grupları beklendiği üzere lider tamamlayan Yunan devi, playoff etabında karşılaşacağı Montepaschi Siena’yı da geçerek adını Final Four’a yazdırma niyetindeydi. Sonuç ise hiç beklenildiği gibi olmadı.

Siena’ya karşı sahasında oynadığı ilk karşılaşmayı 89-41 gibi tarihe geçen bir skorla kazanan Olympiakos, daha ilk maçtan psikolojik üstünlüğü de ele geçirmiş gibiydi. Buna rağmen eşleşmenin devamında neredeyse kimsenin aklından dahi geçiremeyeceği şekilde İtalyan temsilcisi, oynanan üç müsabakadan da galip ayrılarak yılın en büyük sürprizlerinden birine imza attı.

Tüm kulvarlarda şampiyonluk hedefiyle başlanan sezonda Final Four biletini dahi alamayan kırmızı-beyazlı ekip, Yunanistan ligi finalinde de ezeli rakibi Panathinaikos’a 3-1’le şampiyonluğu kaptırınca kulüpte tam anlamıyla bir hayal kırıklığı yaşanıyordu. 2011-12 sezonu öncesinde ekonomik sorunların da etkisiyle bütçesini yarı yarıya azaltan Olympiakos, kadrosunda bulunan Milos Teodosic, Ioannis Bourousis, Rasho Nesterovic ve Theo Papaloukas gibi yıldızlarla da yollarını ayırdı.

Arka arkaya yıllarda yaşanan hayal kırıklıklarıyla çok istediği EuroLeague şampiyonluğuna bir türlü kavuşamayan Yunan devi,  2011-12 sezonu öncesinde hedef küçültmek durumunda kalmıştı. Yıllarca beklenen büyük zaferin belki de ümitlerin en çok azaldığı anda gelmesi, muhtemelen pek kimselerin tahmin edebileceği bir durum değildi.

Eurohoops Fırın, bugünkü serisinde Olympiakos’un tarihe geçen 2011-12 sezonunu inceliyor.

2011-12 Sezonu Olympiakos’u: Düşen Kalite, Yükselen Efor






Dibi gördükten sonra yeniden ayağa kalkarak en tepeyi hedefleyen Olympiakos için yaşanan büyük hayal kırıklıklarıyla baş etmek hiç kolay değildi. Üstüne üstlük yaşanan ekonomik sıkıntılarla bütçenin de önemli bir kesintiye uğraması, son yıllarda şampiyonluk hayali kuran kırmızı-beyazlı ekip için haliyle yaşanan hayal kırıklığını hafifleten bir unsur olmadı.

2011 yazında takımın önemli oyuncularından bazılarıyla yollarını ayırmak durumunda kalan Yunan devi, yerlerine ise benzer kalitede takviyeler yapmakta zorlandı. Kadrosunu Martynas Gecevicius, Kyle Hines, Kalin Lucas, Pero Antic ve Matt Howard gibi ağırlıklı olarak potansiyelli isimlerle güçlendirmeye çalışan Olympiakos, yeni sezona önemli soru işaretleriyle başlıyordu.

Kadro kalitesi bakımından ciddi bir düşüş yaşasa da kırmızı-beyazlı ekibin belki de en büyük şansı, Avrupa basketbolu tarihinin gelmiş geçmiş en büyük efsanelerinden Dusan Ivkovic’in takımın başında kalmaya devam etmesi oldu. Bir önceki yıl yaşanan hayal kırıklıklarına rağmen takımı bir arada tutmayı başaran deneyimli çalıştırıcı, sezon boyunca sergilediği koçluk performansıyla da devasa kariyerinin en unutulmaz süreçlerinden birini yaşadı.

Artı olarak yaşanan tüm olumsuz gelişmelere rağmen Vassilis Spanoulis’in kulüpteki varlığı, Olympiakos’un enseyi karartmaması için yine başlıca nedenlerden biriydi. O sıralar destansı kariyerinin zirvesini yaşayan yıldız oyun kurucu, kelimenin tam anlamıyla takımının sahadaki kalbiydi.

Takımı doğal olarak tamamen süper yıldız Vassilis Spanoulis’in etrafına inşa eden Yunan devi, saha içine baktığımız zaman EuroLeague’in en detaylı hücum kurgularından birine sahip değildi. Çoğu zaman sahada çift kısayla kalmaya çalışan koç Dusan Ivkovic, bu sayede topu yarı sahaya farklı oyuncuların getirerek Spanoulis’in topsuz perde çıkışlarından pas almasını ve verimliliğini arttırabilmesini amaçlıyordu.

Yazın kadrosunda bariz bir kalite eksilmesi yaşayan Olympiakos, buna rağmen doğru eklemeleri yaparak ortaya dengeli bir yapı çıkarmayı başarmıştı. Özellikle Pero Antic, Georgios Printezis ve Kostas Papanikolaou gibi tamamlayıcı parçaların varlığı, Spanoulis’in üst düzey yeteneklerinin parkede iyice maksimize edilebilmesine de yardımcı oluyordu.

Yarı sahada topu tamamen Vassilis Spanoulis’in eline emanet eden ve süper yıldızını kadronun tammalayıcı parçalarıyla desteklemeye çalışan koç Dusan Ivkovic’in ekibi, haliyle EuroLeague’in en iyi hücum takımlarından biri değildi. Olympiakos’un sahada asıl fark yarattığı nokta ise yıpratıcı savunmasıydı.

Bu noktada kadrodaki bir ismin varlığı, Yunan devi için sezonun ve belki de Avrupa basketbolu tarihinin en belirleyici faktörlerinden biri oldu. Yazın Alman ekibi Brose Bamberg’den ayrılarak Olympiakos’a transfer olan ABD’li uzun Kyle Hines, pozisyonu için pek uzun sayılmayan 1.98’lik boyuna rağmen atletizmi ve çabuk ayaklarıyla komple bir savunmacı profiliydi.

Hines’ın kadrodaki varlığı, o yıllarda EuroLeague’deki çoğu takımın aksine Olympiakos’un switch (perde sonrası oyuncu değişimi) savunmasını uygulayabilmesini de sağlıyordu. Avrupa’da yıllardır kısanın karşısında kalabilen uzun denildiğinde akla gelen ilk isim olan ABD’li oyuncu için 2011-12 sezonu, efsanevi kariyerindeki en dikkat çekici süreçlerden biriydi.

Kadroda bulunan Vassilis Spanoulis, Martynas Gecevicius ve Pero Antic gibi savunma zaafı oluşturmaları beklenebilecek oyuncuların varlığına rağmen Olympiakos, özellikle yardım savunmalarında sürekli bir arada hareket ederek ve agresifliği asla elden bırakmayarak ligin maç başına en az sayı yiyen ekiplerinden biri oldu.



Tüm bu zamanla iyice gelişen pozitif detaylara rağmen 2011-12 EuroLeague sezonunun başlangıcı, Olympiakos için pek de parlak olmadı. Normal sezonda Fenerbahçe Ülker, Bennet Cantu, Bizkaia Bilbao, SLUC Nancy ve Caja Laboral (şimdiki adıyla Cazoo Baskonia) ile birlikte A grubunda yer alan koç Dusan Ivkovic’in ekibi, yazın yaşanan tüm problemlere rağmen grubun favorisiydi.

Yenilenmiş kadrosuyla grubun ilk maçında Bilbao deplasmanında sahne alan Olympiakos, İspanya’da felaket bir hücum performansı sergileyerek rakibine karşı ağır bir mağlubiyet aldı. Koç Fotis Katsikaris’in Bilbao’suna karşı yalnızca 61 sayıda kalan Yunan devi, grupta işlerin kolay ilerlemeyeceğinin de sinyallerini veriyordu.

Evinde, taraftarlarının önünde Fenerbahçe Ülker’i mağlup etmeyi başaran kırmızı-beyazlı ekip, deplasman karşılaşmalarında ise hücum verimliliğini sağlama konusunda ciddi sorunlar yaşadı. Grupta çıktığı ilk 3 deplasman karşısında da 80’li sayıları bulamayan Olympiakos, ilk 4 maçın sonunda yalnızca 1 galibiyet alarak akıllara ciddi soru işaretleri getirdi.

Bu süreçte azalan kadro kalitesi de etkilerini net şekilde göstermeye başladı. Milos Teodosic’in yerine takıma dahil olan Litvanyalı genç yıldız adayı Martynas Gecevicius’un beklentilerden uzak kalması, hücumda Vassilis Spanoulis’in omuzlarındaki yükü git gide daha da fazla arttırdı. Bu durum da kaçınılmaz olarak Olympiakos’un rakip savunmalar için  çok daha kolay tahmin edilebilir bir takıma dönüşmesini sağladı.

Yunan devi için EuroLeague’e normal sezonda devam etmek fazlasıyla büyük bir yıkım olurdu. Deplasmanlarda alınan can yakıcı mağlubiyetlere rağmen bir şekilde reaksiyon gösteren kırmızı-beyazlı ekip, özellikle 15.000 kişilik Dostluk ve Barış Spor Salonu’nda (SEF) oynadığı karşılaşmalardan üst üste galibiyetler çıkararak grupta yukarılara tırmanmaya başladı.

Bu süreçte takımın baştan itibaren düzenli katkı veren Vassilis Spanoulis, Pero Antic, Kyle Hines ve Georgios Printezis gibi oyuncularının yanına genç yıldız adayı Kostas Papanikolaou’nun da katılmış olması, Olympiakos’un toparlanmasındaki en önemli etkenlerden biriydi. Hücumdaki dış şut tehdidinin yanı sıra savunmacılığıyla da dikkatleri üzerine toplayan Papanikolaou, kısa sürede koçu Dusan Ivkovic’in gözdelerinden biri haline geldi.

Gruptaki ilk 4 maçında yalnızca 1 galibiyet alabilen kırmızı-beyazlı ekip, devamında sahne aldığı 6 müsabakanın 5’ini kazanarak grubu lider Fenerbahçe Ülker’in arkasında 2. sırada tamamladı. Evinde çıktığı 5 maçı da kazanan Olympiakos, deplasmanda sadece 1 kez kazanabilmiş olmasına rağmen adını son 16 turuna yazdırdı.

Koç Dusan Ivkovic’in ekibi, her ne kadar evinde oynadığı maçları taraftarının da büyük desteğiyle kazanmış olsa da deplasmanlarda kabus gibi bir görüntü sergilemişti. Bu süreçte kadroya yazın dahil edilen Martynas Gecevicius, Matt Thomas ve Kalin Lucas gibi isimlerin de beklenen performansı sergileyememeleri, Olympiakos’u sezon ortasında takviye arayışına itti.

Bu süreçte kadroya yapılan 2 önemli ekleme, kırmızı-beyazlı ekip için sezonun gidişatına direkt olarak etki etti. Avrupa’daki ilk yılında Partizan formasıyla parlayan ABD’li oyun kurucu Acie Law ve sezona Caja Laboral’de başlayan ABD’li uzun Joey Dorsey, sene ortasında Yunan devine transfer oldular.

Takıma dahil edilen iki yeni isimle birlikte Son 16 turuna iddialı bir başlangıç yapmayı hedefleyen Olympiakos; CSKA Moskova, Galatasaray ve Anadolu Efes’le birlikte E grubunda yer alıyordu. Artan beklentilere rağmen koç Dusan Ivkovic’in ekibi için işler, başlangıçta pek de parlak ilerlemedi.

İşlerin yolunda ilerlememesindeki başlıca neden ise takımın süper yıldızı Vassilis Spanoulis’in sakatlığıydı. Gruptaki ilk maçında ligin yenilgisiz tek takımı CSKA Moskova’yı evinde ağırlayan Yunan devi, genç yıldız adayı Kostas Sloukas’ın ve sezonun hayal kırıklığı yaratan isimlerinden Martynas Gecevicius’un skorer performanslarına rağmen zorlu rakibine direnemedi.

İç sahada alınan bu mağlubiyetin ardından grubun ikinci haftasındaki Galatasaray deplasmanı, Olympiakos için sezonun gidişatı açısından fazlasıyla önemli bir hale geldi. Koç Dusan Ivkovic’in ekibinin Son 16 turuna üst üste 2 mağlubiyetle başlaması, mental açıdan büyük bir dezavantaj yaratabilirdi.

Öte yandan gruptaki ilk maçını yakın geçen bir karşılaşmanın sonunda kaybeden Galatasaray için de taraftarının önünde alacağı bir galibiyet, sezonun devamı için büyük önem taşıyordu. Abdi İpekçi Spor Salonu’nun gürültülü atmosferini arkasına alan sarı-kırmızılı ekip, Olympiakos karşısında sonuna kadar mücadele etmeye hazırdı.

Karşılaşma da tam olarak beklendiği gibi kıran kırana bir mücadeleye sahne oldu. 2 maçlık sakatlık arasının ardından geri dönen Vassilis Spanoulis’e karşı Jaka Lakovic ve Jamon Gordon’la direnen Galatasaray, taraftarının yoğun desteğini de arkasına alarak ilk yarıda farkı çift hanelere kadar çıkardı.

Olympiakos’un İstanbul deplasmanından farklı mağlup ayrılması, sezonun gidişatı açısından ağır bir darbe niteliği taşıyabilirdi. Bu nedenle ikinci yarıda sahaya karakter koyan koç Dusan Ivkovic’in ekibi, özellikle savunmada vidaları iyice sıkarak 16-2’lik bir seri yakaladı ve skora denge getirdi.

Buna rağmen üstünlüğü elden bırakmayan ev sahibi ekip, ABD’li skorer Jamon Gordon’ın sorumluluk almasıyla birlikte yeniden skor avantajını yakaladı. Bitime 3 saniye kala 69-66’lık skorla önde olan Galatasaray, galibiyete bir hayli yakın gözüküyordu. Öte yandan Yunan devinin genç yıldız adayı Kostas Sloukas, son anlarda sorumluluk almak için bir hayli hazırdı.

Topu kendi pota altından çıkaran Olympiakos’ta Sloukas, faul yapmayı tercih etmeyen Galatasaray savunmasına karşı topu yarı sahanın bile daha gerisinden çembere doğru fırlattığında çoğu kişi maça bitti gözüyle bakıyordu. Beklentilerin aksine topun çembere doğru süzülerek bir şekilde sayı olması, karşılaşmanın da uzatmalara gittiği anlamına geliyordu.

Uzatma periyodu ise günün kahramanı Kostas Sloukas için pek de normal süredeki kadar şanslı ilerlemedi. Bitime 4 saniye kala kullandığı orta mesafe atışta isabet bulamayan genç yıldız, takımının da sahadan 78-77’lik skorla mağlup ayrılmasına engel olamadı.

Gruptaki ilk 2 karşılaşmadan da yenilgiyle ayrılan koç Dusan Ivkovic için işlerin pek parlak ilerlemediği de aşikardı. Yeni transferler Joey Dorsey ve Acie Law’un da adaptasyon süreçlerini çabuk atlatamamamış olmaları, Olympiakos için Son 16 turunun pek iyi ilerlememesindeki önemli faktörlerden biriydi.

Kırmızı-beyazlı ekip için arka arkaya oynanacak iki Anadolu Efes karşılaşması, sezonun gidişatını da direkt olarak etkileyecekti. Özellikle iç sahada oynanancak olan karşılaşmadan alınacak olası bir mağlubiyet, ümitlerin tamamen tükenme noktasına gelmesiyle sonuçlanabilirdi.

Tıpkı normal sezonda olduğu gibi yine kötü gidişata dur demeyi başaran Olympiakos, üst üste oynadığı iki Anadolu Efes karşılaşmasından da galip ayrılarak playoff mücadelesinden kopmadı. Özellikle agresif savunmasıyla iki maçta da zafere uzanan koç Dusan Ivkovic’in ekibi, grubun son 2 karşılaşmasına doğru gidilirken ümitliydi.

İlk olarak zorlu CSKA Moskova deplasmanında hiçbir varlık gösteremeyen Yunan devi, sahadan farklı şekilde mağlup ayrılarak gruptan çıkma ümitlerini son maça taşıdı. Gruptaki “Tamam mı, devam mı?” mücadelesinde rakip, Olympiakos’un İstanbul’da dramatik şekilde yenildiği Galatasaray’dı.

Bu kritik karşılaşma, her iki taraf için de farklı anlamlar ifade ediyordu. Galatasaray, zorlu Yunanistan deplasmanında galip geldiği takdirde kulüp tarihinde ilk kez EuroLeague playofflarında mücadele etme hakkı kazanacaktı. Öte yandan Olympiakos, kazanarak 1 sezonluk aranın ardından Final Four’a geri dönebilme ümitlerini sürdürmek istiyordu.

Maçın favorisi ise elbette yoğun bir taraftar desteği avantajına da sahip olan Yunan deviydi. Karşılaşmada ilk çeyrekten itibaren üstünlüğü ele geçiren Olympiakos, son bölüme kadar rakibinin geri dönmesine izin vermedi ve sahadan 88-81 galip ayrıldı. Bu sonuçla E grubunu 3 galibiyet ve 3 mağlubiyetle lider CSKA Moskova’nın arkasında tamamlayan kırmızı-beyazlı ekip, Galatasaray’dan ikili averajı da alarak playoff biletini kaptı.



Playofflardaki rakip ise Olympiakos için hiç ama hiç yabancı değildi. Bir önceki sezon tüm Avrupa’yı şoka uğratarak Yunan devini Final Four’un dışına iten Montepaschi Siena, bu sefer saha avantajına sahip olduğu bir eşleşmede yeniden kırmızı-beyazlı ekibin karşısına dikilmişti.

2010-11 sezonunun aksine bu sefer eşleşmenin açık ara favorisi Olympiakos değildi. Kadrosunda ciddi bir kalite kaybına uğrayan Yunan devi, yine bir önceki yıldan farklı olarak saha avantajını da elde edememişti. Bu da bir anlamda rollerin değiştiği, önceki düelloda “rahat kazanır” denilen kırmızı-beyazlı ekibin serideki underdog (favori gösterilmeyen) taraf olduğu anlamına geliyordu.

Üstüne üstlük Olympiakos’un aksine Montepaschi Siena, kadrosunda herhangi bir kalite kaybı yaşamamıştı. Bir önceki yıldan farklı olarak skorer uzun David Andersen’i transfer eden İtalyan temsilcisinde yıldız oyun kurucu Bo McCalebb de performansını bambaşka bir seviyeye taşımıştı.

Hal böyle olunca seride oynanacak ilk karşılaşmanın favorisi de Montepaschi Siena’ydı. Kendi evinde önemli de bir taraftar desteği avantajına sahip olan İtalyan temsilcisi, ilk maçı kazanarak eşleşmede avantajı erkenden kapmayı hedefliyordu.

Bu tür çok maçlı eşleşmelerde saha avantajına sahip olan tarafın kendi evinde oynadığı karşılaşmalarda hata yapmayarak avantajı rakibine kaptırmaması fazlasıyla belirleyicidir. Bu bakımdan Montepaschi Siena’nın sahasında oynanacak ilk iki müsabaka, serideki mental üstünlük açısından da büyük önem taşıyordu.

Beklendiği gibi İtalya’da oynanan ilk maç baştan sona büyük çekişmeye sahne oldu. Rakibinden bir önceki yılın rövanşını alabilme niyetindeki Olympiakos, ilk 3 çeyrek boyunca savunmada beklenen sertlik düzeyine ulaşamayınca rakibin Bo McCalebb ve David Andersen gibi değerli hücum tehditlerini sınırlama konusunda da çok zorlandı.

Yine de 2011-12 sezonunda Olympiakos’un herkese iyice ezberlettiği bir şey vardı: Yunan devi, karşılaşmalarda skor ne olursa olsun asla geri adım atmayarak mücadeleyi elden bırakmıyordu.

Karar periyoduna girilirken deneyimli oyun kurucu Nikos Zizis’in orta mesafesi, maçta farkı ilk kez çift hanelere kadar çıkarmıştı. Bu noktadan itibaren savunmada bambaşka bir boyuta atlayan koç Dusan Ivkovic’in ekibi, her top için büyük bir savaş ortaya koyarak rakibine adeta çember yüzü göstermedi.

Müsabakanın son 3 dakikasına girilirken Olympiakos savunmasıyla önemli bir geri dönüşe imza atmış ve skor dengeye gelmişti. Kritik anlarda takımın süper yıldızı Vassilis Spanoulis’in iyiden iyiye devreye girerek ipleri eline alması beklenirken öne çıkan isim tahmin edilenden daha farklıydı.

Takıma sezon ortasında katılan ABD’li oyun kurucu Acie Law, ülkesindeki kolej kariyeri boyunca kritik anlarda bulduğu isabetlerle ünlenen bir isimdi. Zorlu İtalya deplasmanının da en kritik anında sahada olan başarılı oyuncu, rakip savunmanın konsantrasyonu ağırlıklı olarak Spanoulis’in üzerindeyken sorumluluk almaya hazırdı.

Önce faul çizgisine gelerek takımını uzun süre sonra ilk kez öne geçiren Law, devamında da bulduğu çok kritik bir orta mesafeyle Olympiakos’un üstünlüğünü pekiştirdi. Hücumda bulunan moralle savunmadaki agresifliğini de bir üst seviyeye taşıyan Yunan devi, Georgios Printezis’in bitime 1 dakika kala gelen üçlüğüyle farkı 6’ya çıkardı ve serinin ilk maçında galibiyeti kopardı.

Bir önceki yılın intikamını almak için sahada elinden gelenin en iyisini yapan Olympiakos, zorlu deplasmanda galibiyete uzanarak seride avantajı eline geçirmişti. Bu da demek oluyordu ki Montepaschi Siena, artık Final Four biletini almak için 15.000 kişilik SEF’in boğucu atmosferinde en az 1 maç kazanmak zorundaydı.

İlk maçtan saha avantajının yanı sıra serideki mental üstünlüğü de eline geçiren koç Dusan Ivkovic’in ekibi, İtalya’da oynanan ikinci müsabakada rakibine son anda boyun eğmesine rağmen evindeki iki karşılaşmada da hata yapmadı. Yunanistan’da oynanan maçlarda rakibine en fazla 69 sayı izni veren Olympiakos, kimsenin kolay kolay tahmin edemeyeceği bir şeyi başararak Final Four’a geri dönüyordu.
Tüm Hakları Saklıdır ©? Vice News, 2021
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


BiA

*
v2 Oyuncusu 2022 Yılbaşında OyundaydıSelf Control Güncellemesinde Oyundaydı
#284 - 13.07.2022 16:00
Anasayfa                        Haberler                        İş Başvuruları                        Programlar                        Reklamlar


NBA’de hiç oynamamış en iyi oyuncu, kendine has bir unvan. Bu adam da gizemli bir kişilik. Yeteneklerini bizden kendi isteğiyle sakladı. Onun nasıl oynadığını görenler etkilenmiş şekilde hikayelerini anlatıyor. Onu hiç görmeyenler ise duruma şüpheyle yaklaşıyor. NBA’de oynamamış en iyi oyuncu. En fazla ne kadar iyi olabilir ki?

Bahsettiğimiz kişi bir sokak basketbolu efsanesi değil. Bahsettiğimiz kişi sakatlıklarla kariyeri sekteye uğrayan bir kolej efsanesi değil. Bu hikayede trajik bir şey yok. Bahsettiğimiz kişi muhuteşem işler başarmış bir insan. 26 yıl boyunca dört farklı kıtada 49.737 sayı atmış bir kişiden bahsediyoruz. Kareem’den, Jordan’dan, basketbol oynamış herkesten fazla.

Savunmayla pek işi olmazdı, özellikle 43, 44 ve 45 yaşlarında oynamaya devam ettiği süreçlerde. Onun için önemli olan kısım orası değildi. Onu Bird ve Dirk ile kıyaslıyorlar, olay bu da değil. O, sadece bir şey yaptı, bir şeyi yapmayı istedi. Herkesi kapsayan, inatçı bir skorer olmak.

“Bazı insanlar piyanoyu taşır, bazıları ise piyanoyu çalar.” diye açıkladı bir keresinde.

Hiç kutsal bir kişilik değildi ancak ona Mão Santa denirdi. “Kutsal El”.

“Kutsallıkla bir alakası yoktu.” diyor Oscar Schmidt, garipçe döşenmiş evinde. Dışarısı sessiz ve sakin Alphaville’di.  São Paulo şehrinin eteklerinde, sayısız gökdelenlerden uzaktaydı. Dışarıda dev bir neon akvaryum, beyaz bir piyano ve kılıçlarını savuran samurayların seramikten heykelleri bulunuyordu. “Olay antrenman! Ben, Antrenmanlı El’im!” Büyük ekrandaki Dünya Kupası maçını izlemeye devam etti; Lionel Messi, Irak’ın kalbini kırmak üzereydi. “Çok fazla antrenman yaptım.”

Geçen yıl bunca antrenman, Basketbolun Şöhretler Müzesi’ne girmesine sebep oldu. Arkadaşı Larry Bird’in takdimi sonrası Schmidt kürsüye çıktı. Şık lacivert takım elbisesi ve havalı kasketiyle çok zarif görünüyordu. 18 dakika boyunca aksanlı İngilizcesiyle herkesi hayatı ve kariyerinde bir gezintiye çıkardı.

Onun kişiliğinin oluşmasına yardımcı olan güzel kalpli koçları, zorlansa da başarıya ulaştığı uluslararası organizasyonlar, sevgili eşi Cristina… Ona minnettarlık içinde “ribaund makinesi” diyordu. Yıllar boyunca antrenmanlarında kaçırdığı şutları kovalamıştı eşi. “Tanıştığım en harika insan” diyor onun için. “38 yıldır beraberiz, ölene kadar da seninle olmak istiyorum.”

O gün kasketini hiç çıkarmadı fakat beyaz şortu, beyaz sandaletleri ve New York Jets formasıyla burada otururken başı açıktı. Kırışıklarının ortasında, azalmış olmasına rağmen hala şekil duran saçlarının altında derin bir yara izi görebiliyordunuz. Bu, Schmidt’in geçtiğimiz yıllarda yaşadığı sağlık problemleri için kalıcı bir hatırlatıcıydı. 2011’de beyninde iyi huylu bir tümör tespit edildi. 2013’te ise kötü huylu bir tümöre rastlandı. Bu yıl ise gerçekten de onu öldürebileceğinden korktuğu tek şey olan kalp ritmi bozukluğuna yakalandı.

Hepsini atlatmayı başardı. Kendi deyimiyle bu yaşadıkları, onun için yaşlılık döneminde yaşanan hayatını değiştiren olaylar değillerdi. İnandığı şeyler zarar görmemişti. Bitmez tükenmez iradesinin sonu gelmemişti. Bunlar sadece başına gelen, ölene kadar uğraşmak zorunda kalacağı olaylardı. Yeterince uzun yaşadığınız zaman başınıza berbat şeyler gelmeye başlıyor.

Fakat eğer yeterince uzun yaşarsanız, harika şeyler de başınıza geliyor.

13 yaşında, futbol oynamak için fazla uzun ve ince bir Brezilyalıyken başladı her şey. Yerel koçunun adı Laurindo Miura’ydı. Miura, Japonya’dan gelmişti ve kendine has antrenmanları vardı. Bir tanesine Oscar, bir eliyle top sürerken öbür eliyle yerden taş toplamak zorundaydı; öbüründe sandalyelere ve iplere tırmana görevi vardı. Bunlar yeterli olmuştu. Artık oyuna aşıktı.

16 yaşındayken São Paulo’daki Palmeiras takımına katıldı ve yedi diğer çocukla beraber bir evde yaşamaya başladı. 17 yaşındayken 2.03 boyuna gelmişti. Palmerias’taki koçların vizyonu genişti. Onu pivot pozisyonuna hapsetmemişlerdi. Ona o sıralar attığı gibi yüzünün önünden değil, kafasının üstünden şut atmayı öğrettiler. Daha sonrasında binlerce sayının bulunacağı temel atılmıştı: Çok hızlı ve yukarıdan, müdahele edilmesi imkansız bir şut mekaniği.

Sayısız tekrarla kendini bu işe adadı. Takım haftada üç kez antrenman yapıyordu ancak Schmidt, okuldan önce ve sonra hep oradaydı. “Her gün, her hafta, her ay, her yıl!”. Sahanın her yerinden günde 1.000 şut deniyordu. “İçeriden, dışarıdan, hatta potanın arkasından… Her türlü antrenmanı defalarca yaptım!”. Şut atmadığı zamanlarda ise Palmeiras stadyumunun basamaklarında koşuyordu.

Hala genç yaşlarındayken Schmidt, en büyük isteği olan telefonu almıştı: Brezilya Milli Takımı, kendisini görmek istiyordu. Büyürken NBA izlememişti. Brezilya televizyonunda maçlara denk gelmek imkansızdı fakat vatanseverliği, her zaman gurur duyduğu şeylerden biri oldu. Babası donanmaya hizmet etti, dedesi Almanya’ya gitmek için Brezilya’dan ayrılmıştı. Milli Takım, Oscar’ın en büyük ve tek hayaliydi. Bu yüzden hala bir çocuk olması bir şeyi değiştirmiyordu. Onu eledikleri gün, çok vurucu olmuştu. Şimdilerde bile o günü “Benim için trajik bir gündü.” sözleriyle tanımlıyor.

19 yaşında uğursuzluklar yine onu bulacaktı. Öyle bir bilek sakatlığı yaşadı ki bir doktor, bir daha basketbol oynayamayabileceğini söylemişti. Bir diğeri ise Schmidt’in bacağını hareket ihtimalini sıfıra indiren bir alçıya almıştı. Üç ay boyunca evinin önünde oturdu, bacağı iyileşirken top bile süremiyordu. Sıkıntıdan aklını kaybetmek üzereydi.

Sonrasında mahalleye yeni bir aile taşındı. Genç bir kızları vardı. Oscar ve o kız, okula giderken aynı otobüse biniyordu. “Kitaplarım ve iki büyük koltuk değneyimle gidiyordum. Okula gitmek çok zordu fakat o geldi ve kitaplarımı taşımakta bana yardımcı oldu. Böylece arkadaş olduk.” diyor Schmidt. Asıl söylemek istediği kısımdan önce duraksadı ve kesik kesik kahkahasıyla beraber şu cümleleri kurdu: “Erkekler ve kadınlar arasında arkadaşlık olmaz! Biz de flört etmeye başladık. Bu, 38 yıl önceydi.”

Bir gün Schmidt’in “ribaund makinesi” yürüyüşten eve dönüyordu. Schmidt ailesi Brezilya’nın geleneksel yemeklerinden birini hazırlarken Cristina, espresso ve çikolata ikram ediyordu. Schimdt sonunda ekrandan gözlerini çevirdi, oturma odasından geçerken onu süzdü ve “Güzellik” diye geçirdi içinden.

Yaşadığı bilek sakatlığından bir yıl sonra parkelere dönmüştü. Çok zaman geçmeden kaderiyle de başbaşa kalacaktı: Brezilya Milli Takımı’nda ilk 5 olmak. “İşte o zaman tanınmaya başladım.” diyor Schmidt.



1992 yılına kadar FIBA kuralları NBA oyuncularının uluslararası organizasyonlarda mücadele etmesine izin vermiyordu. O zamana kadar Schmidt, milli takımda oynamaya devam edebilmek için sadece Avrupa’da profesyonel basketbol oynayabilirdi. İtalya’nin güneyindeki Caserta’da oynamaya başladı. Disiplini sağlamak onun için zor olmamıştı.

“Asla alkol almadım, kahve içmedim, sigara ya da uyuşturucu kullanmadım. Alkolü denedim fakat beğenmedim. İtalya’da masaya şarap geliyor ancak Coca-Cola gelmiyor. Hadi ama! Kafayı mı yediniz? Bana Coca-Cola getirin lütfen!”. Fakat iş yemeğe geldiğinde Schmidt için işler değişiyordu: “Her şeyi yerdim. Bana yakıt olarak geri dönüyordu. Antrenman seviyemin, bilgi düzeyimin en yükseğindeydim. İşte bu yüzden olduğum konuma gelebildim.”.

İstatistikleri şatafatlıydı. O zamanlar Avrupa’nın en iyi ligi olan Seria A’da Schimdt, yedi kere sayı kralı olmuştu. 1982’de Avrupa’daki ilk sezonunda neredeyse 30 sayı ortalaması tutturmuştu. 1990 yılına geldiğimizde ise her gece 44 sayı atıyordu.

Kobe Bryant, o zamanlar İtalya’da babası Joe “Jellybean” Bryant ile beraber yaşıyordu. Schimdt, Kobe’nin küçüklüğünün devre aralarında top sürdüğünü, skor masasının etrafında gezindiğini hatırlıyor. Kobe de Oscar’ı kesinlike anımsıyor. “Orada yaşıyorken o, yaşayan bir efsaneydi.” diyor Bryant.

Olimpiyatlar ve genel olarak uluslararası turnuvalar, Oscar Schmidt’in işiydi. 1988’de Seul’da maç başına 41.9 sayı atmıştı. 1992’de Barcelona’da 24.8’ti bu sayı. 1996’da Atlanta’da ise 27.4’tü. O, Olimpiyatlar tarihinin en fazla sayı bulan oyuncusu. Ona 1988 hakkında soru sorarken yanlışlıkla sayı ortalamasını 40.9 olarak söyledim. Anında “41! Benden bir şeyleri eksiltme!” diyerek düzeltti.

Kanada Milli Takımı’nın başantrenörü olarak Steve Konchalski, Schmidt ile defalarca karşılaşmıştı. “Oscar, inanılmaz bir atlet değildi. Ortalama bir gücü vardı ancak küstahlık seviyesine kadar ulaşabilen bir özgüvenle oynuyordu. Bir de tabii inanılmaz şut sokuyordu.” diyor Konchalski.

1987 yılında Indianapolis’teki Panamerikan Oyunları’nda Schmidt ve uzun süreli partneri Marcel de Souza, Brezilya takımını ağır favori olarak gösterilen Amerika’ya karşı altın madalyaya taşımıştı. O ABD takımı, henüz lige girmemiş David Robinson, Rex Chapman ve Danny Manning gibi isimleri barındırıyordu ve 34 maçtır yenilgi yüzü görmemişti.

İlk yarıda Brezilya 68-54 gerideydi. Bu yüzden üçüncü çeyreğe Schmidt, alev alarak çıkmıştı. Bu sırada Souza da akıl oyunlarını yürütüyordu. “Amerikalılara ‘Ben yaşlı bir adamım, sizi savunamam’ diyordum.” diyor Souza. Schmidt de “Amerikalılara ‘Şutu at! Herkesin gözü senin üstünde, at şu şutu!” derdik diye açıklıyor durumu.

İşin diğer kısmında ise Schmidt, kendi bildiğini yapmıştı. İkinci yarıda 35 sayı atarak maçı 46 sayıyla bitirmişti ve Brezilya, maçı 120-115 kazanıyordu. ABD Milli Takımı, kendi evinde ilk kez mağlup oluyordu. Schmidt’in kendisiyle özdeşleşen iki yumruklu sevinç gösterisi için birçok fırsatı olmuştu ancak akıllarda kalan şey parkede sevinç gözyaşları dökmesiydi.

Maçtan sonraki basın toplantısında ABD takımının koçu Denny Crum, Brezilya’nın en iyi oyuncusunun adını unutmuştu. Oyuncularından biri, koçun kulağına ismi fısıldamak zorunda kalmıştı: Oscar Schmidt.

Geriye dönüp baktığında Crum “Uluslararası basketbola çok ilgim yoktu, kadrodaki oyuncuların da onun hakkında çok bilgi sahibi olduğunu düşünmüyordum. Sonra bir baktık ki ona potanın 30 adım uzağından perde getiriyorlar, o da şut sokuğ duruyor.” diyor.

Crum, Oscar’ı savunması için kimi görevlendirmişti? “Fark etmiyordu! Dört isimden üçünü denedik, hiçbiri sonuç vermedi. Yaptığı şeyler… Dünya üzerinde NBA’de oynamamış en iyi oyuncu olabilir.” diyor Crum, o gün gördüklerinin etkisinden hala çıkamamış halde.

Bu olay, ABD basketbolunun amatör oyuncuları için sonun başlangıcı olmuştu. Takım; 1988 Olimpiyatları’nda, 1990 Goodwill Games’te, 1990 Dünya Şampiyonası’nda ve 1991 Panamerikan Oyunları’nda başarısız oluyordu. Böylece kolej oyuncuları, yerini o ikonik 1992 kadrosuna bıraktı.

Schmidt, Dream Team’e karşı Barcelona’da forma giydi. Maç başına neredeyse 25 sayı atsa da yakınındaki efsanelerden etkilenmişti. Hall of Fame konuşmasında “Bençe kameramı getirmek istemiştim!” diyerek şakasını da yapmıştı. İlk kez 1987 yılında Indianapolis’te başlayan bir döngünün sonu gelmişti. “Kariyerimin en zor karşılaşması oydu. Dream Team’i kışkırtmak mı? Buna inanabiliyor musunuz?” diyor Schmidt.



NBA, kendisine teklif götürmüş ve kısa sürede reddedilmişti. Efsaneleşmiş 1984 draft sınıfı, daha da efsane olabilirdi. New Jersey Nets, Schmidt’i altıncı turdan seçmişti ancak Schmidt, ilgilenmemişti. “Alıtncı tur mu? 131. seçim mi? Hayır, hayır, hayır… Hadi ama!” diyor şimdilerde bile. Antrenmanlara gitti, kendisine bir kontrat önerildi fakat Schmidt reddetti.

Ligte kısıtlı bir rol altında oynamak istemiyordu. Doğu Bloğu ülkelerinden NBA’de oynamış ilk oyuncu olan Bulgar forvet Georgi Glouchkov, Schmidt’e yeteri kadar topu alamadığına dair isyan ediyordu. Bahsettiğimiz kişi de Oscar Schmidt. Eğer şut atmıyorsan, neden sahadasın ki?

Eski bir Brezilyalı yetenek avcısı olan Greg Dole, 2002 draftı öncesi Nene ile çalıştığını hatırlıyor. “Nene, ‘Eğer ilk turdan seçilirsem Brezilya’dan bir takım satın alacak ve Oscar ile imzalayacağım. Sonra da ona pas atmasını emredeceğim’ demişti.” diyor Dole.

Uluslararası kurallar değiştiğinde Schmidt, 35 yaşına gelmişti. “Çaylak olarak oynamak için çok geçti.” diyor Schmidt.

“Oynasaydı tarihin en iyilerinden biri olacağında dair hiçbir şüphe yok.”
-Kobe Bryant

NBA’de oynasa ne kadar iyi olurdu? Bu soruyu Schmidt’e sorduğunuzda size dünya çapında bir atletin yapacağı tarzda bir meydan okumayla cevap verecektir: “Pota aynı, top aynı, oynana spor aynı. Dünyanın hiçbir yerinde beni savunabilecek bir adam görmedim. Tek ihtiyacım olan özgüven. Kesinlike ilk 10’da olurdum. Tek bir sezondan bahsetmiyorum, tüm zamanlardan bahsediyorum! Ha ha ha.”

Bu soruyu Kanada Milli Takımı Konchalski’ye yönelttim. Onu genel olarak yavaş ayaklara sahip olan ancak öldürücü bir şut yeneneği olan beyazlarla karşılaştırdık: Bird ve Nowitzki gibi… Konchalski, cesur bir iddiada bulundu: “Onların sahada yapabildikleri Oscar’dan fazlaydı. Oyunun her alanına daha fazla etki ediyorlardı fakat ne Bird’in ne de Dirk’ün şut konusunda Oscar ile yarışabileceğini düşünmüyorum.”

Bir keresinde Scottie Pippen “Ne yapacağını biliyorsunuz, topu eline aldığı anda şut atacak.” demişti. Modern bir J.R. Smith mi? Belki.

Fakat 80’lerin sonunda, Schmidt’in kariyerinin zirvesinde olduğu yıllarda NBA’de sık sık birebir oynanıyordu. Sizce de bu dünya, Schmidt’in yetenekleri için yaratılmış bir dünya değil mi? Ona topu verip alev almasını izleyecektiniz.

Konchalski’nin iddiası hakikaten cesur fakat bu, tam da bir hayranın göstereceği saygı. Günün sonunda Konchalski, kendisini birkaç maç izleme fırsatı bulmuştu ancak bu yeterliydi. Onun efsanesinin bir kısmı da NBA’deki tavanının bilinmezliğinden oluşuyor. Şu an olabilecekleri sadece hayal edebiliyoruz.

Oscar Schmidt, tutkuyla sevdiğiniz ancak başka kimseyi dünyadaki en iyi grup olduklarına inandıramadığınız müzik grubuydu. Oscar Schmidt, bağımsız bir rock grubuydu.

1995 yılında kısa süren ve tatmin etmeyen bir İspanya döneminin ardından Schmidt, sonunda evine döndü. Son birkaç yılın Brezilya’nın Yankees’i konumundaki Flamengo’da geçirdi. Orada 40’lı yaşlarındayken kariyerinde kazanmadığı parayı kazandı. O denli ileri bir yaşta bunu nasıl başarmıştı? “Enerjimi boşa harcamıyordum. Daha keskin bir oyun oynamaya başlamıştım ve sadece ikinci yarılarda savunma yapıyordum” diyor Schmidt, gülerek.

Normalde 44 yaşında emekli olmayı planlıyordu ancak son maçı olması planlanan karşılaşmada işler kontrolden çıktı ve Schmidt’in birkaç takım arkadaşı maçtan atıldı. Schmidt, bu hareketleri sebebiyle hakemleri protesto etmek amacıyla alkış tutunca kendisini de maçtan atılmış şekilde buldu. Bu şekilde bitemezdi.

Başka bir sezon için geri döndü ve 45 yaşındayken sonunda emekli oldu. “Ölene kadar oynayabilirdim bence ama artık zor gelmeye başlamıştı. Her geçen yıl fiziksel formu yakalamak daha da zorlaşıyordu.”

Şimdilerde Portland Trail Blazers’ta asistan koçluk yapan Jay Triano, Indiana’da düzenlenen 2002 Dünya Şampiyonası’nda Schmidt ile karşılaştığı anı hatırlıyor. Oscar Schmidt ismini daha önce duymamış genç oyuncuların önünde Triano, “Kusal El”e yapabildiklerini göstermesi için meydan okumuştu. “Hala şut atabiliyor musun?’ demiştim ona. O da ‘Tabii ki’ demişti. Takım elbisesiyle üçlük çizgisinin tepesine geçti. Isınma filan yapmamıştı. Topu ona verdim ve üst üste 10 şut soktu, sonra da salondan çıktı. Oyuncuların ağzı açık kalmıştı.” diyor Triano.

Schmidt Brezilya tarihinin en iyi basketbol oyuncularından biri olmasına rağmen garip bir şekilde herkes tarafından sevilmezdi. Ona karşı konumlanan iki etken vardı. Bir futbol ülkesinde doğmuştu, yanlış sporu yapıyordu. Ayrıca nüfusun neredeyse yarısının Afrika kökenli olduğu bir ülkede farklı soydan geliyordu. Dole’ın da dediği gibi, “Kazanan bir beyaz kahramanın halka yeterince geçmediğini görüyorsunuz.”. Zorluk derecesi gözardı edilemeyecek seviyedeydi. Yine de Schmidt, bir ikon olmayı başarmıştı.

1998 yılında hala Brezilya Basketbol Ligi’nde oynuyorken senato üyeliği için aday oldu. “Brezilya’nın başkanı olmak istiyordum. Elimde büyük bir şans vardı. Senato üyeliğinden başkanlığa – parmaklarını şıklattı – kolayca.” diyordu. Belli bir süre boyunca Euardo Suplicy karşısında anketleri önde bile götürdü. Sonrasında Suplicy’nin partisi Schmidt’e karşı bir oldu ve onu gerçek bir tehdit olarak görmeye başladı.

“Bir şeyleri çaldığımı filan söylemiyorlardı. İyi şeyler söylüyorlardı: ‘Oscar, sen bir basketbolcusun. Sahaya çık Oscar!’. Eski başkan Lula bile bana karşı bir kampanya düzenliyordu.” diyor seçimi küçük bir farkla kaybeden Schmidt.

Schmidt, siyasete girmediği için şu anda mutlu. Bugünlerde okullarda ve şirketlerde motivasyon konuşmaları yaparak para kazanıyor.

“Politika, kaybedecek şeyleri olan insanlara göre bir şey değil. Böyle yaşamak çok daha iyi.” diyor Schmidt. Geçen yıl Brezilyalı bir yayıncılık, onu ulusun en iyisi seçti. Bu ödülü ikinci kez üst üste kazanıyordu. “İki kez, üç kez, 10 kez şampiyon olmak istiyorum! Ha ha ha. En iyisi! Dünyanın en iyisi!”

Talihsizlikler Orlando’da yaşandı. Orası, Schmidt’in dünya üzerinde en çok sevdiği yerlerden biriydi. Oğlu, St. Petersburg’taki Admiral Farragut Academy’de lise okurken basketbol oynuyordu ve Schmidt ailesi yıllardır senede bir kez Disney World’ü ziyaret ediyordu. “Üç kez…” diyor Schmidt, olaylardan bahsederken. “Bir daha gitmemem daha iyi olur sanırım.”

İlk tümör teşhisi 2011 yılında konuldu. Schmidt, birkaç defa migrenle uğraşmıştı. Bu, sekiz santimetre büyüklüğündeydi ancak iyi huyluydu. Havale geçireceğine dair endişeler vardı ancak neyse ki bu yaşanmadı. Tümörün kötü huylu olarak geri dönebileceğine yönelik endişeler ise haklı çıkacaktı.

2013’te geçirdiği bir operasyondan sonra Schmidt, onun için tatil cenneti olan Central Florida’ya geri döndü. “Bir gün kusmaya başladım. O an öleceğimi düşündüm.” diyor Schmidt.

Kızı onu hemen hastaneye götürdü. Hastanede bir hafta geçirdi ve hayati tehlike yaratan kalp ritmi bozukluğu teşhisi konuldu. Evine döndü ve üç hafta da evinde tedavi gördü. Elektrotların kalbin içine yerleştirilerek düzensiz kalp atışlarını düzeltmeyi amaçladığı beş saatlik bir ablasyon prosedürüne maruz kaldı.

Son yıllarda hem fiziksel hem de ruhsal bir dolu tedavi gördü. Schmidt’in Campinas’ta görmeye gittiği kutsal bir insan vardı. “Bütün ruh hallerinden anlıyor, size iyi geliyor. Ben bir Katoliğim fakat o görüşmeler bana iyi geliyordu.“ diyor Schmidt.

Şu an reçeteli kalp ilaçları kullanıyor ve ayda bir kemoterapi görüyor. Büyük ihtimalle kemoterapiye hayatının sonuna kadar devam etmesi gerekecek. “Tamam ama hayattayım, değil mi?” diyor Schmidt.

Orlando’ya olan son ziyaretinde FIBA’dan malum telefonu aldı: Basketbolun Şöhretler Müzesi’ne onun ismi de dahil olacaktı. Haberi aldığında araba sürüyordu, haberi algılarken kenara çekmek zorunda kaldı.

Duygu dolu konuşmasını takdir etmiştim. İlham verici bir konuşma olmuştu. “Böyle olacağını tahmin etmemiştim.” demişti düşüncelerde kaybolurken aynı zamanda memnun kalarak. “Önce gülebileceğin kadar gül, sonra ağla, değil mi? Ben de böyleyim.”
Tüm Hakları Saklıdır ©? Vice News, 2021
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


BiA

*
v2 Oyuncusu 2022 Yılbaşında OyundaydıSelf Control Güncellemesinde Oyundaydı
#285 - 13.07.2022 16:02
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


BiA

*
v2 Oyuncusu 2022 Yılbaşında OyundaydıSelf Control Güncellemesinde Oyundaydı
#286 - 13.07.2022 23:59
Anasayfa                        Haberler                        İş Başvuruları                        Programlar                        Reklamlar



Gün Boyu Kıyamet Kopuyor! 
Yayımlanma: 13 TEMMUZ 2022, ÇARŞAMBA 18:13 JULYA YALENCHKA TARAFINDAN

Geçtiğimiz günlerde meydana gelen saldırılar durmak nedir bilmiyor.
Sabaha karşı Vice Bank'ın önünde meydana gelen ve şehrin her konumuna yayılan terörizm olayları halkın korkulu rüyası haline geldi! 





Çarşamba günü saatler 04:00'ı gösterdiğinde kimlikleri henüz tespit edilemeyen maskeli bir kaç grubun planlı bir suikast girişimi facia ile son buldu!
Olay yerinde birden masum insanın canına kıyılmasının yanı sıra yaralıların durumunun ağır olduğu bildirildi.
Olay yerinde bulunan vatandaşların ihbarı sonrası, bölgeye intikal eden VCPD ekipleri suikastın kurbanı oldu. 2 (iki) memurun yaralanması ile birlikte hastaneye kaldırılan VCPD memurların durumu hakkında VCFMD çalışanları tarafından herhangi bir bilgilendirme yapılmadı.





Olay yerinde ağır yaralanması sonucu Country General Hospital'a kaldırıldıkları ve ameliyathane sonrası yaralıların yoğun bakıma alındıkları bilgiler dahilinde.
VCFMD çalışanlarından alınan bilgilere göre; yaralı şahısların durumu henüz stabil olmasının yanı sıra şahısların hayati tehlikeyi atlattıkları biliniyor.





Bizi ViceSocial'dan takip et!
           
EDITOR
J.Yalenchka
HABER
J.Yalenchka
KAMERA
J.Yalenchka

Tüm Hakları Saklıdır ©? Vice News, 2021
[/td][/tr][/table]
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


#287 - 14.07.2022 00:06
biz bu muhabiri çok sevdik
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


BiA

*
v2 Oyuncusu 2022 Yılbaşında OyundaydıSelf Control Güncellemesinde Oyundaydı
#288 - 14.07.2022 00:23
Anasayfa                        Haberler                        İş Başvuruları                        Programlar                        Reklamlar



Star Caddesi'nde Silah Sesleri Durmak Bilmiyor! 
Yayımlanma: 14 TEMMUZ 2022, 00:00 PERŞEMBE JULYA YALENCHKA TARAFINDAN

Çarşamba günü saatler 17:49'u gösterdiğinde Star Caddesi'nde yer alan RONIN ve ekibinin garajına kimlikleri henüz tespit edilemeyen maskeli şahıslar tarafından silahlı suikast girişimi uygulandı! Girdiğimiz hafta içerisinde rutin bir şekilde meydana gelen terörizm olayları durmak nedir bilmiyor.





Suikast girişiminin hemen ardından olay bölgesine VCPD ve VCFMD ekiplerinin intikal etmesi sonucu bölgenin güvencesi sağlandı.
Bölgede yoğun sayıda yaralının bulunduğu suikast girişiminde VCFMD personelleri tarafından ilkyardımın uygulanmasından hemen sonra yaralıların bir çoğu Country General Hospital'a kaldırıldı. Alınan bilgilere göre şahısların hayati tehlikeyi atlattıkları ve durumlarının stabil olduğu bilgiler dahilinde.





Günden güne artan terörizm olaylarının yaşanması dolayısıyla  teröristlerin yakalanması için VCPD tarafından düğmeye basıldı.
Sokaklarda rahat bir şekilde yürüş yapamaması ve kendilerini rahat, özgür hissedememesi dolayısıyla şikayetçi olan Vice şehri sakinleri "terörist" grubun yakalanmasını iple çekiyor.




Bizi ViceSocial'dan takip et!
           
EDITOR
J.Yalenchka
HABER
J.Yalenchka
KAMERA
J.Yalenchka

Tüm Hakları Saklıdır ©? Vice News, 2021
[/td][/tr][/table]
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok


BiA

*
v2 Oyuncusu 2022 Yılbaşında OyundaydıSelf Control Güncellemesinde Oyundaydı
#289 - 14.07.2022 00:23
biz bu muhabiri çok sevdik
ben daha çok
Mükemmel
1
Tepki yok
Mükemmel tepkisini veren kullanıcı(lar):
zebercet,
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok
Tepki yok